31 Mart 2018 Cumartesi

ELMAS KÜPELER









ELMAS KÜPELER

Annemin dedesinin  babası elinde bir tek tahta valiz ile gelmiş köylerine. Köyün imamı olarak göndermişler onu o köye.  Çok yakışıklı bir adammış, ama valizinden başka bir şeyi yokmuş.

Annemin büyük babaannesi de o köyün hanım ağalarındanmış. Binlerce dönüm toprak sahibi. İşte yolları böyle kesişmiş. Bu da belki ileride ayrı bir öykü konusu olacakmış.

Araya köyün ileri gelenleri girmiş ve hanım ağanın konağına tek valizi ile köyün imamı içgüveysi olarak girmiş.
Ama imamın tahta bir valizinden başka cebinde çok ama çok kıymetli bir şeyi daha varmış. Bir çift elmas küpe. Bu küpeler annesinden tek hatıra kalmış adama. Evlendikleri gece o bir çift elmas küpe hanım ağanın kulağına takılmış, ölene kadar hiç çıkmamacasına.

O küpeler sadece değerli bir taş olarak değil, aynı zamanda bir tarih arşivi gibi gelmiş günümüze.
Büyük babaanneden babaanneye,babaanneden onun  gelinine ,yani aneanneme, oradan anneme, oradan da bana. 

Elmas küpelerin her biri, biri küçük, diğeri küçüğün ucuna takılmış büyük bir damladan
oluşuyordu. Annem onları bana teslim ettiğinde her birini o eski kadınlardan biri olarak canlandırdım hemen gözümde.
İki büyük parça büyük anneler, küçük parçalar anneannem ve annem .

Onları taktığımda kendimi öyle kuvvetli hissederdim ki, hepsi beni kötülüklerden korumak üzere,
çirkinliklere karşı kollamak üzere benimleydiler sanki. Çok huzurluydum çok. Önceleri özel günlerde taktığım küpeler sonra kulağıma yapıştı sanki, çıkmaz oldular kulaklardan.

Bir gün sınıfta, dersimi anlatıyorken kulaklarımdan biri zonklamaya başladı birden. Küpenin takıldığı yer iltihaplanmıştı galiba. Anlatamayacaktım dersi acıdan. Çıkardım küpelerimi kulaklarımdan, öğretmen masasının üzerine, çantamın yanına bıraktım.

Döndüm tekrar sınıfa ve başladım anlatmaya. Asit ile bazları, özelliklerini, tepkimelerini, tuz oluşturmalarını anlatıyordum. Kaptırmıştım  kendimi asit ile bazın aşkına, sanırsınız ki devlerin aşkını anlatıyordum. Ders zili çalınca kaptım çantamı, koştum kantine çaya. Sanki kaçıyordu kantin ya…

Eve geldiğimde içimi rahatsız eden bir şey vardı, hani huzursuz hisseder ya insan kendini, nedenini bilmeden. Aynaya bakınca anladım huzursuzluğumun sebebini, duyduğum boşluğun nedenini. Kulaklarım boştu, yoktu beni  kollayan kadınlarım. Eyvah, tehlikedeydim. Koştum telefona, aradım okulu, söyledim sınıfı, arattım her tarafları. Ama çok geçti, gitmişti kadınlarım,terk etmişlerdi beni.

Suçluluk ve boşluk hissi hiç gitmedi kalbimden. İhanet etmiştim hepsine birden, yüzyıllardan gelmişlerdi buralara da, ben sahip çıkamamıştım onlara.

Kimi zaman rüyamda görüyordum  babaanneyi kulaklarında elmas küpeleri ile.
Kimi zaman annemi görüyordum rüyamda, annem kızgınlıkla çekiyorken kulaklarımı.

Kaç yıl geçti aradan  hatırlayamıyorum .

Bir gün Bandırma’da, Sevgi yolunda yürüyorken karşımda yıllardır görmediğim çok sevdiğim öğrencilerimden birini gördüm, genç bir kadın olmuştu öğrencim,  elinde bir minik kız çocuğu ile. O da beni  gördü ve koştu geldi sarıldı bana. Ama sonra birden uzaklaştı benden, bilinçaltı işte,  elleri  gitmişti kulaklarına.

Bir çift elmas küpe. İnanılır gibi değildi. Öğrencimin  kulaklarında tüm eski kadınlarım bana bakıyordu kızgınlıkla. Bilemedim ne diyeceğimi, ne yapmam gerektiğine karar veremedim.

Ama bulmuştum ya onları yeniden. Biliyordum ya onların emin ellerde olduğunu hiç olmazsa. İnanmayacaksınız ama içim öyle bir rahatlamıştı ki.

Tedirginlikle bakan öğrencime eğildim, onu  öptüm  ve dedim ki:

-İyi bak onlara, onlar kutsal emanet, dün ben de, bugün sen de, yarın çocuklarımızda, torunlarımızda.
Koşarak  ayrıldım yanından.

Aradan birkaç ay geçmişti ki, kargo bir paket getirdi evime. Heyecanla açtım küçücük paketi,

İnanılır gibi değildi,kutunun içinde bir çift elmas küpe,

Gülümsüyordu eski zaman kadınlarım bana  sevgiyle…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder