ÖTEKİ MAHALLE
Bu mahalleye taşınana kadar bilmezdim bu dünyanın içinde başka
dünyaların da olduğunu, bilmezdim bambaşka hayatların yaşandığını, bilmezdim
bize benzemeyen insanların varlığını.
Ne kadar yalıtılmış, ne kadar izole edilmiş bir hayatmış meğerse
bizim yaşadığımız hayatlar ya da onların yaşadığı hayatlar, birbirini yok
sayaraktan yaşanan hayatlar. Birbirinin farkına varmadan sürdürülen hayatlar,
bir diğerini bilmezden gelerekten, belki de bilip de, yok farzederekten,
görmemezlikten gelerekten.
Biz aynıydık, aynı mahallede oturan insanlar. Karşıda bahçesinde erik ağacı olan evde oturanlar ya da yanımızda iki katlı betonarme evde
oturanlar, ya da biraz ötede ahşap bir evde oturanlar, çamaşırlarını ipe asanlar … Evin ne olduğu önemli
değildi yani, içinde oturanlar bizim gibiydi.
Tiplerimiz bile aynıydı sanki. Koyu tenliydik, karakaşlı, kara
gözlü, kimilerimiz kara kuru, kimilerimiz yamuk yumuk, ne bileyim işte
birbirimize benzerdik. Belki farklıydık da, beraber yaşaya yaşaya birbirimize
benzemiştik, kim bilir…
Cumartesi günleri mahallede Pazar kurulur, kadınlar Pazar
alışverişine çıkar, hatta birçoğu akşamüstünü bekler, domates daha ucuzlasın, meyveler
daha ucuzlasın diye.
Çocuklar aynı okula gider, mahalledeki ilkokula. Birbirlerinden
kalan eskimiş, solmuş kara önlükleri giyerler, pantolon paçaları ya çok
kısalmış ya da çok uzundur, seneye de giysinler diye. Çantalar eskimiş, çoğu
zaman yokuşlarda kaymak için kullanılmış.
Babaların omuzları hep düşük, bakışları yorgun, bedenleri kim
bilir nasıl? Hele ki ayın sonunu getirmek için kafalarında yaptığı hesaplar,
beyinlerini uyuşturmuş. Geceleri kahvede toplanıp birkaç el kâğıt oynayıp,
kafalarını dağıtmak isterler, çoluk çocuktan uzakta. Yok, öyle bizde, çocukla
geçirilmesi gereken kaliteli zamanlar…
Plastikçiler, eskiciler kapımızda. Annem bir kez dedemin paltosunu
verip bir sürü mandal almıştı da babam çok bozulmuştu.
‘’ be kadın hiç olmazsa mandal alacağına, bir leğen ya da kova
alsaydın ‘’ demişti.
Dededen kalan paltolar da böyle değerlenirdi bizim dünyamızda.
Sonradan anlamıştım, insanların değeri bazen bir mandal, bazen bir leğen, bazen
bir kova kadar imiş…
Yandaki mahalle, bir sokak ötesi hepsi bizim gibi yaşıyor, o
mahallenin çocukları da bizim gibi top peşinde koşuyor, ünlü bir futbolcu olma
hayalleri kuruyor, penaltı kaçırınca küfürleri basıyordu, terleyip terleyip,
yüzü gözü simsiyah olan çocuklardık biz, acıkınca elinde yağlı ekmek ya da
salçalı ekmek koşturan…
Sokak köpeklerimiz bile bize benzerdi, kemikleri sayılır, biz
toksak onlarda tok, biz açsak onlarda aç…
Ev sahibimiz ‘’Almanya’dan oğlum gelecek’’ dediğinde tadımız
tuzumuz kaçtı. Sanki o ev bizimdi, öyle benimsenmişti. Hele ki annem, dokunduğu
yeri çiçek bahçesine çeviren, duvarlarını elleriyle badana yapan, perdelerini
özene bezene diken, menekşeleri ile mahallede ünlü olan annem, sanki o ev kendinindi
ve depremde üzerine yıkılmıştı. Babam her ay önce ev kirasını ayırırdı
maaşından, ev sahibini mutlu etmek için, çık demesin diye.
Bir tane bile kiralık ev yoktu bizim mahallede. Arka mahallede de,
bir sonraki sokakta da, aşağıdaki, yukarıdaki mahallede de, yoktu, yoktu.
Şimdi nerelere gidecektik, ya komşularımız. Onlar bizdi, biz
onlardık, nasıl kopacaktık? Öyle içiçeydik ki, kim parasız kaldı, kimin çocuğu
işten çıkarıldı, kimin çocuğu komünist oldu, kimin kızı buluşuyor pastanelerde,
kim kocasından dayak yiyor, kimin karısı dır dır edip kocasını evden kaçırıyor,
bilirdik hepsini. Nasıl bırakırdık bu insanları?
Babam yeni bir ev bulduğunu söylediğinde kendisi metanetli, ama
annemin ayrılığı çok sancılı oldu. Kadınlar sarılıp sarılıp ağlaştı, sanki öbür
dünyaya gidiyoruz gibi. Yoksa öbür dünyaya mı gidiyorduk? Annem dağıttı
menekşelerini komşularına. ‘’ Bu mahalleden başka yerde yaşamaz,nefes alamaz bunlar ‘’ derken kendisini tarif ediyordu sanki ve
kendine ağlıyordu yine. Ben ise meraklı, yeni çocuklar, yeni arkadaşlar.
Yine benzer bir mahalleydi aslında taşındığımız ev. Vallahi de
insanlar yine bizim gibiydi. Sadece evler biraz daha katlı ve de balkonlu.
Bakkal yerine market var burada. Pazar yerine de manav var galiba. Bakalım
çocuklar var mı bu mahallede? Sokakta oynuyorlar mı, salçalı, yağlı ekmek
yiyorlar mı?
Yerleştik evimize. 2 oda bir salon, yeter bize. Annem yine sihirli
ellerini değdirdi her yere. Evcilik oynayan kızlar gibiydi. Bu evi de hemen
yaşanası bir cennete çevirdi. Camlar pırıl pırıl şeffaf gibi silindi. Artık
görebilirdik diğer evlerdeki hayatları, olayları, tanırdık komşuları.
Akşamüstü çocuklar sokaktaydı, eski mahalledeki gibi. Ellerinde
futbol topu, ilerideki boş arsada toplanıyorlardı. Hemen karışamadım aralarına
tabi, biraz zaman gerekti.
Bizim ev sokağın son eviydi. Yan tarafımızdan bir cadde geçiyordu.
Balkondan incelemeye başladım sağı solu. Caddenin öbür tarafını. Öbür taraf
bizim mahalle gibi değildi sanki. Orada kaldırımlar süslü taşlarla kaplıydı. Dükkânların
tabelaları yabancı yazılıydı. Apartmanlar çok katlıydı, altlarında cafe yazan
yerler vardı. Cafelere girip çıkan insanlar, işte onlar, bizim gibi değildi.
Güzeldiler, giyimleri kuşamları güzeldi. Belki de ondan güzel görünüyorlardı.O
süslü kadınlar Cafelere gelince bizim mahallede görmediğimiz, markalarını bile bilmediğimiz
arabalardan inip, anahtarlarını, koşturan genç delikanlılara bırakıyorlar,
kucaklarında süslü köpekleri ile cafelere giriyorlardı. Köpekleri bile başkaydı.
Üzerlerinde tulumlar vardı, tüyleri taranmış, kurdelelerle süslenmiş,
havalıydılar. Farkında gibi bir de kurum kurum kurulmaktaydılar.
Onların çocukları koşturmuyordu boş arsalarda, suratları terli,
çamurlu, kirli değildi. Ellerinde kitapları, kapılarda bekledikleri servis
arabaları vardı. Pantolon paçaları ne çok uzun ne de kısalmıştı. Olması gereken
gibiydi.
Bizim taraftaki tam bizim evin karşısındaki kahvede oturan yaşlı
amcalar sandalyelerini o caddeye doğru çevirmişler, film seyreder gibi seyrediyorlardı
o insanların yaşamlarını. Ama o caddede kafede oturanlar bize döndürmemişlerdi
koltuklarını, bize bakmıyorlardı, bizi görmüyorlardı herhalde.
Sanki bu mahalleden caddenin öbür tarafına geçişi engelleyen bir
sınır çizilmişti, insanların beyninde çizilmişti sanki bu sınır. Mayın tarlası
vardı sanki bu iki sokak arasında. Çocukların topu kaçsa kimse almaya gidemez,
karşı caddede biri ölüyor olsa kimse el uzatamazdı. Yoksa mayınlar patlardı.
Babama sordum, o caddeyi, o caddedeki insanları, çocukları.
‘’ saçma saçma sorular sorma bana’’ dedi, bir şaplak indirdi
kafama.
Aynı dili mi konuşurduk, aynı fıkralara mı gülerdik, aynı
müzikleri mi dinlerdik, aynı acılara mı ağlardık, elimiz kesilince aynı acıyı
mı duyardık?
Yine bir gün karşı caddeyi seyre dalmışken, annesi ile birlikte, sarı
saçları olan bir çocuk, elinde de bir uçan balonu, yürüyorlarken…
Birden bir rüzgâr esti aniden. Uçtu balon, sarı saçlı çocuğun
elinden. Sınırları aştı, mayınları atladı geçti bizim mahalleye.
Baktılar karşıdan, sarı saçlı çocuk ağlamaya başladı, kadın kaskatı kaldı,
adım atamadı bir türlü, bizim mahalleye.
Hemen indim, koştum sokağa. Yakaladım balonu. Benim beynimde mayın
yoktu henüz galiba. Atladım karşı sokağa, geçtim onların bölgesine, caddeye.
Uzattım balonunu ağlayan sarı saçlı çocuğa. Çocuk gülümsedi bana,
bir de sarılmaz mı kollarıyla.
Omuzlarımdan bir yük kalktı sanki.
O caddedeki çocuklar da benim gibiydi.
Balonları kaçınca ağlıyorlar, balonlarına kavuşunca mutlu
oluyorlardı.
Anladım ki o çocukların da kafalarında mayınlar döşenmemişti daha.
Anladım ki mayınlar büyüdükçe döşeniyor sınırlara,
Anladım ki sınırlar insanlar büyüdükçe çiziliyor sokak aralarına,
Anladım ki sınırlar ve mayınlar sokaklarda değil,
Kalemine sağlık arkadaşım,
YanıtlaSil'mayınsız bir dünya özlemiyle'