28 Mayıs 2018 Pazartesi

AH'LARIN ŞAİRİ: DİDEM MADAK






AH’LARIN ŞAİRİ: DİDEM MADAK

Otobüs duraklarında, tren istasyonlarında, terminallerde veya hava alanlarında koşuşturan insanları görünce sorarız değil mi kendi kendimize:

Sanki kendilerini bekleyen sondan kaçmak ister gibi. Ölümden olabildiğince uzaklaşmak ister gibi.

‘’Cennete gitmek istedim otostopla,
Cinnete kadardı tüm yollar oysa’’

Herkes koşuyor bir yerlere, yetişmek için, daha çok kazanmak için ya da daha mutlu olmaya, umuda.  Hep oyalanmaca, onun için gelmişiz galiba dünyaya.



Çevremde de herkes koşturuyor, bu ara bizim göçmen kuşlar geldi, yerleştiler yuvalarına. Her yaz aynı yoldan geliyorlar, konuyorlar, işaretledikleri bacalarına, aynı leylekler gibi.

Çalışıyor herkes daha iyi bir hayat için, hatta çamaşır makinesi bile daha beyaz, en beyaz çamaşırlar için dönüyor, dönüyor, sanki dünya ile yarışıyor, bazen dünyanın hızına yetişemiyor o bile isyan ediyor.

O sırada şair de:
’Yüzümdeki  çillerden başka
İsyan  eden biri yok  hayatımda’’  diyor.

Ama birisinin hiç umurunda değil, çamaşır makinesi, beyaz çamaşırlar, göçmen kuşlar…

O elinde şiir kitabı, bu ara Didem Madak’a taktı kafayı.
Umuru değil dünyevi işler, nasıl olsa birileri halleder.
Ama ya dizeler, ah bu dizeler.
’Hatırlar mısın?
Mavi saçlı bir tanrı gibi severdim Burdur Gölü’nü,
O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü,
Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin,
Bazen ölmek istiyorum,
Beni yeniden doğurman için,
İri, ekşi bir vişne tanesi gibi’’
Bu dizeler unutturur her şeyi, ama götürür de en derinlerdeki hüzne. Hüzün yoksa hayatında, hüznün derin sularında yüzmezse ruhun,  yeşermez ki bu dizeler,  açamaz ki bu pespembe çiçekler.

Sezen bile ne demişti bilirsiniz: ‘’Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir’’
Diyor ki şair yine dizelerinde:
’ Bugün kalbimi eski bir plak gibi,
Öyle çok tersten çevirdim ki’’
Tersine çevirmeli bazen hayatı, en ama en tersine. Doğru mu ki her gün yaşadığımız, yürüdüğümüz yollar? Çevirelim bakalım biraz tersine tersine.
Sevecek mi yine sevenler, sevecek miyiz yine sevdiklerimizi, belki de sevmeyeceğiz kendimizi bile.
’Pollyanna,
Sana göre insan,
Profiterol gibi yaşamalı,
Bir çamur deryasının içinde, küçük beyaz mutluluk topları yakalamalı’’
İşte hepimiz trafik curcunası, araba kornaları, sel baskınları, yağmurdan sonra kalan bir çamur deryasında debelenip duruyoruz, mutlu olalım diye. Hep profiterol yiyemiyoruz, ama işte bazen bir sütlaç, bazen de tadı genzimize kadar yakan bir nane şekeri…
‘’Gülümsedim o sıra,
Bazen sevinirim,
Sevinmek nedense hep yedi yaşında,
VE AH, DEDİM SONRA,
AH’’
Çocuklukta mı bıraktık gerçekten o saf sevinmeleri, yedi yaşında mı sevinmiştiniz en son? Sahi, siz en son hangi yaşınızdaki sade yani saf sevinmeleri, yani gerçekten sevindirik halinizi hatırlıyorsunuz? Hani o mahalle bakkalından aldığımız kremalı bisküviyi ikiye ayırıp kremasını yalar gibi. Sadece o tat mı var hala damağınızda? Ya da salıncakta babanız sallarken sizi yedi yaşındayken, ona yaklaşırken ki bir kavuşma anının mutluluğu mu hala hayallerinizde…
’bir zamanlar meydan okumak isterdim.
 Kaç meydanını okudum da bu hayatın
Yalnızca iki harf öğrendim:
A
H!’’
Biz çok okuduk çok. Didem Madak gibi yalnızca iki harf öğrenmedik, 29 harfi de öğrendik. Ama biz de en çok AH, AH çekiyoruz yaşadıklarımız karşısında. Diğer harflerin önemi yok muy du ki?
’Lokum getirmişti ve kitap
Ben ruhunu getirsin istemiştim oysa’’
Kimse ruhunu getirmez oysa ruhumuz saklı kim bilir nerelerde, kim biliyor ki ruhu nerede, ruhsuz mu olduk yoksa iyice? Lokum getirseler bana da keşke. Ama güllü lokum isterim ille de.
’ipek yolunda ipektim o zaman
Baharat yolunda baharat’’
Hepimiz bir yerlerde her şeyiz. İpek yolunda ipek, baharat yolunda baharat,
Tren garında, otobüs duraklarında, limanlarda, hava alanlarında,
Ve de şimdilik şu  toprağın üzerinde, ruhlarımız  her an uçmaya hazır ceplerimizde,
Şairin dizelerinde,
Hepimiz birer kelime.




26 Mayıs 2018 Cumartesi

İÇİMİZDEKİ DIŞ MİHRAKLAR






İÇİMİZDEKİ  DIŞ MİHRAKLAR

Aslında doğmayı hiç istememiştim, çünkü pis kokular geliyordu bu dünya denen ucubeden burnuma, ama elimde değildi işte,  tamamen dış mihrakların etkisiyle geldim yeryüzüne.


Dış mihrakların etkisiyle doğmuş olduk yani,

Dış mihraklarla genç olduk,

Hep onun yüzünden, kimin mi, bilmiyorum, bir şeylerin herhalde dış mihrakların  yüzünden işte,

Dış mihraklarla aşık olduk, sizin anlayacağınız,

Hiç anlayamadan, Dış mihrakların etkisiyledir muhakkak,  evleniverdik de,


Kavga edince dedim vallahi eşime, '' kıskanıyor bizi dış mihraklar'' diye,

Kötü not alınca oğlum dedi ki,'' suçlu değilim anne, sebep dış mihraklar'',

Dış mihraklarla orta yaş krizlerine girdik,

Dış mihraklarla ölüp gideceğiz.

Velakin,

Deli olacağım, kim bunlar,

 bir masaya oturup, elele tutuşup çağırdığımız bile var,'' eyyy dış mihraklar, kimsen ya da kimlerseniz artık yani,  geldiysen 3 kez vur.''




Tak, tak, tak… Var yani, var işte.

Yaşadığım sürece de hep aradım durdum etrafımda, nerede bunlar?

Sordum herkese ''siz gördünüz mü?

Hayır, kimse görmüyordu bizim çevremizde.

Bir hayalet el idi bu dış mihrak ülkemizde, bir  elektron bulutu gibi kaplamış sanki toprağımızın üzerini.


Ne hikmetse hep ülkeyi yönetenler görüyordu onları, iktidardakiler muhatap oluyordu hep  onlarla.

Biz Müslüman bir ülke olarak, Orta doğudaki bütün Müslüman kardeş devletlerimiz ile kanlı bıçaklı oluyoruz, savaşıyoruz, suçlu dış mihraklar.

İçeride kardeş kardeşi sağcı solcu diye öldürüyor, dış mihraklar.

Ülkenin güneydoğusu yanmış yıkılmış, insanlar katledilmiş, dış mihraklar.

 Selo’yu hapise atmışsın,  dış mihraklar,

Bombalar patlıyor dış mihraklar,

’affet bizi ey halkım, yanıldık, aldatıldık, çok da güzel kol kola yürüyorduk.’’darbe yaptırdılar bize, dış mihraklar

’beraber yürüdük biz bu yollarda’’ bu şarkıyı da dış mihraklar söyletti bana, hiç bilmezdim bu şarkıyı, bir baktım sözleri ezberletilmiş bana.

Vallahi zorla,

Malum bizim aklımız fikrimiz yok, biz de aldandık, kandık… Ah şu dış mihraklar.


''Seçimlerden sonra ekonomi düzelecek,cari açık azaltılacak, kamu yönetimi baştan aşağı yenilenecek, eğitimde, sağlıkta,ticarette dünya' da söz sahibi olunacak,  polise,öğretmene zam gelecek, yasaklarla ve yasakçı zihniyetle mücadele edilecek, allaaaah ,tutmayın beni ,    demokrasi, özgürlük hepsi sizin için ey halkım,''

‘’Şey, affedersiniz, kızmayın ama, içeri de atmayın ama da  16 yıldır niye yapmadınız?’’

''Yaptırmadılar canım kardeşim, yaptırmadılar '', ah şu dış mihraklar,

''Peki, yolsuzluklar, ayakkabı kutusundaki dolarlar, man adası paracıkları ?''

''Ah, canım kardeşim, biz nerden bilelim böyle şeyleri, zorla verdiler o paracıkları bize zorla '', 

''kimler mi''

''ne bileyim canım kardeşim, dış mihraklar işte''

Otomobil yapamamışsın daha bu güne kadar, dış mihraklar,

Depremlerde betonarme evlerin çökmüş, yüz binler ölmüş, dış ama en dış mihraklar,

Sınavlarda soruların çalınıyor dış mihraklar,

Teog' u beğenmedi, dış mihraklar, vurun kellesini, pardon değiştirin sınav sistemini,

Türkiye uçuyordu ya , biz yanlış anlamışız ,YİNE YANILMIŞIZ,


Dolar uçuyor, Dolar  uçuyor,  dış mihraklar,

Yazdıkça yazdırıyor, durduramıyor insan kendini,

Bıraksana kalemimi,

EYYYY,  İÇİMİZDEKİ   DIŞ MİHRAKLAR


19 Mayıs 2018 Cumartesi

AH BU HAVALAR ...








   AH BU HAVALAR…

İlkbaharın gelmesiyle birlikte,  tatlı bir esintinin üzerimizdeki yorganları, kabanları attırmasıyla,
Ağaçların dallarını mor, pembe, beyaz süsleyen çiçekleriyle ve de çiçeklerden de güzel ıhlamur, sümbül, kokularıyla,
Bahçelerdeki kaynana fırçalarının kıpkırmızı ateşli rengi heyecanlandırırken, bembeyaz papatyalar ruhlara dur bakalım, biraz sakinlik derken,
Erdeğin martıları denizin üstünde balık gözlerken, yunuslar ise martıların gözlediği balıkları kovalarken,



Her gördüğün, her kokladığın, her yediğin içtiğin o kadar güzeldir ki,
Erdek’te tesadüfte çay içelim,
Cafe on’da kahve,
Bandırma çamlıkta yürüyelim,
Ama çamlık kafe'de de de mola verelim,
Derken,

Ve de bu kelebek bütün diğer kelebekler gibi çiçekten çiçeğe konarken,

Hayat işte ya, bazen kötü kokulu çiçeklere de rastlanabilir, dikenli çalılara da.

O da bazen siyaset denilen girdaba bakıyordu uzaktan uzağa.

Birileri yarışıyordu galiba, meydanlarda kalabalık gördüler mi, başlıyorlardı konuşmaya.

Bir tanesi, hani şu İNCE ve uzun olanı pek eğlenceli bir şeydi. Avrupalı liderler gibi bisiklete biniyor, bir mahallede düğün mü var, hemen katılıyor onlara, başlıyor oynamaya. Bir de güzel oynamaz mı? İnsanlar videolarını seyretmeye doyamıyor.

Birkaç kişiyi yan yana gördü mü hemen sarılıyor omuzlarına, çıkarıyor cebindeki mendilini, insanlar şaşırıyor, ne oluyoruz diyemeden, geçiyor halayın başına.
Kelebek onu halay başında gördü mü fır fır dönüyor etrafında, çok eğleniyor, çok.
Zaten ömrü kısacık,  eğlenmesin mi zavallıcık?

Bir de hiç insanlara konuşamayan, ama yarışa katılan bir adam daha var. Kelebek bazen onun demir parmaklıklarına konuyor da oradan biliyor onu. Kendi kendine konuşan adam koyuyor adını.
Yalnız başına ama üzgün değil,hiç ağlamıyor,  çok esprili buluyor hatta adamı. Adam arada sırada mesajlar yolluyor dışarıya, ben anlamadım bilgisayarı yokmuş da ketılıyla galiba!

’ketılım arıza yaptı, yazamadım, geç kaldım,  ben de Tamam diyorum’’ diyor mesela.

Kendisine ülkenin cumhurbaşkanı'' pop star ''demiş, kötü bir şey değil, değil mi?

O da cevap veriyor ‘’ kendisi de eminim ki bizi gizli gizli dinleyecektir’’

O da bu milletin ferdiymiş ama almamışlar onu ‘’millet ittifakına’’ neden ki? Topu mu yoktu ki, oynatmıyorlar onu?

Bir uzun boylu adam daha var. ''Hep şiir okuyor, şair mi acaba?'' diye düşünüyor kelebek. 
Çok da güzel okuyor galiba, daha ağzından kelime çıkmadan alkışlıyor ahali. Ama çok ilginç bir şey duyuyor toplanan insanlardan.  Bir zamanlar bu uzun adam şiir okudu diye tutuklanmış ve ceza evine girmiş.  Şimdi de o sevmediği şiirleri okuyanları atıyormuş galiba içeriye.


Bu içerisi nedir acaba? Belki de dışarıdakiler daha tutukludur, kafalarında, duygularında. Belki de içeridekiler daha özgürdür, düşüncelerinde, yüreklerinde. Tutuklu olmak için ille de duvar mı gerekirdi  ki?  Kozasından yeni çıkmıştı, bütün bunların cevaplarını acaba nasıl bulacaktı ?

Bir de kadın var meydanlarda konuşan diyorlar, koşup gidiyor kelebek ona. Bir ana sıcaklığı arıyor belki de. Tanımıyordu anasını zira kozasından çıktıktan sonra. Ama o kadın da bağırıyordu, kızgındı o da birilerine. Uzaklaştı oradan da sessizce…

Kelebekti sonunda işte, nereden bilecekti ki,

O çiçek senin, bu çiçek benim dolaşırken, tercih ediyordu tabi ki gülmeceyi, eğlenceyi,

Çünkü kozasından çıkarken kulağına üflemişlerdi '' unutma, kelebeğin ömrü bir gün '' diye,

MADEM Kİ  ÖMRÜ KISACIKTI,

AĞLAMAYA VE AĞLATMAYA NE GEREK VARDI?

12 Mayıs 2018 Cumartesi

ANNEMİN BAKLAVALARI



ANNEMİN BAKLAVALARI…

İnanın sebebini ben bile bilemiyorum artık. Unutmuşum. Aradan o kadar çok zaman geçmiş ki. Hiç hatırlayamıyorum. Kafamda birkaç fotoğraf canlanıyor ama sebep neydi tam olarak, çıkaramıyorum.

Annemle görüşmeme sebebimiz, yıllardır onu ziyaret etmiyor olma sebebim neydi, onu bile hatırlamıyorum.

Ben onun küçük oğluydum. Evde yerim bambaşkaydı. Şımaran, kollanan hani evin küçüğü olunur ya, işte ben öyleydim. Ablam annemin yardımcısı, bana ikinci anne gibiydi. Ağabeyim evin akıllısı, okuyacak olan, evin gururuydu.

Çocukluk günlerimiz o kadar güzeldi ki, sokaklarda geceler, ağabeylerimizin mektuplarını mahallenin kızlarına taşıyıp harçlık kapardık. Ablamın mektuplarını taşımazdım, taşıyanlara da kızardım. Erkeğiz ya, korumacı duygularım kabarırdı. Ablamın namusu küçük de olsam benden sorulurdu.

Ablam o dönem âşık oldu, karşı komşunun oğluna. Aileler birbirini çok severdi, çocukları da astsubay olmuştu. Ablam liseyi bitirip evlendi sevdiğiyle.

Ağabeyim akıllı çocuk, gurur kaynağımız dı, ailenin umutlarını hiç boşa çıkarmadı. Teknik üniversiteyi kazanıp mühendis oldu. AH, babamı görmeliydiniz, nasıl da mutlu olmuştu,  yüzünden okunurdu gururu. Hiç üzmedi ağabeyim onları, okulunu bitirdi, İstanbul’ da iş buldu. Hani bir ritüel vardır ya, toplumda uyulması gereken ama yazılı olmayan kurallar, işte bunlar tam ağabeyime göreydi. Her şey sırasıyla. Okul, askerlik, evlilik,  çocuk. Anne babalar da çok sever böyle çocukları değil mi? ‘’Ah ne güzel, üzmedi hiç beni.’’

Ben öyle değildim işte. Benim hayatımda her şey tersine gerçekleşiyordu sanki.

Doğarken de ters gelmişim hatta da, çok korkmuşlar sakat kalacağım, diye.

Doğduktan sonra ağlar ya bebekler, ben sanki kahkaha atmışım diye anlatılırdı.

Gece herkes uyuyunca o ev benim olurdu sanki, ben gece boyunca uyumazdım.

Herkes acıkır ben acıkmaz, ben acıkırdım herkes tok olurdu.

Aynen gönül işlerimdeki gibi. Ağabeyimin yaptıklarının tam tersini yaptım, yaptıklarimla tepetaklak oldu tüm ailem. Hele ki babam, tam bir hayal kırıklığıydım onlar için  yani.

Lise bitmişti ki, o yaz bir kızla tanışmıştım. İlk görüşte aşk olur ya, sizin anlayacağınız çarpılmıştım. Ama bilmiyordum gerçekten de evli ve çocuklu olduğunu. Söyleseydi değişir miydi duygularım bilemem ki şimdi.

Ne fırtınalı bir aşktı yaşadığımız. Gizli kapaklı buluşmalar, kocasından nefret ediyordu, ‘’kurtar beni bu adamdan‘’ diyordu. Nasıl kıyarsın sevdiğine,  ben de kıyamadım işte’’ Boşan, evleneceğim seninle ‘’ dedim. Çok da dayak yedim. Kocasından, yakınlarından, ama benim gibi tersten yaşayan adam pes eder mi? Etmedim tabi ki.

Babam ‘’ okulun ne olacak, ya üniversite, ne iş yapacaksın, askerlik, kadının çocukları ‘’ dedi, dedi de. Bir işe yaramadı.

’ En sonunda biz arkanda değiliz ‘’ dediler ve peşimi bıraktılar. Aslında kötü bir şey yapmamışlar, şimdi anlıyorum, sadece beni özgür bırakmışlar.

Hepsini terk ettim, ailemi sildim bir kalemde, anneciğimi bile.

Sevgilim, sonradan karım olan kadın da ‘’ ya ailen, ya ben’’ deyince başka çarem de kalmamıştı zaten.

Ne zor günler yaşadım, ne zor. Askerlik yok, diploma yok. Evin şımarık çocuğu bir de baba olmuştu iki küçük çocuğa. Fabrika günleri başladı. Zaman, fabrika ev, çoluk çocuk, masraflar, borç hır gürleri arasında geçti.

Yatağıma yattığımda, yapayalnız kaldığımda hatırlıyordum çocukluğumu, gece herkes uyuyunca buzdolabını açıp, annemin yaptığı baklavaları aşırdığımı.

Ağabeyimin hakkını yiyemem, hep yokladı beni "başın sıkılırsa ara " diye.

Aramadım hiçbirini.

Ama son zamanlarda çok ama çok, daha çok düşünür oldum. Çocuklar büyüdükçe, sorunları arttıkça, "babam olsaydı şimdi ne yapardı", demeye başladım.

Üzüldüğümde ise anneciğimin ‘’üzülme oğlum, her şeyin bir çaresi vardır, ölümden gayri ’’dediğini hep hatırladım.

Beni çok özlüyormuş annem. Ağabeyim söylüyor hep. Ama babamı üzmemek için, belli etmiyormuş.’’Sağ salim olduğunu biliyorum ya’’  diyor ve buzdolabında daima baklava bulunduruyormuş benim için.  

Annemin baklavasını çok ama çok özledim. Bir gün, erkekler aş ermez derler değil mi, ben sanki hamile bir kadın gibi aş eriyorum baklavaya. Karım yaptırdı en meşhur baklavacıya, ııh geçmedi,  Antep’ten getirdi tanıdıklar, ıııh olmadı, ev baklavası yaptı komşular, ıııh aş ermem bitmedi.

Anladım ki vakit gelmişti. Hazırladım küçücük bir çanta.

’ben gidiyorum’’ dedim karıma

’nereye ‘’dedi

’baklava yemeğe ‘’ dedim.

Anladı hemen.

’ama biliyorsun, sana demiştim, ya ben, ya onlar diye’’ dedi

Çantamı aldım çıktım.

OOOH, Bu hava, bu koku, sokağımın kokusu, sanki anamın kokusu…

Çaldım kapıyı.  Çok yaşlıca bir kadın açtı kapıyı. Utandım, az daha tanıyamayacaktım anacığımı. Girdim içeri. Oturuyordu babam her zamanki koltuğunda, gözlükleri burnunun ucunda  gazetesini okuyordu. Bana baktı ‘’hoş geldin oğul’’ dedi. 

Sanki,sanki, evden bir saat önce çıkmışım da, sanki bakkala ekmek almaya gitmiştim de, gelmişim gibiydiler. Bilemedim ne yapacağımı, nasıl davranacağımı.

Ama ah canım anacığım, anladı halimi, geldi yanıma, tuttu ellerimden,  götürdü mutfağa. Koydu önüme bir tabak baklava. Kendisi de iki büklüm, bir iskemle çekip oturdu karşıma.

Ne çok yedim, ne çok yedim.

Onun gözlerinin içine baka baka.

Tüm özlemimi yok edene kadar, yıllardır hasretini çektiğim anamın sevgisine olan açlığımı yok edene kadar.

11 Mayıs 2018 Cuma

OFFFF T A M A M ARTIK, BİRAZ DEĞİŞİKLİK LÜTFEN





OFFFF TAMAM  ARTIK, BİRAZ DEĞİŞİKLİK LÜTFEN…

Güzel ülkemizde siyaset yapmak ve de şu an olarak yapılan siyasete bakılarak yorum yapmak ve yazı yazmak hiç de kolay değildir ve de cesaret ister. Çünkü,

Her an, her şey değişebilir. Bugün kol kola ittifak kuranlar yarın birbirine şerefsiz diyebilir, ya da dün birbirine hakaret edenler bu gün kol kola yürüyebilir.

Bunun içindir ki yazı yazarken ve de yorum yaparken sadece kendi düşünceleriniz ve duygularınız temel alınırsa belki de ileride yazdıklarınızı benimdir diye her daim sahiplenebilirsiniz göğsünüzü gere gere.

Çekirdek ailenizde yaşarken, sorunlarınızın üzerini örtmeye kalkıp, yüzleşmekten kaçınırsanız ya da ötelerseniz küçücük bir sorunun bile dağ gibi yığınlar oluşturduğunu görebilirsiniz. Saklayarak, bastırarak, görmezlikten gelerek sorunları çözemez ve yok edemezsiniz.

Hele ki baskı ile hele ki şiddet ile çözmeye kalkarsanız en sonunda yanardağ gibi patlamalara sebep olursunuz.

İşte Türkiye' de yaşananların sebebi de budur. Sorunlarin sebebi, görmezden gelmek ve baskı, şiddet yolu ile çözmeye çalışmak olmuştur. AK parti iktidarını yaratan,  bu çok basit sosyolojik ve de psikolojik dinamizmi bilmeyen ya da bilirse işine gelmeyen bir geçmiş iktidarlar, zümreler topluluğudur.

Yıllarca Güneydoğuyu görmezden gelip, başörtülü insanları yok sayıp, eli hep demokrasinin ve iktidarların üzerinde olan askeri bir zümre yaratıp sorunları hep öteleyenlerin sonucudur AK parti.

Düşünebiliyor musunuz, AK parti hala,  16 yıl sonra bile başörtüsünü can simidi olarak kullanmaktadır.

Bu yüzden, dememiz odur ki,  Toplumun sorunlarını da bastırarak çözmek mümkün olmamıştır. AK parti ya da başka bir parti fark etmez, öyle ya da böyle bu sorunlar bir gün karşısına çıkacaktı Türkiye'de ki devlet denilen kurumun.

Ve çıktı da ve bu sorunları çözerim diyerek de halkı sürükledi peşinden AK parti.

Çözdü mü, bir şekilde çözdü. 16 yıl içinde  başörtü sorunu çözüldü. Üniversiteler, liseler, ya da devlet kurumları başörtüsüne açık hale geldi.

Türkiye’de ezildiği ve yok farz edildiği söylenen muhafazakâr kesim de, biz de bu ülkenin vatandaşıyız dedi ve hatta söz sahibi oldu.

Askeri vesayet, yöntemlerini tartışa tartışa bitiremeyeceğimiz şekilde iktidarların üzerinden el çektirildi.

AK parti Türkiye’ye özgürlük ortamı yaratmaya geldim, dedi ve gerçekten de kendisine gönül verenlere ve geçmişte mağdur olan bir kesime özgürlüğünü verdi.

Misyonunu tamamladı. Kendisine oy verenlere, gönül verenlere gerekeni yaptı
.
Amma velâkin, diğer sorunları, çok ihtiyacımız olan özgürlükleri hasıraltı etti.
Kendi camiasını kucaklarken, geçmişte dışlandıklarını söyleyip en çok acıyı çekmiş olmalarına rağmen daha da kötüsünü yapıp toplumun diğer yarısına çok acı çektirdi.

 Kürt sorunu çözümü bir yana, daha da kanar hale geldi. Güney doğu bu evrede yakıldı, yıkıldı, yok edildi, bombalar patladı. Çok can yandı, çok canımız yandı.

Fetullah Güleni ve Fetö Terör örgütünü elbirliğiyle yaratanlar, geçmişte yer alan  tüm siyasi partilerdi ama tabi ki 16 yıllık iktidarı nedeniyle AK parti müthiş bir prestij kaybetti.  Ne kadar yanıldık, aldatıldık  deseler de, ne kadar sonradan FETÖ terör örgütü deselerde tarih bunu bir köşeye not etti. Silinmeyecektir.

Demokrasi sekteye uğradı, farklı ses çıkaranlar, terörist olarak nitelendirilip tutuklandı ve diğerlerine gözdağı verildi. Konuşan yanacak, ayağınızı denk alın, diye.

%10 oy almış bir partinin lideri ve de hatta şu anda T.C nin Cumhurbaşkanı adayı cezaevinde bulunmakta olup, yine de halkına düşmanca mesajlar yerine barış mesajları göndermekte,
‘’ ketılım arıza yaptı, yazamadım’’ esprileriyle halini arz etmektedir.
Sadece bu basitçe not düştüklerimiz bile ülkemizin içinde bulunduğu vahameti göstermektedir.

Ekonomik sorunlara değinmesek bile.

AKP bu yüzden yıpranmıştır, yıpranması da çok doğaldır. 16 yıl çok uzun bir süreçtir hükümetler için. 16 yılda zaman değişmiş, kaç tane yeni nesil gelmiştir dünyaya, teknoloji ilerlemiş, insanların bakış açısı değişmiştir. Ayak uydurmak zorlaşabilir tüm bu değişime.

AKP misyonunu tamamlamış, seçmenine verebileceğini vermiştir.

Artık değişim zamanıdır. Bu CHP, AKP, MHP, HDP  meselesi değildir.

Yeni düşünceler, yeni projeler, yeni bakış açıları, yeni bir dünya meselesidir.

Olay TAMAM mı, DEVAM mı meselesi de değildir.

Olay ülkemizde yeni rüzgârların esmesi, insanların heyecan duyması olayıdır.

VE DE YENİ BAŞLANGIÇLARA KUCAK AÇMANIN ZAMANIDIR.




3 Mayıs 2018 Perşembe

HEPSİ FUZULİ










Karıncayı bile incitmem deme!
Bile’den incinir karınca;
Söz söylemek irfan ister,
Anlamak insan.
                             fuzuli 


                        HEPSİ FUZULİ 

Nefsini yüceltmemek, kibir ve gurur yapmamak için, şiirlerinde’’boş, gereksiz, yersiz’’ anlamına gelen Fuzuli ismini ( mahlasını) kullanan divan şairini bizim bu çağda anlamamız mümkün mü acaba?
Hangi dizesini anlayabiliriz ki?

Her an birbirini alt etmeye çalışan, bölünmüş, paramparça olmuş  bir insan topluluğunda karıncayı incitmemek sözü nasıl bir yer bulur ki?  Her an birbirini inciten bir toplumda, incitmek nedir, onu bile hatırlamaz olduk belki de.

Söz söylemek ne kadar da kolaylaştı. Sevgili Fuzuli ne yazık ki senin dediğin gibi irfan istemez, günümüzde söz söylemek. Hep konuşuyor, hep konuşuyoruz, söylüyoruz, sözleri de, kelimeleri de…
Hep de incitici şeyler söylüyoruz. Karıncayı bile incitmem diyoruz ya, o bile egomuzu gösteriyor. Biz insanız ya, istersek herkesi incitebiliriz. En çok da kendimiz gibi olanları.

‘’ Alçaksın, şerefsizsin’’demiş
‘’Sen nasıl bir Müslümansın? Hadi Cumhurbaşkanı olmanı geçtikte, nasıl bir insansın’’demiş Devlet Bahçeli Sayın Cumhurbaşkanına  ( 2.06.2015 Bahçelinin Elazığ Mitingi)

‘’Ağzından salya akıyor ‘’ demiş,(8.04.2014)
‘’Ülkücüler Fatih okumayı bile bilmezler’’ demiş.(15.16.2012)
‘’Yıllar boyu terörü beslediniz’’demiş Sayın Cumhurbaşkanımız Devlet Bahçeli’ye

Madımak’ta 37 kişi cayır cayır yanarken, yangını çıkaranlara
‘’ Gazanız mübarek olsun’’demiş Temel Karamollaoğlu  (24.03.2012. sol haber)

‘’Faili meçhullerin sorumlusu diyorlar, ne derlerse kabulümdür’’ demiş Meral Akşener  (29.04.2016birgün.net)  

Sevgili Fuzuli sen demişsin ya:’’ söz söylemek irfan ister’’
İrfan, anlama yeteneğidir, ileriyi sezme, görme gücüdür, kültür sahibi olmaktır.

Biz de istemez Fuzuli,  biz de istemez. Yaşasaydın, bu sözleri duysaydın ne hissederdin bilemem.
Bu sözleri bir ülkenin en en en tepesindekiler birbirine söylüyorlar ve hiç incinmiyorlar sevgili Fuzuli, hiç incinmiyorlar. Söylüyorlar, kol kola giriyorlar, yine söylüyorlar, yine sarmaş dolaş oluyorlar. Hiç incinmiyorlar.

Ama bizi incitiyorlar. Çok canımız acıyor bizim. Hep acıyor hem de, ne zamandır, hem de çok uzun zamandır.

Yine başladılar bizi incitmeye. Seçim zamanı geldi ülkemize. Kendi menfaatleri için. Kırıp döküyorlar kalbimizi.

Karıncayı bile incitmem diyorlar ya sakın  inanma,
BİZİ ÇOK İNCİTİYORLAR, HEM DE ÇOK İNCİTİYORLAR.