ZAGOR
İnşaatlarda çalışıyordum küçük yaşlardan beri. Bir taraftan
da okuyordum. Kafam çalışıyormuş, öyle söylüyordu çevremdekiler, öğretmenler,
bizimkiler.
Belki de bunun etkisiyle güvenirdim zekâma, farklı bakardım
olaylara kardeşlerimden, arkadaşlarımdan. Ne bileyim işte, ne demekse farklı
olmak o çocuk yaşlarda, çevremden duyduğum kadarıyla. Onlar futbol oynarken, uzun
eşek yaparken ben kitap okurdum bir köşede.
Elime ne geçerse okurdum. Bir ara ağabeyimin
kitaplarına dadanmıştım da, babam aldı elimden kitapları.’’ Sen bari zehirlenme
bunlarla ‘’dedi.’’ Ağabeyin, okudu okudu bunları da, halkı kurtarmaya kalktı.
Sanki halk onu bekliyordu kurtulmak için gibi. Halkın kurtulmak gibi bir derdi
var sanki. ‘’Hatırlamıyorum pek. Daha buna benzer bir sürü şey söyleyip’’ bir
daha görmeyeyim bunları elinde ‘’ dedi.
Gerçi ben daha çok Teksas, Tommix, Zagor, baltalı ilah
okuyordum aslında. Halkı kurtarmak gibi bir derdim de yoktu. Ben o sırada
kırmızı ceketlilerle savaşıyordum, çiko ile kocaman butları yiyordum.
Kızılderililerin dumanlarının mesajlarını çözmeye çalışıyordum. Fırsat buldukça
tabiî ki. Çünkü yaz tatillerinde okul için gerekli parayı biriktirmem
gerekiyordu, kitap, defter, kalem… Çalışırdım babamın yanında, inşaatlarda.
Bizim defterimizde, babadan para istemek, harçlık almak gibi
kavramlar yoktu. Biz çalışır, okul için gerekli parayı, harçlıklarımızı
kazanırdık.
Ne zamanki o yaz okul kapandı, babamın çalıştığı inşaatta
işe başladım, işte o yaz, kafamın hiç çalışmadığına, hatta biraz da geri zekâlı
olduğuma inandım.
Daha ilk gün, inanmayacaksınız ama belki de daha ilk bir kaç saat
içinde, çıktığım ilk iskeleden tepe takla olup yere kapaklandım.
Başımı çarpmıştım bir kalasa, yarılmıştı kaşım, götürdü babam sağlık ocağına da
birkaç dikiş attılar kaşıma.
Onu görmüştüm işte tam o anda, yani iskeleye ilk adımımı
attığım anda. Karşı balkonda, saçlarını uzatmış balkondan dışarıya, tarıyordu elde
fırçasıyla. Bu kadar da uzun saçlı bir kız görmemiştim daha önce. Uzanıp saçlara tırmanasım geldi o balkona. Rapunzel'in prensi olasım geldi birden. Yüzünü bile görmeden âşık olmuştum uzun saçlarına.
Vurulmuştum karşı balkondaki kıza. Tepe takla olmuştum daha ilk günümde, çalıştığım yerde.
Karşı ki balkona bakarken daha kaç kez yuvarlandım o
iskelelerden sayısını hatırlamıyorum. Baret mi ne bareti, işçiyiz ya, kalın
kafalıyızdır biz, bize bir şey olmaz. Ama mühendis olunca giyeceğim baretimi ve
bütün işçilerime de giydireceğim.
Gördü benim düştüğümü de korktu mu acaba, endişelendi mi benim için ya da düşene gülünür
ya, güldü mü için için, bilemiyorum.
·
O yaz, o inşaatta çalışmak dünyanın en ama en, o
inşaata her gün sabahın 6 sında gitmek hayatımın en ama en güzel, enama en heyecanlı
anlarıydı.
·
O yaz, o inşaata gitmek aynı zamanda dünyanın en
ama en büyük işkencesiydi.
Her türlü duyguyu yaşıyordum birarada. Ne oluyor bana anlayamıyordum. Kafam karmakarışıktı.
Her türlü duyguyu yaşıyordum birarada. Ne oluyor bana anlayamıyordum. Kafam karmakarışıktı.
Her an beni izliyor karşıdan, perdenin
arkasından bana bakıyor sanıyordum. Elim ayağıma dolaşıyor, hakim olamıyordum.
Kaç kez yuvarlandım, kaç kez ellerime vurdum
çekiçleri, kaç kez tökezledim ellerimde kalaslar.
Babam diyordu ki: ‘’Ne oldu sana oğlum ‘’
Nereden bilsin oğlu biçare, aşkın pençesinde. Olmuş bir kral oğlu, bekler Rapunzelini , ya balkona
çıkarsa…
Kararımı verdim o gece. Yarın dışarı çıkarken yakalayacak,
konuşacaktım uzun saçlarıyla. Kapısında olmaz,
yakışmaz bana . Sokağın sonunda yakalarım onu diye, planlar yaptım o gece.
Bütün diyeceklerim de beynimde, ezberledim hepsini.
Yakaladım da ertesi gün sokağın sonunda.
‘’ Bir şey mi söyleyecektin ‘dedi, birden önüne çıkınca ben.
Kekeledim, yine elim ayağıma bir şeyler oldu, elimdeki kitaplar, zagorlar yuvarlandı yere. Eğildim, toparladım hepsini yerden, bir sürü Zagor yine acemice.
Elimi uzattım ve de :
Elimi uzattım ve de :
‘’ Tanışalım mı? Ben ZAGOR ‘’ dedim kıza. ZAGOR, dedim Zagor.
Allahım ne dedim ben, ne dedim. İnanmayacaksınız ama arkama
bile bakmadan kaçtım. Acıdı mı ki bana? Artık çıkamam da karşısına.
Bir dahaki günlerde hiç bakmadım karşıdaki balkona. '' Unut oğlum unut '' sana göre değilmiş bu işler, dedim kendime.
Bir dahaki günlerde hiç bakmadım karşıdaki balkona. '' Unut oğlum unut '' sana göre değilmiş bu işler, dedim kendime.
Hava da nasıl sıcak. Ter döküyoruz güneşin altında. İşte bu alın
teri denilen şey. Son kuruşuna kadar hak edilen emeğin karşılığı. Oturmuşuz
babamla bir gölgeye. Yoruluyor babam da artık çabucak, diye düşünüyorum bir
yandan da.
Sıcaktan serap görüyorum galiba. Karşıdan geliyor Rapunzel,
elinde bir tepsi, tepside bardaklar, bir de sürahi, sapsarı, limonata içinde
naneli.
Hayatımın rengi sarı, evet sarı oldu artık. En sevdiğim renk
sarı, sapsarı. En sevdiğim içecek de artık sapsarı limonata.
Kalkmaya çalıştım oturduğum yerden, kalkmamla uzun saçlıma
çarpmam bir oldu. Limonata yerleri ıslattı, döküldüğü yerlerden de anında sıcaktan buharlaştı,
geride buruşmuş nane yaprakları.
Attım kendimi yere, başladım ağlamaya tepine tepine…
Yapamadım yani bunları da, ama yapmak geldi içimden yatayım o yerlere bir daha
da kalkmayayım o yattığım yerden, görmeyeyim yüzünü.
Şaşkın mıydı ki yüzü?
Şaşkın mıydı ki yüzü?
Koştu gitti kaçarcasına eve,'' bitti''dedim, ''başlamadan bitti''. Ama
hepsi onun yüzündendi. Ama o bilemezdi ki. Elim ayağım benim değildi, hâkim
değildim kendime. Esirdim ben bir esir .'' Uzun saçların esiri.
'' O da ne '' Serap mı görüyordum yine? Elinde yine bir sürahi geliyordu
karşıdan. gülerekten.
Tam kalkacaktım ki yine yerimden:
‘’ otur oturduğun yerde sersem çocuk,sakın kıpırdama !’ dedi babam.
Uzattılar bana bir bardak sapsarı limonata, içinde nane yapraklı.
Saçlarına tutunup balkonuna tırmanmama gerek kalmamıştı
artık.
Okudum, adam oldum, babamın deyimiyle.
Aşıklara kocaman balkonlu evler yaptım,
O da bana bol naneli sapsarı limonatalar yaptı.
Çocuğumuz erkek olunca adını ‘’ZAGOR ‘’ koyalım diye de tutturdu. Koymadık tabi ki.
Bana taşıtmıyor hiç tepsiyi.
Çünkü hala elim ayağıma dolaşıyor, onu görünce,
29 yıldır,
İlk günkü gibi…