21 Nisan 2018 Cumartesi

ACI BAL









ACI BAL

Mutfak havalandırmaya bakıyordu. Gökyüzünün hep karanlık olduğunu, havaların hep kötü gittiğini sanıyordu gördüğü kadarıyla, mutfağın penceresinden. Bazen bir kuş sesi duyuyordu, iskemleye çıkıp uzatıyordu başını  gökyüzüne doğru  ama hiç bir şey göremiyordu.

İşini yaparken en sevdiği şarkıyı söylemek istiyor, ama ne gariptir ki bir türlü şarkının sözlerini hatırlayamıyordu. Bu mutfağa girdiğinden beri şarkısını da unutmuştu…

Koyu renk, üzeri benekli mozaik taşlarla kaplıydı yerler. Mutfak tezgâhı da koyu bir taş ile döşenmişti. Koyu bir kahverengi olan ve bir hapishaneyi andıran tel örgülü dolaplar vardı bu mutfakta. 

Mutfağa evin büyükbabasının omzunda kemikli kemikli koyun bacakları gelirdi, teneke teneke zeytinyağları, köyden tereyağları, Kars’tan kaşar gelirdi tekerlek tekerlek… Dolaplar doluydu tepelemesine, ağzına kadar.

Ama o mutfak, işte o mutfak bu kadar malzemeye karşın, iştah kapatıcıydı.
Evlenip de bu eve gelin gelip, bu evin bu mutfağına tutsak olduğundan beri hiç ama hiç acıkmamıştı daha karıncığı.

Oysa babacığının evinde bahçede çiçeklerle uğraşırken, tavukların yemlerini verirken, kuzuları o yemyeşil çayırlarda otlatırken, hani karnı zil çalardı ya insanın açlıktan, onun ki değil zil, bir kilisenin gongu gibi çalardı.

Aylar geçti bu mutfağa tutsak olduğundan beri, o gong bir kez bile çalmadı daha, ziller de sustu birden terk edilmiş bir ev gibi, daha canı bir kez bile çekmedi bir yemek, bir içecek, herhangi bir şey işte, herhangi bir şey.

Evin hanımı diyordu ki’’oh, ne kadar da şanslıyız, çok masrafsız bir kız bulmuşuz ‘’  eli sıkı, gözü aç ev halkına.

Bir gün eve yine teneke teneke bir şeyler geldi. Evin hanımı da birçok kavanoz almıştı.
-Bu tenekelerdeki ballar kavanozlara dolacak, dedi ve ardından da ekledi.
- Bana ilaç yapılacak o ballardan, ona göre, el sürülmeyecek onlara.

Mesajı almıştı genç kadın.

Söyleneni yaptı, kaşık kaşık doldurdu balları kavanozlara tutsak olduğu mutfağında. Kavanozların yanlarından süzülen balları temizledi usulca. Asla tadına bakmadı o balın.

Kavanozları bir bir dizdi raflara, bir kez bile elini sürmedi o kavanozlardaki ballara.

Öyle onurlu idi ki, parmaklarına bulaşan balları bile yalamadı, tatmadı. Çalmadı ağzına bir kaşıkçık bal.

Aylardır bir yudum lokma istemeyen canı kıpırdanmaya başlamıştı ama şimdi nedense,   midesi bal, bal, bal diye ziller çalıyordu, kısaca canı bal istiyordu bal. Bir parçacık bal, bir parmacık bal…

Onun açlığı sadece bala karşı bir açlık hissi değildi ki, onun ki özgürlüğe, sevmeye, değerli olmaya bir açlıktı aslında.

Kavanozları dizdi birer birer raflara, o ballar, o kavanozlar bir bir geldi gitti kahvaltı masalarına.

O hep baktı karşıdan kavanozlara, baktıkça içindeki açlık iyice ortaya çıkıyordu sanki.
Babasının evindeki bahçeye, yemyeşil otlaklara bıraktığı yetenekleri ya da kaybettiği kişiliği ile boşalan bedenini şimdi saplantılı bir şekilde bal düşüncesi doldurmaya başlamıştı.

Ya hep seyredecekti kavanozları, beklemeye razı olacaktı, ya da aniden bir kavanoza bir parmak atacak özgürleşecekti. Ama birden özgürleşmekten de korkmaya başlamıştı. Çünkü tutsaklığa alışmıştı.

Aniden özgür kalırsa çılgınca şeyler yapmaktan korkuyordu, insanlara zarar vermekten, kendine zarar vermekten korkuyordu.

Gündüzleri normal yaşıyordu mutfağında, bir kafese konmuş hayvan gibi, uyuşmuş bir halde, dürtülerini kaybetmiş bir halde. Yemeklerini yapıyor, bulaşıkları yıkıyor, o kara taşları ağartmak için ellerini kanatma pahasına fırçalıyordu.

Geceleri ise yatağından sessizce süzülüp, kafesine gidiyor yani mutfağına, bal kavanozlarını seyrediyordu. Gözünü doyuruyor gibiydi ama aslında ruhunu, bedenindeki boşluğu doldurmaya çalışıyordu.

Kimseler fark etmiyordu ondaki bu saplantılı ruh halini, ondaki değişimi. Çünkü o iki kişilikli yaşıyordu, gündüzleri ev ahalisinin beklentilerini karşılıyordu.
Oysa geceleri gizlice yaklaşıyordu bal kavanozlarına ya da kendi sonuna.

Bir sabah uyandıklarında, ev ahalisi her gün eve yayılan kızarmış ekmek kokusunu duymadı, çaydanlığın sesi gelmedi kulaklarına, masa hazırlanmamıştı. Bir anormallik vardı, olağanın dışına çıkılmıştı.Sadece bir kadın sesi geliyordu, derinden mrıldanan bir kadın sesi.

Kocası koştu mutfağa, gördüğü manzara anlatılamazdı.

Raflardaki bütün bal kavanozları kırılmış, o kara kara taşlar bal ile sıvanmış, kırılan kavanozlar kadının ellerini kesince kıpkırmızı taze kan, bal ile karışmış ve ve kadının küçücük bedeni o kırmızı kan ve bal gölünün, yok yok bal çamurunun içinde kıvrılmış yatıyordu ve bir şarkı mırıldanıyordu mırıl mırıl.

Kucağına aldı kadını adam,’’ ne kadar da hafifmiş’’ dedi, ev ahalisinin önünden koşarken…

Kollarındaki kadına baktı, iyileşmesi zaman alacaktı.
Tüm tutsak edilen kadınlar gibi,
Tüm şarkısını söylemeyi unutan kadınlar gibi,
Tüm içindeki yaratıcılığı mutfağına teslim eden kadınlar gibi…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder