YERYÜZÜNDEKİ YABANCI
Sevgili Dostum,
Hep derdim, sen bu dünyanın insanı değilsin diye. Bana kalırsa
uzaydan yanlışlıkla yeryüzüne düşmüştün sen. İki de bir tökezlemen o yüzdendi. Arada
bir duvarlara toslaman da. Bedenin insana benzemişti de, iç dünyan etkilenmemişti
insandan. Hatırlar mısın, nasıl da
kaşınırdı bacakların, nasıl da şişerdi
elin yüzün. İçine atma, söyle üzüntünü, öfkeni. İçinde biriktirdiklerin bir yol
bulup çıkmaya çalışıyorlar baksana, deyip ellerinin üzerindeki kabarıklıkları
gösterirdim.
Günlerce konuşurduk seninle. Anlatır, çözmeye çalışırdık hayatın
aritmetiğini. İnsan birdir. Doğar ve ondan sonra tek başınadır, diye. Anne ile
bağı olan kordonu bile daha ilk nefeste kesilir. Ta taş devrinden beri.
Kayaların altında, mağaraların içinde içgüdüsel hayatta kalmaya çabaları. Güçlü
olan kazanır. Genetiğine kodlanmış. O yüzden savaşlar, o yüzden haksızlıklar,
kayırmalar, egosu şişkin varlıklar. Kızmasak artık şu zavallı insanoğluna der,
gülümserdik. Çözdük sanırdık problemi.
Sevgili dostum, yeryüzü muhteşem bir yer, derdin sen. Ormanlara ellemezsen bütün
yeryüzünü kaplar. Nehirler atlaslara sığmaz. Niye sınırlar çiziyor ki insanlar,
diye çırpınırdın. Her seferinde birileri dışarıda kalmıyor mu? Denizlerde can
veren minik bebekler, sınırlarda ölen gençler,
dünyanın öbür ucunda aç çocuklar. Yine çıkmaza girip üzülürdün.
Ama insanoğlu işte ısrarla çizer sınırları. Nehir yataklarını
değiştirmeye kalkar. Ormanlara yerleşir, börtü böceği, yılanı, ayıyı, sincabı
yuvasından eder. Ama biliyor musun, her seferinde kaybeder. Bazen bir deprem
bazen seller bazen veba bazen bir bomba ummadık anda yakalar onu. Kendi
yarattığı idealleri uğruna altında kalıp ezilir. Hayatta kalma mücadelesi ölümü
bildiğinden aslında. Yaşayacağı şu kısa
süreyi iyi değerlendirmek ister. Daha
başarılı, daha paralı, daha rahat, daha büyük, daha gösterişli bir hayat sürsün
hiç olmazsa. Değsin şu dünyaya geldiğine. Daha, daha, daha….
Ah, canım arkadaşım, Sen
ayak uyduramadın bu dahalara. Bu dünyanın kimlikleri ve bu dünyanın sınırları sen
ve senin gibiler için çok büyük esaretti. Üzerine yapıştırılan her rol biraz
daha sıktı boğazını. Okulda senden çok
umutluyuz, sınavda bize birincilik getireceksin, derlerdi sana, hatırladın mı?
Haklı çıkarmak için onları gece gündüz çalışırdın. Hamarat eş, cefakâr anne, başarılı
öğretmen… Niye kimse iyi insan istemiyor, diye öfkelenirdin.
En sonunda sende bir sınır çizmek zorunda kaldın. Güneydeki
o hayallerimizdeki kasabaya yerleştin. Küçücük bir toprak parçasını çitlerle
çevirip içine girdin. Sen o küçük
dünyanda bildik oldun tanınır oldun. Kendini ifade edebildiğin, sevimli
sözcükler söyleyebildiğin yerdi burası senin için. Ama yine de küçücük bahçende
kaldı gözleri. Senin yetiştirdiğin
domatesler gözlerine battı. Nasıl terk eder o ışıl ışıl şehirleri diye
dedikodunu yaptılar. Senin dünyana baktılar ama anlamadılar.
En sonunda bahçeni de ellerinden aldı büyük baronlar.
Anlamıştım başka çaren kalmadığını. Dönemezdin artık insanı yutan şehirlere.
Seni keşfedilmemiş bir ormanda, henüz haritalara çizilmemiş
bir nehirde hayal ediyorum. Ya da bir atlasın içinde yelkenlide. Kim bilir
belki de ait olduğun bir dünya bulmuşsundur kendine. Ama bir adres istiyorum
senden. Bir ufacık not. Bir minicik ipucu lazım bana. Çünkü sen hayattaysan, sen nefes alıyorsan
benim bu dünyaya ait umutlarım yeşerecek.
BİR
DOST
Kendimi herhangi bir
yere ait hissetmiyorum.
Ne bir şehre, ne bir
ülkeye, ne de dünyaya.
Yeryüzüne susmaya
gelenler sınıfındayım. Hasan Ali Toptaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder