DEMOKRASİ VE KEK YANYANA, BUZDOLABINDA
2018 HAZİRAN seçimlerine
giderken sayın liderlerimizin gösterdiği performanslara baktığımızda, vatandaşa
verdikleri vaatlere gözattğımızda, televizyon ekranlarında soruları cevaplarken
ki ruh hallerini analiz ettiğimizde çok değişik tablolarla karşılaşıyoruz.
En son Sayın Cumhurbaşkanımızın
performansını televizyon ekranlarından seyrettiğimde çok derin bir hayal
kırıklığı yaşadım. O ne olursa olsun bizim Cumhuriyetimizin Cumhurbaşkanıydı,
yani ben Cumhur, O, Başkan'dı. Ve O Cumhur'un Başkan'ı çok ama çok yorgundu.
İnsan olarak baktım ona ve dedim ki içimden:
''En yüksek mevki ye gelip, Allaha
şükür torunlarınızın torunlarının torunlarının da geleceğini garantiye alıp,
Türkiye'yi genç nesillere, daha heyecanlı ellere bırakmak varken, bu yorgun
bedeninizle ve gerçekten şişmiş gözaltı torbalarınızla neden hala çabalamak, neden?''
Tabi ki bunun cevabını bizler
anlayamayız. Ülkemiz de nedense bir mevkiyi dolduranlar sanıyor ki, kendisi
giderse her şey alt üst olur, mekanizmalar bozulur, dünya dönmez olur...
Bir milletvekili her dönem
seçilmek zorundadır sanki. Sanki onun boşluğunu kimse dolduramaz, sanki kimse
onun gibi o koltuklara oturamaz ve onlar gibi uyuklayamaz ve mecliste el
kaldıramaz.
Hele ki parti liderleri '' beni
yok etmek istiyorlar'' diye bir saplantılı ruh haline girip, o giderse ülke yok
olur, parçalanır gibi hastalıklı düşüncelerle ayrılamazlar bir türlü
partilerinin başkanlığından.
16, 26, 36 kez başarısız
olurlar, ama kardeşim bir türlü kıpırdamazlar.
16 yıl iktidarda kalırlar,
artık politikaları ve nefesleri yetmez koşmaya, iflas eder bedenleri, o kadar
yorulmuşlardır ki, kandırılırlar, aldatılırlar ve itirafta ederler ama yine
de tık yok, devam ederler nefes nefese kalp krizi geçirme pahasına
koşuya.
Sayın Cumhurbaşkanımızın
performansının da düştüğünü nereden çıkardın diyecek olursanız, seçim
vaatlerinden efendim, seçim vaatlerinden.
''Her eve buzdolabı giriyorsa
refah seviyesi var, demektir'' sözünden.
İlk olarak1748 ( Amerikalı
mucitler, sonra İngiliz ve İsveçli ve de Alman mucitler tarafından )yılında
tasarlanan, 1844 yılında ticari olarak üretilen, 1890 yılında satışa
sunulan, 1920' li yıllardan sonra üretimi hızlanarak evlerde başköşeye kurulan,
Türkiye'ye de 1930'lu yıllarda giren fakat 1961'de ilk üretimi yapılan ve sonra
gittikçe yayılan bir ev eşyasından bahsediliyor.
Ve hatırlatmak isterim ki 2018
yılında, görüntülü telefonların çocukların elinde olduğu bir çağda yaşıyoruz. O
yüzden derim ki böyle bir karşılaştırmayı yapabilmek cesaret ister. Kimse açık açık
sormasa da yüzüne karşı, alkışlasa da sevgisinden dolayı, içinden geçirmiştir
'' eh, müsaadenizle bu çağda da olsun artık birer buzdolabı'' Ama yeter ki içi dolu olsun!
Bir de KEK konusu var.
Bazen diyorum ki ''Sayın Cumhurbaşkanımız bizi KEK'liyor mu, ya da birileri mi
onu KEK'LİYOR''
''Millet kıraathaneleri açacağız
ve içinde KEK ve ÇAY OLACAK, ÜCRETSİZ''
Vallahi bana uyar. Ben giderim,
zaten hazır kek ve çay var, kitap okumaya da bayılırım. Çıkmam ben millet
kıraathanelerinden de. Fakat Sayın Bakanımız Mehmet Şimşek'in '' Ülkemizde kitap
okuma oranı binde 1'' dedikten sonra bu projeyi açıklamak ne anlama gelir
bilemedim, bilemedim.
Yüce gönüllü halkımız kıraathanelere
gider, 4' lüyü kurar okeye, çay ve kekleri de mideye indirir, kitapları da sallanan masaların,
iskemlelerin ayağının altına koyar, dengeyi sağlar.
Çok uzattım çok. Kısaca demem
şudur ki:
Tam EKMEK İÇİN EKMELEDDİN
gibi bir seçim sloganının yarattığı psikolojiden yeni yeni çıkıyorduk ki,
KEK VE BUZDOLABI yine ayarımızı bozdu. Saygılarımla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder