REKOR
SICAKLAR
Ben
dönüyorum, beni havaalanından alır mısın, diyordu bir kadın sesi ahizenin öbür
ucundan.
Tabi ki,
diye kekelerken hala, rekor sıcaklık kaç derecedir acaba diye düşünmekteydi adam.
Kendine geldi bir an, saatine baktı, yola çıkmalıyım, bu trafikte ancak
yetişebilirim, diyerek, hazırlandı alelacele, attı kendini yollara, rekor
sıcaklıkların kucağına.
Trafikte
arabalar milim milim ilerliyordu, hatta
hiç ilerlemiyordu. Trafiğin aksine beynindeki düşünceler roket hızıyla geriye,
geçmişe gidiyor, hiç hatırlamak istemediği anılara doğru yol alıyorlardı.
Gidiyorum bile demeden gitmişti kadın
bir sabah ansızın. Biliyordu adam, yaşadıkları çok ağırdı, tonlarca ağır, insan
olan kaldıramazdı. Ama kaybettikleri ikisinin kaybıydı. Beraber yaratmışlardı,
beraber kaybetmişlerdi. Acıları farklı mıydı ki?
Ben nasıl dayandım, koskoca bir 5
yıl, 60 ay, 260 hafta, 1800 gün, 43200 saat, 2.592.000 dakika, onun
oyuncaklarına, onun mama sandalyesine, beşiğine bakmak, nasıl dayandım ki, diye şaşkın şaşkın bakınıyordu
ilerlemeyen trafiğe.
Bu
düşüncelerle boğuşurken, klimasının çalışmadığını fark ettiğinde ise alnında
geçmişin anıları birer ter damlasına dönüşmüştü adeta. Gömleğini ıslatıyor,
koltuk altlarını ıslatıyor, pantolonunu yapış yapış yapıyorlardı. Adam ıpıslak,
yapış yapıştı, kurtulamıyordu anılarından.
Trafik iyice
sıkışmış, yol alamıyordu bir türlü, mengeneye sıkışmıştı sanki yolda. Yüreği de
geçmişteki anılar yüzünden sıkışıyordu resmen. Kalbine sancılar giirmeye
başladığı anda ise radyoda bir kadın sesi, kalp hastası olanlar sokağa çıkmasın
bu gün, diyordu.
O sabah uyanıp yataktan kalktığında, evin
odalarını tek tek dolaştığında onu bulamayınca deliye dönmüş, ama gittiğini de anlamıştı.
6 aydır tek laf etmemişti ki kendisine, gidiyorum, desin. İyi de gitmek neyi
hallederdi ki? Kayıplar geri mi gelirdi, kötü anılar mutlu anlara mı dönüşürdü?
Yaralar iyileşir miydi? Kilometrelerce git, dünyanın öteki ucuna git, Merkür’e,
Mars’a git, yaşananları değiştirebilir miydin ki?
Saatine
baktı adam, geç kalacaktı. Ya yetişemezsem, ya yetişemezsem, ya beni gelmedi
sanıp giderse, beklemezse?
Havaalanı
karşısındaydı, görüyordu, elini uzatsa tutacaktı, ama Allah’ın cezası arabalar
milim oynamıyordu yerlerinden. Kapattı kontağı, attı kendini dışarı. Asfalt
erimişti sıcaktan, insanlar da erir miydi ki?
Başladı
koşmaya, bütün arabalar korna çalıyordu ona, araba bırakılır mı ortada diye.
Oysa o kornaları, koş yetişeceksin diyorlar gibi tezahürat olarak algılıyordu. Bir
Forest Gump tı o şu an. Koşacaktı sadece, bir boşluk vardı yüreğinde, bir
boşluğa daha asla katlanamazdı.
Gördü onu,
gitmemişti. Karşısında duruyordu kadın,
sırılsıklamdı tişörtü onun da, ıpıslaktı saçları, alnına yapışmış. Sanki erimek
üzereydi, incecikti. Var mıydı gerçekten, yok muydu bilemedi. Ama yine de güzeldi, çok güzeldi.