AH’LARIN ŞAİRİ: DİDEM
MADAK
Otobüs
duraklarında, tren istasyonlarında, terminallerde veya hava alanlarında
koşuşturan insanları görünce sorarız değil mi kendi kendimize:
Sanki
kendilerini bekleyen sondan kaçmak ister gibi. Ölümden olabildiğince uzaklaşmak
ister gibi.
Cinnete kadardı tüm
yollar oysa’’
Herkes koşuyor
bir yerlere, yetişmek için, daha çok kazanmak için ya da daha mutlu olmaya, umuda. Hep oyalanmaca, onun için
gelmişiz galiba dünyaya.
Çevremde de
herkes koşturuyor, bu ara bizim göçmen kuşlar geldi, yerleştiler yuvalarına. Her
yaz aynı yoldan geliyorlar, konuyorlar, işaretledikleri bacalarına, aynı
leylekler gibi.
Çalışıyor
herkes daha iyi bir hayat için, hatta çamaşır makinesi bile daha beyaz, en
beyaz çamaşırlar için dönüyor, dönüyor, sanki dünya ile yarışıyor, bazen
dünyanın hızına yetişemiyor o bile isyan ediyor.
O sırada
şair de:
’Yüzümdeki çillerden başka
İsyan eden biri yok
hayatımda’’ diyor.
Ama
birisinin hiç umurunda değil, çamaşır makinesi, beyaz çamaşırlar, göçmen kuşlar…
O elinde
şiir kitabı, bu ara Didem Madak’a
taktı kafayı.
Umuru değil dünyevi
işler, nasıl olsa birileri halleder.
Ama ya
dizeler, ah bu dizeler.
‘’Hatırlar mısın?
Mavi saçlı bir tanrı gibi severdim Burdur Gölü’nü,
O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü,
Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin,
Bazen ölmek istiyorum,
Beni yeniden doğurman için,
İri, ekşi bir vişne tanesi gibi’’
Bu dizeler unutturur her şeyi, ama götürür de en derinlerdeki
hüzne. Hüzün yoksa hayatında, hüznün derin sularında yüzmezse ruhun, yeşermez ki bu dizeler, açamaz ki bu pespembe çiçekler.
Sezen bile ne demişti bilirsiniz: ‘’Acıdan geçmeyen şarkılar biraz
eksiktir’’
Diyor ki şair yine dizelerinde:
‘’ Bugün kalbimi eski bir plak gibi,
Öyle çok tersten çevirdim ki’’
Tersine çevirmeli bazen hayatı, en ama en tersine. Doğru mu
ki her gün yaşadığımız, yürüdüğümüz yollar? Çevirelim bakalım biraz tersine
tersine.
Sevecek mi yine sevenler, sevecek miyiz yine sevdiklerimizi,
belki de sevmeyeceğiz kendimizi bile.
‘’Pollyanna,
Sana göre insan,
Profiterol gibi yaşamalı,
Bir çamur deryasının içinde, küçük beyaz mutluluk topları yakalamalı’’
İşte hepimiz trafik curcunası, araba kornaları, sel
baskınları, yağmurdan sonra kalan bir çamur deryasında debelenip duruyoruz,
mutlu olalım diye. Hep profiterol yiyemiyoruz, ama işte bazen bir sütlaç, bazen
de tadı genzimize kadar yakan bir nane şekeri…
‘’Gülümsedim o sıra,
Bazen sevinirim,
Sevinmek nedense hep yedi yaşında,
VE AH, DEDİM SONRA,
AH…’’
Çocuklukta mı bıraktık gerçekten o saf sevinmeleri, yedi
yaşında mı sevinmiştiniz en son? Sahi, siz en son hangi yaşınızdaki sade yani saf
sevinmeleri, yani gerçekten sevindirik halinizi hatırlıyorsunuz? Hani o mahalle
bakkalından aldığımız kremalı bisküviyi ikiye ayırıp kremasını yalar gibi. Sadece
o tat mı var hala damağınızda? Ya da salıncakta babanız sallarken sizi yedi
yaşındayken, ona yaklaşırken ki bir kavuşma anının mutluluğu mu hala hayallerinizde…
‘’bir zamanlar meydan okumak isterdim.
Kaç meydanını okudum
da bu hayatın
Yalnızca iki harf öğrendim:
A
H!’’
Biz çok okuduk çok. Didem Madak gibi yalnızca iki harf
öğrenmedik, 29 harfi de öğrendik. Ama biz de en çok AH, AH çekiyoruz
yaşadıklarımız karşısında. Diğer harflerin önemi yok muy du ki?
‘’Lokum getirmişti ve kitap
Ben ruhunu getirsin istemiştim oysa’’
Kimse ruhunu getirmez oysa ruhumuz saklı kim bilir nerelerde,
kim biliyor ki ruhu nerede, ruhsuz mu olduk yoksa iyice? Lokum getirseler bana
da keşke. Ama güllü lokum isterim ille de.
‘’ipek yolunda ipektim o zaman
Baharat yolunda baharat’’
Hepimiz bir yerlerde her şeyiz. İpek yolunda ipek, baharat
yolunda baharat,
Tren garında, otobüs duraklarında, limanlarda, hava
alanlarında,
Ve de şimdilik şu toprağın üzerinde, ruhlarımız her an uçmaya hazır ceplerimizde,
Şairin dizelerinde,
Hepimiz birer kelime.