RAYLARIN ÜZERİNDE-6-
Kendime geldiğimde bir ayağım alçıda, kafam bandajlı, berbat
bir baş ağrısı ile beraberdim. Bir haftadır gözümü açmadan yatıyormuşum. Babam
başucumda ah çocuk, ah çocuk, diye ağlıyordu.
Bir süre hastanede yatırıp,
çıkardılar beni eve, ucuz kurtulmuşsun, dediler. O kadar yalnızdım ki, alçımı
imzalayacak bir arkadaşım bile yoktu. Keçiler imzalayamazdı ki. Babama verdim
kalemimi, baba bir tek sen varsın, imzalar mısın, dediğimde, üzmüştüm onu
yalnızlığımla, anladım yüzünden. Eğik boynu daha da eğilmişti ileriye doğru,
omuzlarıyla bir hizaya gelmişti sanki.
Birkaç ay alçıda kaldı bacağım, hiç kalkamadım. Zavallı
babacığım, hem bana baktı, hem bahçeye, hem de keçilere, hiç şikayet etmeden,
bir kez bile of demeden. Hem kendimle ilgili hem de onunla ilgili hayallerim
vardı, hepsi suya düşmüştü. Martı Jonathan, hayallerimin arkadaşı, uçuyordu
başucumda, ama konuşmuyordu bu ara. Neyse
sonunda alçılarım açıldı da zar zor adım atabilmeyi başardım. OHH ne güzelmiş
yürüyebilmek, kaybedince anlıyormuş insan değerini özellikle sağlığının.
Ders
veriyordu her yaşadığım bana, hayat buymuş, tecrübe böyle edinilirmiş, böyle
büyünürmüş. Acıta acıta, üze üze, ağlata ağlata. Keçilerimle öyle mutluydum ki şimdi,
aman aman tren yoluna gitmek mi, aklıma bile gelmiyordu. Uzaktan duyuyordum
sesini, gel diyordu bana da, git işine diyordum ona. JONATHAN’ da arada giriyordu aklıma, ee hadi
ne zaman gideceksin diyordu bana. Ben de ona, korkuyorum ben, senin gibi
kanatlanamadım, uçamadım, diyordum, küsüyordu bana, üzüyordum onu da galiba.
Yine de bana, şimdi
tercih senin. … Cehaletimizi
kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir ve kendimiz
olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz! diyordu pes etmeden.
Ama ben pes etmiştim, kaç kez denemiştim, kaç kez gitmek
için kendimi tehlikeye atmıştım, kaç kez babamı üzmüştüm, ama gidememiştim
işte. Belki de yoktu kaderimde gitmek, vazgeçmiştim gitmekten ben de. Cennetim
burasıydı benim, kök salmak için uğraşacaktım, uçurtmaları gökyüzüne özgür bırakmaktan
vazgeçecektim, ipiyle uçuracak ama yine eve getirecektim. Huzura ermiştim,
rahatlamıştım, tadını çıkarıyordum evimin, keçilerimin, dağların. Sanki
Jonathan bile mutluydu ve huzurluydu. Akışına bırakmak hayatı en güzeliymiş,
zorlamamak gerekirmiş bazen, zorladıkça ters tepermiş ya. Büyümüştüm sanırım,
bunları söyleyebildiğime göre…
Bir gün babam geldi, toparlan bakalım, gidiyoruz, dedi.
İnanamadım,
satmış sahip olduğumuz tek dünyalığımızı, evimizi, bahçemizi, keçilerimizi.
Nereye gidiyoruz ki, dedim ben de şaşkınlıkla.
Nereye olacak, trenin götürdüğü yere, diye cevap verdi bana…
Biri küçük, biri büyük iki kafa, anladım ki benim hayallerime
doğru çıkıyordu yola.
Aaa, unutmadan, bir de Martı Jonathan’la…
- SON-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder