10 Şubat 2018 Cumartesi

ŞARKISINI SÖYLERKEN

  




     ŞARKISINI SÖYLERKEN

Mikrofona uzandı eli, diğer kolunun dirseğiyle yaslandı piyona ya. Kırmızı bir kadife elbise ile alev alev görünüyordu, kalbi de alev alevdi, sadece şu an değil ama geçici değil yani,  kalıcı bir alev,  kocaman alev topu hatta söylediği parça da alev alevdi.

‘’Bir ateşe attın beni,
Alev alev yaktın beni…’’ 

Yine karşısındaydı sarı saçlı, kızıl sakallı yakışıklısı. Uzun süredir her gece en ön masada oturuyordu, gözlerini ayırmadan seyrediyordu, kıpırdamadan şarkısını dinliyordu.

Bir kez masasına da davet etmişti. Bu davetlere alışkındı, mesleğinin raconuydu bu masa ziyaretleri. Müşterisine iyi vakit geçirtecek, ayağını iyice alıştıracak, patronunun kasasına da paralar akacaktı. İşte yaptığı iş bu kadarcık basitti. Bu adam sanki faklıydı diğerlerinden. Diğerlerinden farklı bakıyordu sanki ne de güzel elleri vardı adamın.

Bu kadar incelemeye insan tanımakta usta olmuştur sanırsınız değil mi? Bu ortamlarda neler ile kimler ile karşılaşmıştır kim bilir değil mi? Tanır artık insanoğlunu bir bakışta, bir oturuşta masasına değil mi? Kim hırlı, kim hırsız anlar bir konuşmada değil mi?

Hiç tanıyamadı insanları oysa eskiden de, şimdi de, gelecekte mi? Kim bilir?

Herkese güvenirdi, güzel bir söz, anlamlı bir bakış, sıcak bir dokunuş, ısınıverirdi, böyleydi işte.
Her seferinde aldanırdı da, yine giderdi bir gülüşün peşinden, hediye edilen bir gülün kokusundan…
Buralarda doğmamıştı ki, buralara da kendi canı isteyip de düşmemişti ki yolu, şarkıcı olmak, sanatçı olmak kim, o kim, hadi oradan canım.

Ama sevmek ve sevilmek, âşık olmak her yerde aynıydı herhalde.  Köyünde de,  kentte de belki de başka bir gezegende de.

İlk aşkıydı, ilk aşk ile evlenilirdi onların köyünde. Oralarda adet öyleydi. Aşık olursun evlenirsin. Haaa, vermedi mi anan baban kalbine gömersin. Kaçanlar da vardı sevdiğine ama o öyle bir kız değildi, kaçmazdı anne babasının hayır dediğine.

Ailenin uygun gördüğü birisiyle evlenirsin daha sonra da, sever misin, tabi seversin. Boşuna demezler ya ‘’ nikâhta keramet vardır’’ diye. ‘’ bir yastıkta kocasınlar ‘’ diye. Kocarız yani ne yapalım, severiz de yani,  yapacak başka bir şey yok.

Ama onun sevdiği ile evlenmesine bir engel yoktu aralarında. Kalbi çarpardı onu görünce küçüklükten beri, o bembeyaz teni kıpkırmızı olurdu, yanakları al al. Herkes anlardı onun duygularını, hiç saklayamazdı. Onunla dünyanın öbür ucuna giderdi. Ömürlük sevmişlerdi birbirlerini, o da yani sevdiği de öyle söylüyordu.

Bazen köyün dışında buluşuyorlar, elele dolaşıyorlar, ağaçların altına oturup hayaller kuruyorlardı. Acaba daha çok kendisi mi kuruyordu hayalleri,  şimdi hatırlamıyordu.

Bir gün yine köyün dışına çıkmışlardı. Yürümüş, koşmuş, yorulmuşlardı, Bir de yağmur  başlamaz mı, yakınlardaki bir bağ evine sığınmışlardı. İki kocaman alev alev yanan yürek durur mu? Sarıldılar birbirlerine ortamın sıcaklığı ile ateşi ile.
Aşk yuvaları da vardı artık, çok yakında da nişanları.

Ertesi gün, ertesi gün, daha ertesi gün. Artık sık sık bağ evinde buluşmaya başlamışlardı. Hep oraya çağırır olmuştu sevdiği erkek onu. Bir daha gitmesem diyordu ama ah o güzel sözler, vaatler,  onları duyunca da eriyiveriyordu kalbi, dünyayı unutuyordu, hem o da kendisini seviyordu, bunu bütün köy, bütün mahalle de biliyordu.

Daha  daha ertesi gün, yine buluşacaklardı. Heyecanla açtı bağ evinin kapısını, kalbi pır pır. Girmesi ile içeri bağ evinin kapısının kapanması bir oldu. Anlayamadı, etrafına baktı sevdiği adamı göremedi, iki yabancı adam gördü sadece. Gözlerinin karardığını hatırlıyordu bir de, bir de, bir de adamın:

-merak etme nişanlının haberi var bizden, dediğini…

Bağırmadı bile, bağıramadı, sesini çıkarmadı bile, çıkaramadı.
Sevmemiş miydi kendisini, peki ya o güzel sözler, peki ya bugüne kadar yaşadıkları neydi? O hala oradaydı.
 İnsan sevdiğine zarar verir miydi? O hala oradaydı.
İnsanda mı değildi? Ya o, ya kendisi o adamı nasıl sevmişti? O hala oradaydı.

Artık bir kaç saat öncesindeki kişi değildi o. Kalbi, yüreği, duyguları bir şırıngayla çekilip alınmıştı sanki içinden, damarlarından.

Ya sonra, daha sonra… Bilemezdi bu çirkinliğin, yaşadıklarının devamının geleceğini. Sevdiği adam, ömrümü veririm dediği adam, bir de tehditlere kalkışıp, ‘’konuşursan seni rezil ederim herkese’’ diye susturmuştu onu, sık sık götürüyordu bağ evine, yaşlı, genç erkeklere,  bir zamanlar  sevgilim dediği genç kızı.  Bilmiyordu ki genç adam, zaten onun konuşacak hali yoktu. Hiç bir şeyin önemi de yoktu. Bağ evi ziyaretleri bir süre daha devam etti, ta ki dedikodular çıkıncaya, köyde konuşmalar başlayıncaya kadar.

O artık köyün kötü kızıydı.
O artık evinin namusunu kirletmişti.
Suçlu oydu, bir erkekle geziyordu dağda bayırda, tabi ki başına bunlar gelebilirdi.
Kimse dönüp bakmamıştı bile sevdiği adama,
Annesi çok korkuyordu, evin erkekleri bir zarar verecek kızına diye,
Yeri yoktu yani artık buralarda.
Kimse sahip çıkmamıştı ona,
 Ne oldu bitti, neler yaşandı,  neden diye bile sormamışlardı hatta.
Kadındı, suçluydu, kadınlığı öğrendi yani en sonunda,

O kim şarkıcı olmak kim? Aklına bile gelmezdi. O kim saçlarını şekilden şekle sokmak kim?edemezdi hayal bile. O kim, suratını palyaço gibi boyamak kim? Düşünemezdi bile.

Kaç defa yanıldı, kaç defa aldandı. Bu defa doğru insan,  bu defa doğru insan.
Bir tokat sağ yanağına.

Ama bu doğru insan, bu defa kesin doğru insan, bana bakışı bir başka,
Bir tokat sol yanağına.

Tanıyamadı insanları bir türlü, göremedi iç yüzlerini, anlayamadı insanın içinde bir insan daha olduğunu, maskelenen, gizlenen…

Söylerken şarkısını kolu piyano da, bir eli mikrofon da,

Karşısındaki adamı tanımaya çalışıyordu hala,

Sarı saçlı, kızıl saçlı adamı,

Elleri de ne kadar güzeldi,

Kırmızı kadife elbisesi ile

Tanıyamayacağını bile bile,

Aldanacağını bile bile,

Söylüyordu şarkısını

‘’Dost üzülür, düşman güler,
Böyle derde gülünür mü?
Bilseydim hiç sever miydim?
Aşkın sonu bilinir mi?’’


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder