18 Nisan 2020 Cumartesi

YOLDA








YOLDA

Annem su döktü ardımdan. Bu ikincisi. Birincisi üniversiteye giderkendi. Altı sene sonra valizim elimde yola çıktım tekrar,  tekerlekleri ne de çok ses çıkarıyor sabahın sessizliğinde. Kaldırımlar kırık dökük. Valizimin tekerleklerinden biri daha yolun başında bıraktı beni, annemlere  doğru yuvarlanıp gitti.

Şehir de sessiz. Terk edilmiş küçük şehrim benim. 

Ahmetlerin evinin de perdeleri çekik. Bir çalsam kapıyı.
Tak. Tak. Tak.
Anacım günaydın. Ahmet’i bir göreyim, dediydim.
Valizime baktı Ahmet’in anası. Sonra, o da gitti, dedi.
Yine benden önce davranmış. Okumayı önce o söktü, önce o iş buldu, önce âşık olan oydu. Yine benden önce.

Otogar biraz daha hareketli. Bilet kuyruğu var içeride. Gelen yok mu bu şehre?
Nereye abi,
Kalkacak ilk otobüse.
Ananın karnına döneceksin deseler kabul edeceğim, ya da cehennemin dibine falan.

Cam kenarı bir koltuk. Camlar buhar yapmış . Bir kalp yaptım, eros da okunu fırlattı. Bir ucuna A, bir ucuna E yazdım. Dışarısı dumanlı görünüyor, gökyüzü bulutlu. Kalbi istemeye istemeye elimle siliverdim. Tepelerde güneşi gördüm.

Yanımdaki amca kasketini koydu kucağına. Bingöl’ün Oraklı köyündenmiş. Oğlunu arıyor.  Üniversite kazanıp çıkmış köyünden genç delikanlı, uzun zamandır haber alamayınca düşmüş yola yaşlı yol arkadaşım. En son İzmir’de bir cezaevinde görülmüş oğlu. O kadar, sonra sustu. Ben gözlerine sordum ne oldu diye, onlar bana bir bir anlatıverdi. Hep aynı hikâye. Yaşarken öldüren bir bulaşıcı hastalık.  Düşünen beyinleri yok eden, daha çok da gençlere musallat.

Otobüs sessiz. Derin bir sükûnet.
Arka koltuklara bakıyorum. Kızlar, erkekler. Kalplerinde iki kuş, seslerini duyuyorum. Biri cik cik, öbürü sus pus. Gitmekle gitmemek arasında.

Şoförümüz koltuktan taştı taşacak. Elinde sigarası camdan üflüyor. tık nefes. Öksürüğe boğularaktan, yine gençler gidiyor, deyip, başını sallıyor.
Lisedeki matematikçi Halil hocama benzettim onu. Kocaman göbekli, pos bıyıklı.  Öğretmenlerimizin çoğu şehri terk etmişti, kalan tek tüklerden biriydi Halil Hocam. Sırtımı dayamıştım bir gün,  soğuk taş bir duvara, gözlerim gökyüzünde bulutlarda. Sırtını dönmüştü bana. Gel buraya yaslan, diye.
Siz neden gitmediniz hocam,
Nasıl olsa gönderirler, dedi. Gönderdiler gerçekten, görevden alındı, tehlikeliymiş düşünceleri.

Mezun olunca dönmüştüm  memlekete. Cübbem sırtımda, adalet ceplerimde. Dağıtacaktım ara sokaklara, kuytu köşelere. Haksızlıkların üzerine serpecektim.  

Gülmeye başladım o günleri düşününce,  koltuk arkadaşım baktı yüzüme…
Annemle babam gelmişti aklıma. Dönünce, onların yanına, radyoyu açıp göbek atmışlardı karşılıklı. Babamı sadece o gün görmüştüm oynarken, elleri havada…

Muavin, otobüsün sessizliğini bozup kahve servisi yapmaya başladı. Kahve çekirdekleri yayıldı otobüsün içinde. Ayşe sade kahve içerdi, fincan kesmezdi onu, cam bardakta. Büroya ağabeyinin  davası için geldiğinde tanışmıştık. Kitap yazıyordu adam.  Cümleleri birer kurşunmuş, öyle dediler.  Tutukladılar. Kaldığı cezaevini bile bulamadık, yok oldu hiç yaşamamış gibi. Ayşe de gitti, ağabeyinden sonra, kalamayacağım, diye not yazmış bana. Ben kırılmadım da kalbim kırıldı.

Sağımdaki koltukta kız uykusunda gülümsüyor. Arkadaki sakallı sarışın delikanlı uzaklara gitmiş besbelli. Göz kapakları düştü düşecek. Hepsinin başının üzerinde balon, balonun içinde hayalleri. Gözlerimi ovuşturuyorum. Patlıyor hepsi birer birer.

Amcanın kafası omuzumda. Kımıldamıyorum uyanmasın diye. Dışarıda buğday başakları birer genç kız. Örgülü saçlarını rüzgârda bir sağa bir sola sallıyorlar. Tohumları dolu. İnsanoğluna küsmeden kırılmadan onları doyurmaya devam ediyorlar.

Muavin memnun bu sessiz genç yolculardan. Durmadan servis yapıyor kim ne isterse. Kahveden sonra çay kokusu geldi burnuma. Amca omuzumdan kaldırdı başını,  çay mı var diye.
Otobüsün içini haşır haşır naylon poşet sesi kapladı. Amca poşetten pişileri çıkardı.
Sabah hanım yaptı,  yolluk.
Muavine verdi, bütün otobüse dağıttırdı.
Kız uyanmış, soruyordu, geldik mi, diye. ,
Sakallı sarışın, iki saat sonra İzmir’deyiz dedi.
Koltukların altına dereotları düştü yeşil yeşil.
Muavin seslendi, bir çay daha vereyim mi, diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder