11 Nisan 2018 Çarşamba

ADANA,MERSİN,BİR, İKİ




 


                                              ADANA, MERSİN, BİR , İKİ...

 
               


Adana' ya giderken hazırdık portakal çiçeklerinin kokusunu duymaya. . Hatta daha yola çıkmadan duyuyorduk sanki, o muhteşem kokuyu, buram buram geliyordu burnumuza . Hiç koku alamayanlar bile duyabilirdi sanki o çiçek kokularını. NİSAN' da ADANA'da idi sloganımız.

Hazırdık yolculuğa ve   o kokulara,  çünkü o kokuları arkadaşlarla beraber aynı anda duyacak, teneffüs edecektik,genzimizi yakana dek.

Her şey güzeldir arkadaşlarla, her şey bir başkadır dostlarla. Dibine vurursunuz eğlencenin. Dibine vurursunuz sohbetin. Geceler olur, sabaha kavuşur,siz hala anlatırsınız okul günlerini, ya da görüşemediğiniz zamanları, kaçırdığınız anları.'' İdil'in köpeği kartı yedi '' yazılır hafızanıza, tek başınıza iken bile hatırlayıp gülersiniz.  Uyumazsınız ama uyku da uğramaz semtinize. Güneş doğar siz devam ediyorsunuzdur anlatmaya, karşınızdakinin göz kapakları ha düştü ha düşecek.

Çıkarsınız Adana sokaklarına,istikamet önce Eski Adana. Bizim dostluğumuz gibi eski, ama  ruhu her daim taze.En güzel sokaklar orada hala, en güzel kebap orada hala, en güzel  tarih orada hala, ama insanoğlunun izin verdiği oranda .

 Önce Taş köprü  karşılıyor sizi.Taş köprünün de bir zamanlar 21 gözü varmış. Ama o sahip çıkamamış bütün gözlerine, başa çıkamamış insanoğlunun hoyratlığıyla. 7 gözü Seyhan Nehrinin ıslahı sırasında kapatılmış dünyaya.



 Büyük saat, Küçük saat, Ulu camii, medreseleri... Hepsinin ruhu var. Ruhları yaşıyor , aynı eskimeyen dostluğumuz gibi, çok görüşemesek de ruhlarımız da her an yaşanıyor o dostluk bitmemecesine.



Seyhan hayat vermiş Adana'ya.Tahta Masa kurulmuş Seyhan kıyılarına. Bırakın bizi burada, demli bir çay yudumlayıp, kuş seslerini dinleyelim saatlerce, dönmeyelim hayatın karmaşasına.


Adana'nın sıcağı şimdiden yakıyor tenleri. Yaşar Kemal'in insanları geziyor sanki Eski Adana'da .Pamuk tarlalarından çıkıp gelmişler sanki şu anda. Çukurova'nın Dikenlidüzünde ayaklarına batmış çakır dikenleri sanki.



Binlerce insan akmış kocaman bulvarlara. Binlerce insan dolmuş devasa parklara.




 Bütün insanlar güzel görünüyor gözümüze.Bütün insanlar güzel olabilir mi? Olabilir işte, oluyor işte. Hazırsan görmeye güzellikleri, bütün insanlar güzel gelir sana. Bütün Adana güzel kokabilir mi? Kokar işte, hazırlıklı geldiysen sen o muhteşem kokuları duymaya.Hatta bazen karışıyor portakal çiçeği ile kebap kokuları , hepsine hazırız hepsine :)


Stantlar sıralanmış sağlı sollu. El emekleri sergileniyor. Beğen ya da beğenme kesin olan şu ki, göz nuru dökülmüş her birine. Yaşadığımız günlerde pek anlamı kalmayan el emeği, göz nuru. Köşe dönmeci zamanlarda belki de bilmeyecek çocuklarımız alın teri dökmenin güzelliğini, el emeği göz nuru ile kazanılan ekmeğin tadını...Bici bici, şırdan, ciğer ve illa ki portakal suyu hadi bakalım tatmaya, stantlara.



En çok şemsiyeler çekiyor dikkatleri. Rengarenk, sokaklardaki insanlar gibi. Kimi İstanbullu, kimi Bandırmalı, kimi Konyalı...Kimsenin umurunda değil, kimin nereli olduğu.


Herkes meydanlarda, kardeşlik türküleri söylüyorken  gençler sokaklarda.
Ülkenin birinde ise ,ismi lazım değil,  bir Cumhurbaşkanı  bir muhalefet liderini ER MEYDANINA davet ediyor.  ''Ne yapacaksınız, ne ?'' ''Yağlı güreş yakışır size'' diyoruz. '' Aman bu Adana' daki meydanlardaki kardeşlik türküsü söyleyenlere ellemeyin de siz kapışın ER MEYDANINDA'', diyoruz  onlara. ''Yakalayın birbirinizi  kıspetinizden, künde attırın, arkaya dolanın, alın puanları alın, yiyin birbirinizi.''


İşte onlar er meydanında kapışırken binlerce kişi toplu gitar çalma rekorunu kırıyordu Adana meydanlarında.
''Dokunmayın  yeter ki,  kardeşlik türküleri  söyleyenlere, meydanlarda.'' diyoruz tekrardan onlara.




Adana Mersin 45 dakika. Yavaş yavaş  Mersinin nemli denizinin ,tuzunun kokusunu alıyoruz. Adana'dan uzaklaşıyoruz artık.  Mersin hemen   en sevdiğimiz yer oluyor, zira en sevdiklerimizden biri orada yaşıyor. Yerin ne önemi var değil mi, sevdiklerin oradaysa.



Mersin'de sabaha kuş cıvıltıları ve portakal çiçeği  kokularıyla uyanmanın hazzı, hele de 40 yıllık arkadaşlarınla uyanmanın heyecanı, alt katta Fatma hanımın yaptığı nefis SIKMA'larının kokusuyla karışınca ER meydanında kapışan kapışsın,yesinler birbirini, yeter ki  bize dokunmasınlar,mutluluğumuzu baltalamasınlar  demez mi insan?


Yolculuk deyip geçmeyin, her bir kilometresi hayat dersi veriyor sanki. Ayrılık ve kavuşma var yolculuklarda. Hoş geldin ve hoşçakal var.



Bütün ayrılıklar hüzün verir, ama ayrılıklar varsa yeni kavuşmalar olacaktır ,onu hatırlıyorsunuz hemen. Mutlu olacak bir şeyler buluveriyorsunuz birden.


Bir de gondol sefası mı yapsaydık acaba?

Yol boyunca birbirinize anlattığınız hayatlar birer öyküye dönüşüyor. Her bir insan hayatının bir öykü, her bir kişinin sanki yazılan bir öykünün başrol oyuncusu olduğunu anladığınız zaman, çok da gerek yok belki de hayat ile savaşmaya diye düşünüyorsunuz, yol boyunca yaptığınız insan analizleri sonucunda .Yoruluyorsunuz  konuşmaktan yol arkadaşınızla, insanları tanımaya çalışmaktan yorulduğunuzu da  hatırlıyorsunuz ayrıca..


 Bayılıyorsunuz artık portakal çiçeği kokularından, bir rehavet çöküyor yavaş yavaş, dönüş yolundasınız artık. Bir rüya imiş  sanki yaşadıklarınız da, uyanıyorsunuz sanki usul usul. Her bir kahve fincanı birimiziz galiba.. Biraz sonra içilip falı kapatacak olanlar.  Birimiz  Ankara , birimiz  Mersin, birimiz Bursa,birimiz Bandırma, ama her birimiz  kalbimizin  en   güzel odacığında. Falda neler çıktığını merak edip, sizi bekleyenlere doğru yol alıyorsunuz kilometre kilometre, portakal çiçeği kokularını  depolayıp, yeni kokulara yelken açarak.



     yarın gece 

Yarın gece gideceğim bu kentten
Bir ırmağa yolcuyum sular  çekiyor beni
yüreğimden başka  taşıyacak yüküm yok
sayılmazsa göğsümden düşen kuş ölüleri

sözüm yok işte yüzüm işte akşam
sesimde anıların sessizliği

içimde acıyla yürüyorum yolları
çoktandır yolumu ayırdığım bu kentten
yorulsam da bir daha binmem o trenlere
kimse karşılamasın  istasyonlarda beni

kuşsuz bir kent gibi uzayan saçlarımda
aşktan ve anılardan bir avuç külüm şimdi
ardımda usulca akan küçücük sular
bir onlar uğurluyor varacağım ırmağa

sözüm yok  işte yüzüm işte akşam
sesimde anıların sessizliği

sonunda bir soru gibi kaldım yine kendimle
kentin kırık aynasında eksildikçe düşlerim
söyle benim ömrüm bu kente uğradı mı
sahi ben hiç ömrümü kendime yaşadım mı ?
                               haydar ergülen


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder