21 Kasım 2020 Cumartesi

 




KOKLAMAYA KIYAMAM

Bir otobüs yolculuğunda kitabımı çıkarmış, kulaklıkları takmak üzere hazırlanmış kendimce bütün mesajı vermiştim yanımda oturacak olan kişiye. Lütfen rahatsız etmeyinizin kibarcası.  Bir süre sonra yanıma uzun boylu, dalgalı kumral saçlı, güneş gözlükleri Türkçe bilmeyen( Gülşah Saraçoğlu deyimiyle. Evet doya doya moda seyrediyorum söylemesi ayıptır) bir kadın oturdu.  Daha yerleşirken merhaba, yolculuk nereye, dedi. Duymazlıktan geldim, kulaklık var ya.  Omuzumu dürttü, merhaba, dedi ısrarla. Çıkardım, merhaba, iyi yolculuklar, dedim. Bu sefer kitabımı açtım.

‘’Ben de çok okurum,’’ dedi. Anlamıştım, rotayı çizmişti, sohbet edilecekti.

‘’Ne okursunuz,’’ dedim.

‘’Ne bulursam, ‘’diye geçiştirdi. ‘’Aslında bu ara iyi değilim, kafam çok dağınık, kendimi veremiyorum, ‘’ deyip gözlüklerini çıkarınca kan çanağına dönmüş gözleri çıktı ortaya.

‘’Hasta mısınız,’’ dedim kitabımı kapatarak.

Hayır, ama sayılır. Kocamla ilişkimiz hasta, dedi gözlüğünü dikkatle kutusuna koyup kaldırdı çantasına.

‘’Nasıl oluyor o hastalıklı ilişki, tedavisi yok mu,’’ dedim biraz alaylı.

‘’Sanırım bıktı benden. Sıkıldı otuz yıl sonra evliliğimizden. Çoluk çocuk gidip ikimiz kalınca sudan çıkmış balığa döndük. Sanki iki yabancı olmuşuz aynı evde fark etmeden. Geçen gün sinirlendi bana elindeki kumandayı fırlattı, gözüme geldi.’’

‘’Siz de terk ettiniz tabi onu. ‘’

‘’Terk ettim ama şimdi geri dönüyorum, ‘’dedi ve  nasıl bir tepki vereceğimi kestirmeye çalışarak bana döndü iyice.

‘’Aaaa, neden?’’ Dedim sadece.

‘’Onu terk ettiğimden beri gözümü kırpmadım daha. ‘’ Paltosunun yakasını kaldırıp derin derin kokladı.

‘’Onun kokusu olmadan uyuyamıyorum da…’’

İçime işledi bu sözü. Alışmak, bağlanmak, kokusunu aramak. Ömrümüz bir koku peşinde geçiyor belki de.

Annenin sıcak ev kokusu

Babanın avucundaki emek ve ter  kokusu

Bebeğin süt kokan teninin kokusu

Sevgilinin parfümüyle karışmış nefesinin kokusu…

Ve bazı evlerin kendine has kokusu.

 Bahriyeli apartmanında karşı dairedeki komşumuz Meserret Teyzemin evinin kokusu da bunlardandı. Yurt dışı gezileri ilk ondan duymuş ve dinlemiştim. Roma’dan gelirken bana üzerinde Pisa kulesi olan bir fular getirmişti. İspanya’dan üzerinde Flamenko dansı yapan kabarık kırmızı etekli bir İspanyol kızı bulunan yelpaze.  Kapının zili çaldığında dürbünden bakar, kapıdaki Meserret Teyzem ise ben açmazdım, anne ne olur sen açsana, derdim.  Çünkü ben de bel lastikleri gevşemiş çiçekleri solmuş pazen pijamalar, onda ise ipek sabahlık ya da kadife işlemeli eşofmanlar olurdu.  İlk evlerine girmem ise bir bayram sabahı olmuştu.  Hiç sevmezdim bayram ziyaretlerini ama babam olmaz, gidilecek deyince kuzu kuzu katıldım sürüye. Kocası Servet Amca da eski Belediye Başkanı, emekli asker. Daha kapı açılınca burnuma ulaşan o koku beni benden alıverdi. Oturduğum sürece kokunun kaynağını bulmaya çalıştım. Tazı gibi burnumu fırt fırt çekiyordum. Babam, ne oluyor kızım, demişti. Annem de kaş göz işareti yapıyordu durmadan. Yerler halı kaplıydı, acaba halı kokusu muydu, ya da Paris’ten aldığı bir parfüm kokusu mu? Bir üst tabaka kokusu mu, biraz zenginlik, biraz görmüş geçirmişliğin kokusu mu, biraz resmiyet, biraz siyaset, biraz kültür,  biraz mazi, biraz,  biraz, hepsi harmanlamış, bir imbikte damıtılmış sonra da etrafa azar azar damlatılmış, kesin öyleydi. Likörlü kahveyi de ilk orada içmiştim o gün. Çıkarken de içi çikolata dolu bir simli kese vermişti elime. Hala hepsi duruyor çekmecemde.

Ben de yıllar sonra kimyacı oldum. Her yaşadığım evde o kokuyu yaratmaya çalıştım. Ama olmadı bir türlü. Benim evim Meserret Teyzemin evi gibi kokmadı hiç. Bazen  rutubet, bazen portakallı kek, bazen simit, çay,  bazen kitap, bazen kahve dumanında hasret koktu.

Meserret Teyzemi ise en son bir hastane odasında ziyaret ettim. İlaç kokulu bir yatak, ecza kokulu bir odada. Onu hiç yakıştıramadım oraya.  Çıkardım çantamdan küçük parfüm şişemi. Odaya şöyle bir sıkıp havayı değiştirdim. Elimi tutup,   gülümsedi bana.

Köşe başını tutan leylak kokusu / yakamı bırak da gideyim , demiş ya  şair. O kadar tutsağız  işte kokulara hepimiz. Zaman dediğimiz kavram  ise  sadece bir koku demeti .

Geçmiş,  naftalinli hediyelerin kokusu, kitap sayfaları arasında kalmış kurumuş yaprakların ekşi kokusu, gitmiş bir sevgilinin içine çekip kalbine depoladığın  boynunun kokusu,

Şimdi, ceplerimize sakladığımız çocukluk hallerimizin kokusu,  etrafında toplanmış olan bütün çiçeklerin kokusu ,

Gelecek , ağaçların yeni filizlenen  tomurcuklarının kokusu, ‘’yarın güzel bir gün olacak’’ yazan mürekkepli kalemin kokusu, umudun kokusu…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder