DEĞİŞMEK
Çay
bahçeleri bile değişti Eylül ile birlikte. Dün sabah erkenden kendime
hazırladığım bir sandviç ve kediler için aldığım peynirli poğaça ile gittim çay
bahçesine. Ne bizim siyah beyaz tekir, ne de sarı sarman, hiç biri gelmediler
yanıma. Bir de bakım ki balık mevsimi açılmış, hepsi balık tezgâhlarının
peşinde. Yapayalnız hissettim kendimi, ağır
hüzün kokan çay bahçesinde. Ağaçlar bi garip,
soyunmuş, tanıyamadım onları. Eylül’ü görünce ne de çabuk değiştiniz diye
sitem ettim hepsine.
Önceki zamanlarda
ateşlenen çocuklar battaniyelere sarılır, terletilirdi. Birçok bebeğin bu yüzden
havale geçirdiği kanıtlanmıştı. Ya da ayaklarımızda sallayarak serseme
çevirdiğimiz çocuklar şimdi yataklarında kendileri mışıl mışıl dalıyorlar
uykuya. Zorla kaşık kaşık yedirilen muhallebilere ne demeli? Artık şeker yasak,
yemek ise çocuğun elinde.
Sayfa sayfa
yazdığımız mektuplar, elimizde jeton sıra beklediğimiz telefon kulübeleri, pullu kartpostallar, radyo tiyatroları,
gençliğin HEY dergisi, çocukların doğan kardeşi.
Neredeler şimdi? Samsung mu iphone' mi var elimizde?
Ya da Fizik
kanunları için. Daha önce kabul edilen ölçülere göre proton ’un evvelce ölçülen
değerden çok daha küçük olması.
Ya da kısa
bir süre önce kadınların kıyafetine uygun ruj ararken şimdiler de uygun desen
ve renkte maske seçmesi.
Dün Tolstoy’un
‘’ muhteşem bir hikâye için bir insanın yerini değiştirmesi’’ fikri ya da bu
gün Oktay İhsan Anar’ın ‘’ yerinden kımıldamadan hayal edemeyeceğimiz kurgular
yapması’’
Bilim,
Edebiyat, Gündelik Yaşam bile sürekli değişim halindeyken değişmeyen tipler de
var ne yazık ki.
Örneğin İdam
Cezasını İsteyenler. Ellerinde ip ile dolaşanlar. Geçmişte İdam edilenlere bu gün
şiirler, övgüler yazılanları görmeyip dediğinde diretenler.
Ya da
geçmişte hapsedilen düşünceler bu gün özgürce salınırken ortada hala ‘’yanlış
düşünüyor’’ diye tutuklamak reva mıdır insanları?
On bin yüz
kere kapattıkları partileri yine kapatmaya çalışanlar.
Hala
düşünceden korkmak, hala demokratik yollarla seçilenleri yok etmeye çalışmak
hangi korkunun arkasına saklanmaktır, dedirtirler insana.
Bu tür insanlar da değişirler aslında. Ama çıkarları doğrultusunda değişenlerdir bunlar. Dün yüzüne tükürdüklerinin eteğini öpenler. Dün en ağır ithamlarla suçladıklarına bu gün tapanlar.
Her sabah
aynı diye uyanırız ya. Yine güneş doğar doğudan, kim bilir kaç milyarıncı kez.
Ama doğduğu yer ve zaman değişir her gün. O yerine bakmaksızın yine de çıkar
karşımıza bir umut olarak. Bazen
bulutları ittire kaktıra yüzünü gösterir. Ya da fırtınalı bir yağmurdan sonra
renklerini gönderir yeryüzüne. O gün yok
mu gökyüzünde? Korkmayız. İçimiz rahattır.
Biliriz ki ya bulutların ardında ya da dünyanın başka bir köşesindedir
yaşam.
Güneşi örnek
mi alsak ki kendimize?
Değişerek ama
aydınlatmaya devam ederek.
Değişerek
ama ağaçları, bitkileri fotosenteze davet ederek.
Yağmura
buluta fırtınaya da ihtiyacımız olduğunu bilerek,
Rahatça
nefes alabileceğimiz maskesiz bir dünya için.
O darağaçlarında
sallandırılan iplerden salıncak yapmak için.
Değişim
olmadan gelişim olmayacağını bilerek, değişime uğrasak mı ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder