14 Şubat 2019 Perşembe

RAYLARIN ÜZERİNDE -6-






RAYLARIN ÜZERİNDE-6- 


Kendime geldiğimde bir ayağım alçıda, kafam bandajlı, berbat bir baş ağrısı ile beraberdim. Bir haftadır gözümü açmadan yatıyormuşum. Babam başucumda ah çocuk, ah çocuk, diye ağlıyordu. 
Bir süre hastanede yatırıp, çıkardılar beni eve, ucuz kurtulmuşsun, dediler. O kadar yalnızdım ki, alçımı imzalayacak bir arkadaşım bile yoktu. Keçiler imzalayamazdı ki. Babama verdim kalemimi, baba bir tek sen varsın, imzalar mısın, dediğimde, üzmüştüm onu yalnızlığımla, anladım yüzünden. Eğik boynu daha da eğilmişti ileriye doğru, omuzlarıyla bir hizaya gelmişti sanki.

Birkaç ay alçıda kaldı bacağım, hiç kalkamadım. Zavallı babacığım, hem bana baktı, hem bahçeye, hem de keçilere, hiç şikayet etmeden, bir kez bile of demeden. Hem kendimle ilgili hem de onunla ilgili hayallerim vardı, hepsi suya düşmüştü. Martı Jonathan, hayallerimin arkadaşı, uçuyordu başucumda, ama konuşmuyordu bu ara.  Neyse sonunda alçılarım açıldı da zar zor adım atabilmeyi başardım. OHH ne güzelmiş yürüyebilmek, kaybedince anlıyormuş insan değerini özellikle sağlığının.

 Ders veriyordu her yaşadığım bana, hayat buymuş, tecrübe böyle edinilirmiş, böyle büyünürmüş. Acıta acıta, üze üze, ağlata ağlata. Keçilerimle öyle mutluydum ki şimdi, aman aman tren yoluna gitmek mi, aklıma bile gelmiyordu. Uzaktan duyuyordum sesini, gel diyordu bana da, git işine diyordum ona.  JONATHAN’ da arada giriyordu aklıma, ee hadi ne zaman gideceksin diyordu bana. Ben de ona, korkuyorum ben, senin gibi kanatlanamadım, uçamadım, diyordum, küsüyordu bana, üzüyordum onu da galiba.

Yine de bana, şimdi tercih senin. … Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir ve kendimiz olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz! diyordu pes etmeden.

Ama ben pes etmiştim, kaç kez denemiştim, kaç kez gitmek için kendimi tehlikeye atmıştım, kaç kez babamı üzmüştüm, ama gidememiştim işte. Belki de yoktu kaderimde gitmek,  vazgeçmiştim gitmekten ben de. Cennetim burasıydı benim, kök salmak için uğraşacaktım, uçurtmaları gökyüzüne özgür bırakmaktan vazgeçecektim, ipiyle uçuracak ama yine eve getirecektim. Huzura ermiştim, rahatlamıştım, tadını çıkarıyordum evimin, keçilerimin, dağların. Sanki Jonathan bile mutluydu ve huzurluydu.  Akışına bırakmak hayatı en güzeliymiş, zorlamamak gerekirmiş bazen, zorladıkça ters tepermiş ya. Büyümüştüm sanırım, bunları söyleyebildiğime göre…

Tam bu düşüncelerle yoğurulurken, tam kendimi ikna edebilmiş ve de huzur bulmuşken,

Bir gün babam geldi, toparlan bakalım, gidiyoruz, dedi. 

İnanamadım, satmış sahip olduğumuz tek dünyalığımızı, evimizi, bahçemizi, keçilerimizi.

Nereye gidiyoruz ki, dedim ben de şaşkınlıkla.

Nereye olacak, trenin götürdüğü yere, diye cevap verdi bana…

Biri küçük, biri büyük iki kafa, anladım ki benim hayallerime doğru çıkıyordu yola.

Aaa, unutmadan, bir de Martı Jonathan’la…

          - SON-



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder