12 Mayıs 2018 Cumartesi

ANNEMİN BAKLAVALARI



ANNEMİN BAKLAVALARI…

İnanın sebebini ben bile bilemiyorum artık. Unutmuşum. Aradan o kadar çok zaman geçmiş ki. Hiç hatırlayamıyorum. Kafamda birkaç fotoğraf canlanıyor ama sebep neydi tam olarak, çıkaramıyorum.

Annemle görüşmeme sebebimiz, yıllardır onu ziyaret etmiyor olma sebebim neydi, onu bile hatırlamıyorum.

Ben onun küçük oğluydum. Evde yerim bambaşkaydı. Şımaran, kollanan hani evin küçüğü olunur ya, işte ben öyleydim. Ablam annemin yardımcısı, bana ikinci anne gibiydi. Ağabeyim evin akıllısı, okuyacak olan, evin gururuydu.

Çocukluk günlerimiz o kadar güzeldi ki, sokaklarda geceler, ağabeylerimizin mektuplarını mahallenin kızlarına taşıyıp harçlık kapardık. Ablamın mektuplarını taşımazdım, taşıyanlara da kızardım. Erkeğiz ya, korumacı duygularım kabarırdı. Ablamın namusu küçük de olsam benden sorulurdu.

Ablam o dönem âşık oldu, karşı komşunun oğluna. Aileler birbirini çok severdi, çocukları da astsubay olmuştu. Ablam liseyi bitirip evlendi sevdiğiyle.

Ağabeyim akıllı çocuk, gurur kaynağımız dı, ailenin umutlarını hiç boşa çıkarmadı. Teknik üniversiteyi kazanıp mühendis oldu. AH, babamı görmeliydiniz, nasıl da mutlu olmuştu,  yüzünden okunurdu gururu. Hiç üzmedi ağabeyim onları, okulunu bitirdi, İstanbul’ da iş buldu. Hani bir ritüel vardır ya, toplumda uyulması gereken ama yazılı olmayan kurallar, işte bunlar tam ağabeyime göreydi. Her şey sırasıyla. Okul, askerlik, evlilik,  çocuk. Anne babalar da çok sever böyle çocukları değil mi? ‘’Ah ne güzel, üzmedi hiç beni.’’

Ben öyle değildim işte. Benim hayatımda her şey tersine gerçekleşiyordu sanki.

Doğarken de ters gelmişim hatta da, çok korkmuşlar sakat kalacağım, diye.

Doğduktan sonra ağlar ya bebekler, ben sanki kahkaha atmışım diye anlatılırdı.

Gece herkes uyuyunca o ev benim olurdu sanki, ben gece boyunca uyumazdım.

Herkes acıkır ben acıkmaz, ben acıkırdım herkes tok olurdu.

Aynen gönül işlerimdeki gibi. Ağabeyimin yaptıklarının tam tersini yaptım, yaptıklarimla tepetaklak oldu tüm ailem. Hele ki babam, tam bir hayal kırıklığıydım onlar için  yani.

Lise bitmişti ki, o yaz bir kızla tanışmıştım. İlk görüşte aşk olur ya, sizin anlayacağınız çarpılmıştım. Ama bilmiyordum gerçekten de evli ve çocuklu olduğunu. Söyleseydi değişir miydi duygularım bilemem ki şimdi.

Ne fırtınalı bir aşktı yaşadığımız. Gizli kapaklı buluşmalar, kocasından nefret ediyordu, ‘’kurtar beni bu adamdan‘’ diyordu. Nasıl kıyarsın sevdiğine,  ben de kıyamadım işte’’ Boşan, evleneceğim seninle ‘’ dedim. Çok da dayak yedim. Kocasından, yakınlarından, ama benim gibi tersten yaşayan adam pes eder mi? Etmedim tabi ki.

Babam ‘’ okulun ne olacak, ya üniversite, ne iş yapacaksın, askerlik, kadının çocukları ‘’ dedi, dedi de. Bir işe yaramadı.

’ En sonunda biz arkanda değiliz ‘’ dediler ve peşimi bıraktılar. Aslında kötü bir şey yapmamışlar, şimdi anlıyorum, sadece beni özgür bırakmışlar.

Hepsini terk ettim, ailemi sildim bir kalemde, anneciğimi bile.

Sevgilim, sonradan karım olan kadın da ‘’ ya ailen, ya ben’’ deyince başka çarem de kalmamıştı zaten.

Ne zor günler yaşadım, ne zor. Askerlik yok, diploma yok. Evin şımarık çocuğu bir de baba olmuştu iki küçük çocuğa. Fabrika günleri başladı. Zaman, fabrika ev, çoluk çocuk, masraflar, borç hır gürleri arasında geçti.

Yatağıma yattığımda, yapayalnız kaldığımda hatırlıyordum çocukluğumu, gece herkes uyuyunca buzdolabını açıp, annemin yaptığı baklavaları aşırdığımı.

Ağabeyimin hakkını yiyemem, hep yokladı beni "başın sıkılırsa ara " diye.

Aramadım hiçbirini.

Ama son zamanlarda çok ama çok, daha çok düşünür oldum. Çocuklar büyüdükçe, sorunları arttıkça, "babam olsaydı şimdi ne yapardı", demeye başladım.

Üzüldüğümde ise anneciğimin ‘’üzülme oğlum, her şeyin bir çaresi vardır, ölümden gayri ’’dediğini hep hatırladım.

Beni çok özlüyormuş annem. Ağabeyim söylüyor hep. Ama babamı üzmemek için, belli etmiyormuş.’’Sağ salim olduğunu biliyorum ya’’  diyor ve buzdolabında daima baklava bulunduruyormuş benim için.  

Annemin baklavasını çok ama çok özledim. Bir gün, erkekler aş ermez derler değil mi, ben sanki hamile bir kadın gibi aş eriyorum baklavaya. Karım yaptırdı en meşhur baklavacıya, ııh geçmedi,  Antep’ten getirdi tanıdıklar, ıııh olmadı, ev baklavası yaptı komşular, ıııh aş ermem bitmedi.

Anladım ki vakit gelmişti. Hazırladım küçücük bir çanta.

’ben gidiyorum’’ dedim karıma

’nereye ‘’dedi

’baklava yemeğe ‘’ dedim.

Anladı hemen.

’ama biliyorsun, sana demiştim, ya ben, ya onlar diye’’ dedi

Çantamı aldım çıktım.

OOOH, Bu hava, bu koku, sokağımın kokusu, sanki anamın kokusu…

Çaldım kapıyı.  Çok yaşlıca bir kadın açtı kapıyı. Utandım, az daha tanıyamayacaktım anacığımı. Girdim içeri. Oturuyordu babam her zamanki koltuğunda, gözlükleri burnunun ucunda  gazetesini okuyordu. Bana baktı ‘’hoş geldin oğul’’ dedi. 

Sanki,sanki, evden bir saat önce çıkmışım da, sanki bakkala ekmek almaya gitmiştim de, gelmişim gibiydiler. Bilemedim ne yapacağımı, nasıl davranacağımı.

Ama ah canım anacığım, anladı halimi, geldi yanıma, tuttu ellerimden,  götürdü mutfağa. Koydu önüme bir tabak baklava. Kendisi de iki büklüm, bir iskemle çekip oturdu karşıma.

Ne çok yedim, ne çok yedim.

Onun gözlerinin içine baka baka.

Tüm özlemimi yok edene kadar, yıllardır hasretini çektiğim anamın sevgisine olan açlığımı yok edene kadar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder