KOKLAMAYA KIYAMAM
Bir otobüs yolculuğunda kitabımı çıkarmış, kulaklıkları
takmak üzere hazırlanmış kendimce bütün mesajı vermiştim yanımda oturacak olan
kişiye. Lütfen rahatsız etmeyinizin kibarcası.
Bir süre sonra yanıma uzun boylu, dalgalı kumral saçlı, güneş gözlükleri
Türkçe bilmeyen( Gülşah Saraçoğlu deyimiyle. Evet doya doya moda seyrediyorum
söylemesi ayıptır) bir kadın oturdu. Daha
yerleşirken merhaba, yolculuk nereye, dedi. Duymazlıktan geldim, kulaklık var
ya. Omuzumu dürttü, merhaba, dedi
ısrarla. Çıkardım, merhaba, iyi yolculuklar, dedim. Bu sefer kitabımı açtım.
‘’Ben de çok okurum,’’ dedi. Anlamıştım, rotayı çizmişti,
sohbet edilecekti.
‘’Ne okursunuz,’’ dedim.
‘’Ne bulursam, ‘’diye geçiştirdi. ‘’Aslında bu ara iyi
değilim, kafam çok dağınık, kendimi veremiyorum, ‘’ deyip gözlüklerini
çıkarınca kan çanağına dönmüş gözleri çıktı ortaya.
‘’Hasta mısınız,’’ dedim kitabımı kapatarak.
Hayır, ama sayılır. Kocamla ilişkimiz hasta, dedi gözlüğünü dikkatle
kutusuna koyup kaldırdı çantasına.
‘’Nasıl oluyor o hastalıklı ilişki, tedavisi yok mu,’’ dedim
biraz alaylı.
‘’Sanırım bıktı benden. Sıkıldı otuz yıl sonra
evliliğimizden. Çoluk çocuk gidip ikimiz kalınca sudan çıkmış balığa döndük.
Sanki iki yabancı olmuşuz aynı evde fark etmeden. Geçen gün sinirlendi bana
elindeki kumandayı fırlattı, gözüme geldi.’’
‘’Siz de terk ettiniz tabi onu. ‘’
‘’Terk ettim ama şimdi geri dönüyorum, ‘’dedi ve nasıl bir tepki vereceğimi kestirmeye
çalışarak bana döndü iyice.
‘’Aaaa, neden?’’ Dedim sadece.
‘’Onu terk ettiğimden beri gözümü kırpmadım daha. ‘’ Paltosunun
yakasını kaldırıp derin derin kokladı.
‘’Onun kokusu olmadan uyuyamıyorum da…’’
İçime işledi bu sözü. Alışmak, bağlanmak, kokusunu aramak.
Ömrümüz bir koku peşinde geçiyor belki de.
Annenin sıcak ev kokusu
Babanın avucundaki emek ve ter kokusu
Bebeğin süt kokan teninin kokusu
Sevgilinin parfümüyle karışmış nefesinin kokusu…
Ve bazı evlerin kendine has kokusu.
Bahriyeli
apartmanında karşı dairedeki komşumuz Meserret Teyzemin evinin kokusu da
bunlardandı. Yurt dışı gezileri ilk ondan duymuş ve dinlemiştim. Roma’dan
gelirken bana üzerinde Pisa kulesi olan bir fular getirmişti. İspanya’dan
üzerinde Flamenko dansı yapan kabarık kırmızı etekli bir İspanyol kızı bulunan
yelpaze. Kapının zili çaldığında dürbünden
bakar, kapıdaki Meserret Teyzem ise ben açmazdım, anne ne olur sen açsana,
derdim. Çünkü ben de bel lastikleri
gevşemiş çiçekleri solmuş pazen pijamalar, onda ise ipek sabahlık ya da kadife
işlemeli eşofmanlar olurdu. İlk evlerine
girmem ise bir bayram sabahı olmuştu.
Hiç sevmezdim bayram ziyaretlerini ama babam olmaz, gidilecek deyince
kuzu kuzu katıldım sürüye. Kocası Servet Amca da eski Belediye Başkanı, emekli
asker. Daha kapı açılınca burnuma ulaşan o koku beni benden alıverdi. Oturduğum
sürece kokunun kaynağını bulmaya çalıştım. Tazı gibi burnumu fırt fırt
çekiyordum. Babam, ne oluyor kızım, demişti. Annem de kaş göz işareti yapıyordu
durmadan. Yerler halı kaplıydı, acaba halı kokusu muydu, ya da Paris’ten aldığı
bir parfüm kokusu mu? Bir üst tabaka kokusu mu, biraz zenginlik, biraz görmüş
geçirmişliğin kokusu mu, biraz resmiyet, biraz siyaset, biraz kültür, biraz mazi, biraz, biraz, hepsi harmanlamış, bir imbikte
damıtılmış sonra da etrafa azar azar damlatılmış, kesin öyleydi. Likörlü kahveyi
de ilk orada içmiştim o gün. Çıkarken de içi çikolata dolu bir simli kese
vermişti elime. Hala hepsi duruyor çekmecemde.
Ben de yıllar sonra kimyacı oldum. Her yaşadığım evde o
kokuyu yaratmaya çalıştım. Ama olmadı bir türlü. Benim evim Meserret Teyzemin
evi gibi kokmadı hiç. Bazen rutubet,
bazen portakallı kek, bazen simit, çay, bazen kitap, bazen kahve dumanında hasret
koktu.
Meserret Teyzemi ise en son bir hastane odasında ziyaret
ettim. İlaç kokulu bir yatak, ecza kokulu bir odada. Onu hiç yakıştıramadım
oraya. Çıkardım çantamdan küçük parfüm
şişemi. Odaya şöyle bir sıkıp havayı değiştirdim. Elimi tutup, gülümsedi bana.
Köşe başını tutan leylak kokusu / yakamı bırak da gideyim ,
demiş ya şair. O kadar tutsağız işte kokulara hepimiz. Zaman dediğimiz
kavram ise sadece bir koku demeti .
Geçmiş, naftalinli
hediyelerin kokusu, kitap sayfaları arasında kalmış kurumuş yaprakların ekşi
kokusu, gitmiş bir sevgilinin içine çekip kalbine depoladığın boynunun kokusu,
Şimdi, ceplerimize sakladığımız çocukluk hallerimizin
kokusu, etrafında toplanmış olan bütün
çiçeklerin kokusu ,
Gelecek , ağaçların yeni filizlenen tomurcuklarının kokusu, ‘’yarın güzel bir gün
olacak’’ yazan mürekkepli kalemin kokusu, umudun kokusu…