10 Eylül 2018 Pazartesi

OKULLAR AÇILIYORKEN -1-




                      OKULLAR AÇILIYORKEN -1-

Okul sözcüğünü de, okulun binasını da, okulun kantinini de, okullardaki sınıfları da, okulun içini dolduran öğrencileri de, sınıfların sıralarını da, o silgi kokan kokusunu, kara tahtasını, teneffüslerde koridorlarda arkadaşlarla kol kola volta atmayı da,  okulun her biri ayrı bir karakter olan öğretmenlerini, sonradan da öğretmenler odasını hep sevdim.

Daha okul çağına gelmeden, elimde tahtadan okul çantası ile Evyapan İlkokulunun, bahçesi yoktu ya, alt salonunda, kenarda oturup öğrencilerin teneffüse çıkmasını bekleyen de bendim. Mahallede herkes okula başlayınca arkalarından ağlarmışım ve de annem ya da mahalleden birileri beni alıp Evyapan İlkokuluna götürürmüş. O derece yani, okul sevgisi…

Ben okul tatile girince ağlayanlardandım.  Zevkle ödev yapanlardan, öğretmenleri dikkatle izleyenlerdendim, severdim dersleri de, çok başarılı olmam önemli değildi, ben sınıfın havasını severdim. 

Eğitim fakültesini kazanınca da annem’’işte, sana ömür boyu okul, için rahat etsin artık ‘’ demişti.

Üniversite bitip de, yurttan eşyalarımı toplayıp, İzmir’den Bandırmaya dönerken takside hüngür hüngür ağlayan da bendim. Taksi şoförü’’ kızım ne oldu, sınıfta mı kaldın ‘’ diye sorunca, ‘’yok, ben mezun oldum da o yüzden ağlıyorum’’ deyince kahkahalarla gülmüştü. Nasıl ağlamayayım, öğrencilik hayatım sona ermişti.

Belki bizim zamanlarımız öyleydi. Belki birçoğunuz da böyleydi, okulu seven çocuklar, arkadaşlığı doyasıya yaşayan çocuklar, bir simit alıp, yarısını paylaşan çocuklar… Ödevini yapmayanlara defterini veren çocuklar… Sınavlarda kâğıdını saklamayan çocuklar…

Sonradan, birkaç kuşak sonrası çocuklara ‘’okul’u özledin mi ‘’ diye sorduğumuzda,’’özledim’’ cevabını alamaz olduk ne yazık ki!

Kendi yetiştirdiğim, devamlı okul sohbetlerinin yapıldığı bir evde yetişen oğlumda okul ortamını hiç sevmeyenlerdendi. Daha ana okul dönemlerinde başladı,’’bu gün okula gitmesem  olmaz mı? ‘’ diye sormaya. Öğrenim hayatı boyunca da bıkmadan, usanmadan bu soruyu her gün sorup, şansını denedi. Keşke bir gün de’’ gitme oğlum ‘’deseymişim L

Soruyordum tabi ki, ‘’ neden’’diye. Merak ediyordum tabi ki, okuldan soğutan sebepleri. ‘’ Duvarları yıkasım geliyor içimden, çok sıkılıyorum derslerden,  senin hatırın için uslu oluyorum’’ derdi. Demek ki annesi sınıfın kokusunu bile özlerken, oğlu duvarları yıkıp o sınıftan kaçmak istiyordu. Demek ki boğuluyordu o dört duvarın içinde.

Gözlüyordum da sınıflarda, birçok çocuk da, sıkılıyorlardı sınıfta ve dikkatlerini toparlamak zorlaşıyordu. Kuşak farkı, değişen zaman, gelişen teknoloji sorunları ile ortaya çıkıyordu. Bizim gibi otoriteye boyun eğen, öğretmenini görünce koşturup selam veren öğrenciler değillerdi artık onlar. Ellerindeki cep telefonları formalarının cebinde, akılları ceplerinde. Kara tahta önündeki öğretmen, elinde tebeşiri ile hiç de cazip gelmiyordu artık onlara.




Kimya dersi, fizik dersi, biyoloji dersi laboratuarlarda değil, sınıflarda yapılır olmuştu. Laboratuarlara en son gelen materyaller 60’lı yıllardandı. Öğrenciye kimyayı, fiziği, bilimi ezberletir olmuştuk. Anlamasına,  gözlemlemesine, düşünmesine, analiz etmesine fırsat vermeden. Soru çözsün istedik mütemadiyen, 100, yetmez 200, yetmez 1000 soru. Müfredat yetişmez sonra, daha hızlı, daha hızlı.

Kitap okutamadık bir türlü, örnek olması gerekenlerde, hepimiz yani,  okumadık çünkü. Öğretmenler okumadı, anneler okumadı, babalar okumadı, dedeler okumadı evlerde. Okumanın zevkini tattıramadık, sınıflarda, dört duvar arasında sıkılan çocukları kitapların büyülü dünyasına bir türlü sokamadık.

Bilgisayar ile ışık hızına yaklaşan çocuklara kaplumbağa hızıyla matematik, fizik anlattık, soru çözdük, soru çözdürdük, kısaca testlere gömdük tüm eğitim sistemini.
Bir gömdük ki çıkamasın bir daha diye, elbirliğiyle…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder