ELMAS KÜPELER
Annemin dedesinin babası elinde bir tek tahta valiz ile
gelmiş köylerine. Köyün imamı olarak göndermişler onu o köye. Çok yakışıklı bir adammış, ama valizinden
başka bir şeyi yokmuş.
Annemin büyük babaannesi de o köyün hanım ağalarındanmış. Binlerce
dönüm toprak sahibi. İşte yolları böyle kesişmiş. Bu da belki ileride ayrı bir
öykü konusu olacakmış.
Araya köyün ileri gelenleri girmiş ve hanım ağanın konağına
tek valizi ile köyün imamı içgüveysi olarak girmiş.
Ama imamın tahta bir valizinden başka cebinde çok ama çok kıymetli
bir şeyi daha varmış. Bir çift elmas küpe. Bu küpeler annesinden tek hatıra
kalmış adama. Evlendikleri gece o bir çift elmas küpe hanım ağanın kulağına
takılmış, ölene kadar hiç çıkmamacasına.
O küpeler sadece değerli bir taş olarak değil, aynı zamanda
bir tarih arşivi gibi gelmiş günümüze.
Büyük babaanneden babaanneye,babaanneden onun gelinine ,yani aneanneme, oradan anneme, oradan da bana.
Elmas küpelerin her biri, biri küçük, diğeri küçüğün ucuna
takılmış büyük bir damladan
İki büyük parça büyük anneler, küçük parçalar anneannem ve annem .
Onları taktığımda kendimi öyle kuvvetli hissederdim ki,
hepsi beni kötülüklerden korumak üzere,
çirkinliklere karşı kollamak üzere benimleydiler sanki. Çok
huzurluydum çok. Önceleri özel günlerde taktığım küpeler sonra kulağıma yapıştı
sanki, çıkmaz oldular kulaklardan.
Bir gün sınıfta, dersimi anlatıyorken kulaklarımdan biri
zonklamaya başladı birden. Küpenin takıldığı yer iltihaplanmıştı galiba.
Anlatamayacaktım dersi acıdan. Çıkardım küpelerimi kulaklarımdan, öğretmen
masasının üzerine, çantamın yanına bıraktım.
Döndüm tekrar sınıfa ve başladım anlatmaya. Asit ile
bazları, özelliklerini, tepkimelerini, tuz oluşturmalarını anlatıyordum.
Kaptırmıştım kendimi asit ile bazın aşkına,
sanırsınız ki devlerin aşkını anlatıyordum. Ders zili çalınca kaptım çantamı,
koştum kantine çaya. Sanki kaçıyordu kantin ya…
Eve geldiğimde içimi rahatsız eden bir şey vardı, hani
huzursuz hisseder ya insan kendini, nedenini bilmeden. Aynaya bakınca anladım
huzursuzluğumun sebebini, duyduğum boşluğun nedenini. Kulaklarım boştu, yoktu
beni kollayan kadınlarım. Eyvah,
tehlikedeydim. Koştum telefona, aradım okulu, söyledim sınıfı, arattım her
tarafları. Ama çok geçti, gitmişti kadınlarım,terk etmişlerdi beni.
Suçluluk ve boşluk hissi hiç gitmedi kalbimden. İhanet
etmiştim hepsine birden, yüzyıllardan gelmişlerdi buralara da, ben sahip
çıkamamıştım onlara.
Kimi zaman rüyamda görüyordum babaanneyi kulaklarında elmas küpeleri ile.
Kimi zaman annemi görüyordum rüyamda, annem kızgınlıkla
çekiyorken kulaklarımı.
Kaç yıl geçti aradan
hatırlayamıyorum .
Bir gün Bandırma’da, Sevgi yolunda yürüyorken karşımda yıllardır görmediğim çok sevdiğim öğrencilerimden birini gördüm, genç bir kadın
olmuştu öğrencim, elinde bir minik kız çocuğu
ile. O da beni gördü ve koştu geldi
sarıldı bana. Ama sonra birden uzaklaştı benden, bilinçaltı işte, elleri
gitmişti kulaklarına.
Bir çift elmas küpe. İnanılır gibi değildi. Öğrencimin kulaklarında tüm eski kadınlarım bana bakıyordu
kızgınlıkla. Bilemedim ne diyeceğimi, ne yapmam gerektiğine karar veremedim.
Ama bulmuştum ya onları yeniden. Biliyordum ya onların emin
ellerde olduğunu hiç olmazsa. İnanmayacaksınız ama içim öyle bir rahatlamıştı
ki.
Tedirginlikle bakan öğrencime eğildim, onu öptüm ve dedim ki:
-İyi bak onlara, onlar kutsal emanet, dün ben de, bugün sen
de, yarın çocuklarımızda, torunlarımızda.
Koşarak ayrıldım yanından.
Aradan birkaç ay geçmişti ki, kargo bir paket getirdi evime.
Heyecanla açtım küçücük paketi,
İnanılır gibi değildi,kutunun içinde bir çift elmas küpe,
Gülümsüyordu eski zaman kadınlarım bana sevgiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder