KONU KOMŞU
I
Yok artık, bu kadarı da olamazdı gerçekten.
Taşındığımız günden beri bitmeyen, sonu gelmeyen bir aksiyon
yumağı.
Artık inanıyorum ki üst kattaki dairenin farklı bir enerjisi
var. Çekiyor kendine hareketi, çekiyor
kendine olayları, ilginç insanları. Sevmiyor kendi halinde yaşayan insanları,
sevmiyor bizimki gibi düzenli, monoton
hayatları.
O kadar mutlu olmuştum ki. Üst katımızdaki kiralık daireye bir ilkokul arkadaşımın taşınacağını
öğrendiğimde. Hemen o günlere
dönüvermiştim. O kadar sessiz, sedasız, efendi bir çocuktu ki, o yaşlardayken. Kıvırcık saçları, gülünce
kaybolan gözleri vardı. Çok çalışkan mıydı onu hatırlayamadım, demek ki o kadar
değildi. En çalışkanlar unutulmaz, bir de en yaramazlar unutulmaz ya.
Duydum ki çok da
zengin olmuş, işleri çok iyiymiş, fabrikaları varmış. Haberler geliyor
kulağıma. Çok da sevindim, böyle
başarılı olduğuna.
Fakat ne yalan söyleyeyim, o beni gördüğüne hiç sevinmedi
hatta ilgilenmedi bile benimle. Benim gibi , yıllar sonra arkadaşı ile
karşılaşmanın heyecanını hissetmedi, hem de hiç hissetmedi. Ama ben hissettim
onun hissetmediğini.
Neyse karşılıklı hislerimiz böyleydi işte, hisler
dünyasında.
Hisler dünyası oldu bir gece, sisler dünyası.
Kalp çarpıntısıyla uyandım bir gece yarısı. Zavallı
kalbim küt küt atıyorken ve de sanki yerinden fırlayacakken. Bir yerlerden de sesler geliyordu, küt, küt, evet ,evet, yukarıdan.
Yukarıdaki daireden sesler geliyordu, bağırış, çağırışlar,
tekme, tokatlar…
Yukarıdan sesler geliyordu, ‘’ yapma babacığım, vurma anneme
‘’ diye minik minik sesler, minik kız çocuklarının sesleri…
Sisler dünyasının perdeleri aralanmaya başlamıştı.
Bana başı önünde selam vermesinin bir sebebi vardı. Biliyordu
bir gün, bir gece duyacağımı, biliyordu onu bulduğum için artık sevinç
duymayacağımı,
Biliyordu artık öfke duyacağımı, biliyordu artık ileriki
günlerde ondan esirgeyeceğimi selamımı,
O yüzden beni daha ilk gördüğünde sevinmemişti, benim yaşadığım
heyecanı o hissetmemişti.
İlkokuldaki o masum, kendi halinde, efendi derler ya hani
işte öyle, gülünce gözleri kaybolan o çocuğun yerine,
Bilemem neden?
Karısını döven, kadınını ağlatan, hem de çocuklarının
önünde, kalbi kırık, ruhu yaralı
çocukları dünyaya hazırlayan bir adamı, göreceğimi bildiğinden, başı
önünde geçiyordu kapımın önünden.
İlkokul arkadaşım ve ailesi bir gün sessizce, evin önüne bir
kamyon yanaştırıp yüklediler eşyalarını, halılarını, masalarını, acılarını,
mutsuzluklarını.
Bir veda bile etmeden, başka bir üst kata gittiler. Alt
kattakilere kalp çarpıntıları yaşatmak üzere…
II
O zamanlar daha anlamamıştım üst kattaki dairenin
manyetikliğini. Bir vukuat yaşanmıştı gerçi, biliyorsunuz ilkokul arkadaşımdan
dolayı. Hep de denk gelmez ya, değil mi? Ama çekiyordu işte ilginç
karakterleri, söylemiştim size üst katın elektriğini, çekim kuvvetini.
Yeni taşınacak
komşumuzu merakla beklemeye başlamıştık. İlkinden duyduğumuz hayal
kırıklığı üzmüştü bizi. Ama yeni komşular, yeni yüzler, yeni insanlar gelecek
ve de biz güzel günler geçirecektik. Bir fincan kahve isteyecek, bir maniniz
yoksa size geleceğiz, diyecektik.
Hem ne demişler atalarımız ‘’ ev alma, komşu al’’, ‘’ komşu komşunun külüne muhtaçtır’’
Yani yeni komşuyu beklerken, komşuculuğa ait bütün atasözleri geliyordu aklıma, ard arda.
Yine bir gün, bir kamyon yanaştı, evimizin önüne. Eşyalar
indirildi birer birer dikkat ile, incitmeden masayı, bir yerini acıtmadan
aynayı, evet, eşyaların da ruhu vardı değil mi? Sahiplerinin ruhudur herhalde,
sahip oldukları eşyanın ruhu. Şöyle bir söz de vardır hatta. ‘’ eşyanın
tabiatına aykırı ‘’
İşte bu eşyaların sahibi, nasıl anlatsam size, kelime bulmak için zorluyorum kendimi, ama ben kısa yoldan gidip şöyle deyiversem size.
Tipik bir Adile Naşit. Bir tek elinde
zili eksik. Sanki merdivene çıkıp, o olmayan zili sallayacak, ‘’komşularım haydi, sizi çaya bekliyorum ‘’ diyecek.
OH, işte eğlenceli birileri dedik, Adile Naşit’ e de
benzettik. Onun gibi şen kahkahalar atan, onun gibi insancıl, onun gibi, onun gibisini
bekledik.
Tanıyacaktık yavaş yavaş, zaman geçtikçe gösterir yüzünü
komşular birbirine.
Göstermiyorsa yüzünü size, açmıyorsa kapıyı ardına kadar, selam
verirken bakmıyorsa yüzünüze ya da selamını esirgiyorsa sizden, vardır bir
sebebi, vardır bir gizlisi.
Birinci katta oturanların kaderidir. Sizi apartman görevlisi
zannederler, zilinize basarlar, kapıyı size açtırırlar. Sucusu, kargocusu,
postacısı…
Bu kapı açtırmalar, zil
çalmalar son günlerde sık sık tekrarlanmaya başladı. Genelde kadınlar gelip,
zile basıyorlardı.’’ Biz Hamiyet Hanım’ı aramıştık’’ diyorlardı. Öyle öğrendik üst
kata taşınan yeni komşumuzun adının Hamiyet olduğunu. Hamiyet Hanım, hamiyetli
hanım.
Yeni taşındıkları için arkadaşları, akrabaları
bilmiyorlardır evini, diye düşünüyorduk,
saf saf yani tertemiz kalbimizle. Ne güzel, çok sevilen bir insanmış, ne kadar da
çok arayanı soranı var, gelip gideni var diyorduk saf, saf yani yine tertemiz
kalbimizle.
Bir gün yine zil acı acı çalınca, koştuk ‘’olay mı var, olay
mı var’’ diye. İki genç kadın, hanım hanımcık, utangaç,
sıkılgan birer eda ile:
‘’biz Hamiyet Hanım’ı aramıştık, ama evde yokmuş’’
dediklerinde, kendilerini eve almak farz olmuştu tabi ki. Hem de merakımız
tavan yapmıştı. İçimdeki meraklı kuş pır pır kanat çırpıyordu, sonunda
anlayacaktık komşumuzun meziyetlerini, bu kadar çok sevilme
sebeplerini.
Genç bayanlara birer kahve ikram ettim, onları ürkütmeden,
irkiltmeden de lafı getirdim Hamiyet Hanımıma.
Meğer ne meziyetli bir hanımmış bizim Meziyet Hanım, pardon
Hamiyet Hanım. Meğer ne hamiyetli bir hanımmış bizim Hamiyet Hanım.
Hem meziyetli, hem hamiyetli, hem de becerikli, hem okuyucu
hem de üfleyici , iş bitirici.
Tıp diplomasına ne hacet, çocuğu olmayana çocuk,
Evlilik danışmanına ne gerek, kocayı eve bağlamaca,
Dedektife hiç gerek yok, kaybolan altınların yerini bulmaca,
Okumalar, üflemeler, muskalar, fallar, bu sinemalarda yani
bizim üst katta.
Polis baskınıyla son buldu Hamiyet Hanımın maceraları, benim
de kapı çalınmalarım.
Bir gün bir kamyon yanaştı evimizin önüne, yine incitmeden
masayı, yine kırıp dökmeden aynayı, lambayı usulca yüklediler kamyona.
Tam kamyonun ön bölmesine otururken Hamiyet Hanım, döndü
aniden apartmana. Şöyle bir okudu ve üfledi bu yana, suratımıza. İnşallah iyi
şeyler dilemiştir diye, düşündüm aylarca ve aynı zamanda korktum da.
Belki de bu okuma üflemelerin sonucunda üst kattaki dairenin
karakteri de değişmiştir, diyordum kendi kendime de.
Bekleyip görecektik
bakalım, önümüzdeki günler neler getirecekti bize.
Yeni hayatlar, yeni komşular, yeni insanlar…
Allahın hakkı üçtür, bekliyoruz yeni hayatlar, yeni
kiracılar…
III
Bir gün bir kamyonet yanaştı evimizin önüne. Diğer
nakliye kamyonlarına göre daha küçük bir
kamyon. Daha az eşya indirildi kaldırıma
bu kez. Eşyaların canını acıtmayalım, incitmeyelim, kırıp dökmeyelim korkusu
yoktu bu kez.’’ Eşyanın da ruhu mu olurmuş canım’’ , cinsindendi bu taşınma bu
kez. Belki de bu eşyaların ruhu yoktu bu sefer gerçekten. Belki de eşyaların
sahibinin de ruhu yoktu kim bilir? Sahiplenilmemişti belki de bu eşyalar . Belki
de bu hayatı ve de bu hayatı yansıtan kırık dökük eşyaları kabullenemiyordu
sahipleri.
Bir genç kadın ve bir kız çocuğu idi bu seferki
kiracılarımız. Güzel bir kadın, genç bir
kadın. Kızıl uzun dalgalı saçları, alımlı, dolgun bir vücudu vardı.
‘’Merhaba’’ diye attım kendimi önlerine anne ile kızın .
‘’Bir şey gerekli olursa, ben buradayım, her zaman kapımı
çalabilirsiniz’’ dedim, klasik komşuculuk oynayan, klasik bir ev kadını olarak.
Aman Allahım, genç kadın, gözlerime bakamadı, inanın
bakamadı ve gözlerini kaçırdı.’’teşekkür ederim’’ dedi usulca ve merdivenden
üst kata çıktı hızlıca, kızını çekiştirerek.
‘’Yok artık, olamaz, bu sefer de mi’’dedim kendime. Bekleyecektik
yeni aksiyonları, bekliyordum neler olacağını. Tanımıştım artık komşuların
davranışlarını. İlk izlenim denir ya, ilk izlenimde komşu nasıl tanınır, bu konuda usta
olmuştum.
Bu sefer aksiyonun dibine vurmuştuk. Gerçekten de bir gece
yarısı, uykunun en güzel yerinde, bir
sahil kasabasında masmavi bir denize adımımı atıyorken, harika bir rüyanın tam
ortasındayken , kapımız tak,tak tak vurulmaya başlamaz mı?
Denize adımımı atmak üzereydim ya rüyamda, tsunami mi
geliyor diye koştum, yataktan fırlayarak, ev ahalisiyle birlikte. Bir adam
dayanmıştı kapımıza :
‘’Aç ulan, aç kapıyı, kırdırma bana şimdi ‘’ diye bağırıp
duruyor, kafası dumanlı.
İşte ilk tanışmamız komşularımız ve
misafirleriyle böyle oldu. Daha
sonra sık sık değişik ziyaretçilerle tanışma fırsatımız da oldu tabi ki. Hatta
bu sayede Bandırmanın gece alemcileriyle
tanışıp, çevremizi bir hayli genişlettiğimiz de söylenebilir.
Emniyet kuvvetleriyle de tanışmış olduk böylece,
kendileriyle epey bir dost olduk da diyebiliriz hatta. Yardımlaşma, birbirimize
bilgi taşıma konularında epeyce yol aldık bu sayede.
Gündemdeki arabesk parçaların hepsini ezberlemiştik,devamlı o parçalar dinleniyordu yukarıda, ben de
dinleyip dinleyip hayata kahretmeye başlamıştım bu müzikler yüzünden.
‘’demir attım yalnızlığa, bir hasret denizinde, ve şimdi
hayallerim o günlerin izinde, yüreğimde duygular, ümitlerim nerede ‘’ Ebru
Gündeş yukarıda söylüyor, kızıl saçlı güzel komşum üstkatta, ben aşağıda ümitlerimi arıyordum .
Üst katta daima hareketli ve bazen de hararetli saatler
yaşanıyordu geceleri. Gündüz süt liman kesilen ev, gece karabasanların
yaşadığı, korku dolu gecelerin yaşandığı Adams ailesinin evine dönüyordu
birden.
Kırılan masalar, tekmelenen kapılar… Kırılan kalpler, bir
türlü yaşanamayan sevdalar…
Defalarca intihara kalkışmıştı o kızıl saçlı, güzel kadın, bir
tane de yavrusu varken hem de.
Kimse böyle bir hayatı yaşamayı istemezdi, alt katta kendi
kendime düşüncelerimle kalınca buna karar veriyordum. Hiç kızamıyordum üst
katımda yaşananlara. Sadece çaresizlik hissediyordum, bir şeyler yapmalı, bir
yardım eli mi uzatmalı?
Yaşam birileri için altın tepside sunulurken pembe, beyaz,
bazılarına da kırık dökük bir tepside, boyaları dökülmüş soluk gri bir tepside
sunuluyordu belli ki.
Bana selam vermiyordu artık, sanıyordu ki kendisi suçlu.
Neler yaşamıştı ki? Terk mi edilmişti ya
da kocasını kaybetmişti, ya da kendisi terk etmişti, gerçek olan şuydu ki yalnızdı
şimdi, kızıyla bir başına kalmıştı belli
ki. İstemezdi o da tabi ki insanların yüzüne bakamamayı, ya da erkeklerin şiddetine maruz kalmayı.
Kızını geçindirmek uğruna belki de, erkeklerin dünyasında kalmıştı aslında. Bedeniyle
para kazanıyordu, o yüzden de aralıklarla bedeninden intikam almak istiyor
gibiydi ve intihara kalkışıyordu sık sık.
Benim kalbim küt, küt, küt. Her gece bir şey olacak korkusuyla uyuyamamak, yaşadığım üçüncü yeni
hayat bu olmuştu, kalp hastası olmaya da az kalmıştı.
Ama çok barınamıyor bu tip yaşantıya sahip insanlar belli
bir çevrede, apartmanlarda, toplumda. Yavaşça çekip gidiyorlar başka yaşamlara.
O küçük kamyonet yine geldi bir gün kapıya, bu sefer üst kattan
indirilen eşyalar sadece ruhsuz değil,
aynı zamanda da yorgundu. Sahibi gibi, o kızıl saçlı gibi kırıktı, döküktü.
Aslında üzüldüm onu yolcu ederken, çünkü o kızıl saçlı
yukarıda ağlarken, çok teselli etmiştim kendisini ben aşağıda. O bağırırken, hayata
kahrederken çok sohbet etmiştim kendisiyle onun haberi olmadan. Aynı arabesk
parçaları dinlemiştim onunla, aynı nefreti
duymuştum onu üzen insanlara, ‘’ah be hayat ne acımazsın’’ demiştik beraberce yaşama.
İlk gördüğümde kızıl saçlı güzel kadını, ‘’hoş geldiniz’’ demiştim heyecanla,
Şimdi ise giderken ‘’
güle güle ‘’ dedim, ama içimden, ona duyuramadan usulca ve de dostça.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder