ANNEMİN BAKLAVALARI…
İnanın
sebebini ben bile bilemiyorum artık. Unutmuşum. Aradan o kadar çok zaman geçmiş ki. Hiç
hatırlayamıyorum. Kafamda birkaç fotoğraf canlanıyor ama sebep neydi tam olarak,
çıkaramıyorum.
Annemle
görüşmeme sebebimiz, yıllardır onu ziyaret etmiyor olma sebebim neydi, onu bile
hatırlamıyorum.
Ben onun
küçük oğluydum. Evde yerim bambaşkaydı. Şımaran, kollanan hani evin küçüğü
olunur ya, işte ben öyleydim. Ablam annemin yardımcısı, bana ikinci anne gibiydi.
Ağabeyim evin akıllısı, okuyacak olan, evin gururuydu.
Çocukluk
günlerimiz o kadar güzeldi ki, sokaklarda geceler, ağabeylerimizin mektuplarını
mahallenin kızlarına taşıyıp harçlık kapardık. Ablamın mektuplarını taşımazdım,
taşıyanlara da kızardım. Erkeğiz ya, korumacı duygularım kabarırdı. Ablamın
namusu küçük de olsam benden sorulurdu.
Ablam o
dönem âşık oldu, karşı komşunun oğluna. Aileler birbirini çok severdi, çocukları
da astsubay olmuştu. Ablam liseyi bitirip evlendi sevdiğiyle.
Ağabeyim akıllı
çocuk, gurur kaynağımız dı, ailenin umutlarını hiç boşa çıkarmadı. Teknik
üniversiteyi kazanıp mühendis oldu. AH, babamı görmeliydiniz, nasıl da mutlu olmuştu, yüzünden okunurdu gururu. Hiç üzmedi ağabeyim onları, okulunu bitirdi, İstanbul’
da iş buldu. Hani bir ritüel vardır ya, toplumda uyulması gereken ama yazılı olmayan
kurallar, işte bunlar tam ağabeyime göreydi. Her şey sırasıyla. Okul, askerlik,
evlilik, çocuk. Anne babalar da çok sever
böyle çocukları değil mi? ‘’Ah ne güzel, üzmedi hiç beni.’’
Ben öyle
değildim işte. Benim hayatımda her şey tersine gerçekleşiyordu sanki.
Doğarken de
ters gelmişim hatta da, çok korkmuşlar sakat kalacağım, diye.
Doğduktan
sonra ağlar ya bebekler, ben sanki kahkaha atmışım diye anlatılırdı.
Gece herkes
uyuyunca o ev benim olurdu sanki, ben gece boyunca uyumazdım.
Herkes acıkır
ben acıkmaz, ben acıkırdım herkes tok olurdu.
Aynen gönül
işlerimdeki gibi. Ağabeyimin yaptıklarının tam tersini yaptım, yaptıklarimla tepetaklak oldu
tüm ailem. Hele ki babam, tam bir hayal kırıklığıydım onlar için yani.
Lise
bitmişti ki, o yaz bir kızla tanışmıştım. İlk görüşte aşk olur ya, sizin anlayacağınız
çarpılmıştım. Ama bilmiyordum gerçekten de evli ve çocuklu olduğunu. Söyleseydi
değişir miydi duygularım bilemem ki şimdi.
Ne fırtınalı
bir aşktı yaşadığımız. Gizli kapaklı buluşmalar, kocasından nefret ediyordu, ‘’kurtar
beni bu adamdan‘’ diyordu. Nasıl kıyarsın sevdiğine, ben de kıyamadım işte’’ Boşan, evleneceğim seninle
‘’ dedim. Çok da dayak yedim. Kocasından, yakınlarından, ama benim gibi tersten
yaşayan adam pes eder mi? Etmedim tabi ki.
Babam ‘’ okulun
ne olacak, ya üniversite, ne iş yapacaksın, askerlik, kadının çocukları
‘’ dedi, dedi de. Bir işe yaramadı.
‘’ En
sonunda biz arkanda değiliz ‘’ dediler ve peşimi bıraktılar. Aslında
kötü bir şey yapmamışlar, şimdi anlıyorum, sadece beni özgür bırakmışlar.
Hepsini terk
ettim, ailemi sildim bir kalemde, anneciğimi bile.
Sevgilim,
sonradan karım olan kadın da ‘’ ya ailen, ya ben’’ deyince başka
çarem de kalmamıştı zaten.
Ne zor
günler yaşadım, ne zor. Askerlik yok, diploma yok. Evin şımarık çocuğu bir de
baba olmuştu iki küçük çocuğa. Fabrika günleri başladı. Zaman, fabrika ev, çoluk
çocuk, masraflar, borç hır gürleri arasında geçti.
Yatağıma yattığımda,
yapayalnız kaldığımda hatırlıyordum çocukluğumu, gece herkes uyuyunca
buzdolabını açıp, annemin yaptığı baklavaları aşırdığımı.
Ağabeyimin
hakkını yiyemem, hep yokladı beni "başın sıkılırsa ara " diye.
Aramadım hiçbirini.
Ama son
zamanlarda çok ama çok, daha çok düşünür oldum. Çocuklar büyüdükçe, sorunları arttıkça, "babam
olsaydı şimdi ne yapardı", demeye başladım.
Üzüldüğümde
ise anneciğimin ‘’üzülme oğlum, her şeyin bir çaresi vardır, ölümden gayri ’’dediğini
hep hatırladım.
Beni çok
özlüyormuş annem. Ağabeyim söylüyor hep. Ama babamı üzmemek için, belli etmiyormuş.’’Sağ
salim olduğunu biliyorum ya’’ diyor
ve buzdolabında daima baklava bulunduruyormuş benim için.
Annemin
baklavasını çok ama çok özledim. Bir gün, erkekler aş ermez derler değil mi, ben
sanki hamile bir kadın gibi aş eriyorum baklavaya. Karım yaptırdı en meşhur baklavacıya,
ııh geçmedi, Antep’ten getirdi
tanıdıklar, ıııh olmadı, ev baklavası yaptı komşular, ıııh aş ermem bitmedi.
Anladım ki
vakit gelmişti. Hazırladım küçücük bir çanta.
‘’ben
gidiyorum’’ dedim karıma
‘’nereye
‘’dedi
‘’baklava
yemeğe ‘’ dedim.
Anladı hemen.
Anladı hemen.
‘’ama biliyorsun,
sana demiştim, ya ben, ya onlar diye’’ dedi
Çantamı
aldım çıktım.
OOOH, Bu
hava, bu koku, sokağımın kokusu, sanki anamın kokusu…
Çaldım
kapıyı. Çok yaşlıca bir kadın açtı
kapıyı. Utandım, az daha tanıyamayacaktım anacığımı. Girdim içeri. Oturuyordu
babam her zamanki koltuğunda, gözlükleri burnunun ucunda gazetesini okuyordu. Bana baktı ‘’hoş
geldin oğul’’ dedi.
Sanki,sanki, evden bir saat önce çıkmışım da, sanki bakkala ekmek almaya gitmiştim de, gelmişim gibiydiler. Bilemedim ne yapacağımı, nasıl davranacağımı.
Sanki,sanki, evden bir saat önce çıkmışım da, sanki bakkala ekmek almaya gitmiştim de, gelmişim gibiydiler. Bilemedim ne yapacağımı, nasıl davranacağımı.
Ama ah canım anacığım, anladı halimi, geldi yanıma, tuttu ellerimden, götürdü mutfağa. Koydu önüme bir tabak
baklava. Kendisi de iki büklüm, bir iskemle çekip oturdu karşıma.
Ne çok
yedim, ne çok yedim.
Onun
gözlerinin içine baka baka.
Tüm özlemimi
yok edene kadar, yıllardır hasretini çektiğim anamın sevgisine olan açlığımı
yok edene kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder