4 Şubat 2018 Pazar

KONU KOMŞU







                    KONU KOMŞU

                                I

Yok artık, bu kadarı da olamazdı   gerçekten.
Taşındığımız günden beri bitmeyen, sonu gelmeyen bir aksiyon yumağı.

Artık inanıyorum ki üst kattaki dairenin farklı bir enerjisi   var. Çekiyor kendine hareketi, çekiyor kendine olayları, ilginç insanları. Sevmiyor kendi halinde yaşayan insanları, sevmiyor bizimki  gibi düzenli, monoton hayatları.

 O kadar mutlu olmuştum ki. Üst katımızdaki  kiralık  daireye  bir ilkokul arkadaşımın taşınacağını öğrendiğimde.  Hemen o günlere dönüvermiştim. O kadar sessiz, sedasız, efendi bir çocuktu ki,  o yaşlardayken. Kıvırcık saçları, gülünce kaybolan gözleri vardı. Çok çalışkan mıydı onu hatırlayamadım, demek ki o kadar değildi. En çalışkanlar unutulmaz, bir de en yaramazlar unutulmaz ya.
 Duydum ki çok da zengin olmuş, işleri çok iyiymiş, fabrikaları varmış. Haberler geliyor kulağıma. Çok  da sevindim, böyle başarılı olduğuna.

Fakat ne yalan söyleyeyim, o beni gördüğüne hiç sevinmedi hatta ilgilenmedi bile benimle. Benim gibi , yıllar sonra arkadaşı ile karşılaşmanın heyecanını hissetmedi, hem de hiç hissetmedi. Ama ben hissettim onun hissetmediğini.

Neyse karşılıklı hislerimiz böyleydi işte, hisler dünyasında.
Hisler dünyası oldu bir gece, sisler dünyası.

Kalp çarpıntısıyla uyandım bir gece yarısı. Zavallı kalbim  küt  küt atıyorken ve de sanki  yerinden fırlayacakken.  Bir yerlerden de sesler geliyordu, küt, küt,  evet ,evet, yukarıdan.
Yukarıdaki daireden sesler geliyordu, bağırış, çağırışlar, tekme, tokatlar…
Yukarıdan sesler geliyordu, ‘’ yapma babacığım, vurma anneme ‘’ diye minik minik sesler, minik kız çocuklarının sesleri…

Sisler dünyasının perdeleri aralanmaya başlamıştı.
Bana  başı  önünde selam vermesinin bir sebebi vardı. Biliyordu bir gün, bir gece duyacağımı, biliyordu onu bulduğum için artık sevinç duymayacağımı,
Biliyordu artık öfke duyacağımı, biliyordu artık ileriki günlerde ondan esirgeyeceğimi selamımı,
O yüzden beni daha  ilk  gördüğünde sevinmemişti, benim yaşadığım heyecanı o hissetmemişti.
İlkokuldaki o masum, kendi halinde, efendi derler ya hani işte öyle, gülünce gözleri kaybolan o çocuğun yerine,

Bilemem neden?

Karısını döven, kadınını ağlatan, hem de çocuklarının önünde, kalbi kırık, ruhu yaralı  çocukları dünyaya hazırlayan bir adamı, göreceğimi bildiğinden, başı önünde geçiyordu kapımın önünden.

İlkokul arkadaşım ve ailesi bir gün sessizce, evin önüne bir kamyon yanaştırıp yüklediler eşyalarını, halılarını, masalarını, acılarını, mutsuzluklarını.
Bir veda bile etmeden, başka bir üst kata gittiler. Alt kattakilere kalp çarpıntıları yaşatmak üzere…

                                 II

O zamanlar daha anlamamıştım üst kattaki dairenin manyetikliğini. Bir vukuat yaşanmıştı gerçi, biliyorsunuz ilkokul arkadaşımdan dolayı. Hep de denk gelmez ya, değil mi? Ama çekiyordu işte ilginç karakterleri, söylemiştim size üst katın elektriğini, çekim kuvvetini.

Yeni taşınacak  komşumuzu merakla beklemeye başlamıştık. İlkinden duyduğumuz hayal kırıklığı üzmüştü bizi. Ama yeni komşular, yeni yüzler, yeni insanlar gelecek ve de biz güzel günler geçirecektik. Bir fincan kahve isteyecek, bir maniniz yoksa size geleceğiz, diyecektik.

Hem ne demişler atalarımız ‘’ ev alma, komşu al’’,  ‘’ komşu komşunun külüne muhtaçtır’’
Yani yeni komşuyu beklerken, komşuculuğa ait bütün  atasözleri  geliyordu aklıma, ard arda.

Yine bir gün, bir kamyon yanaştı, evimizin önüne. Eşyalar indirildi birer birer dikkat ile, incitmeden masayı, bir yerini acıtmadan aynayı, evet, eşyaların da ruhu vardı değil mi? Sahiplerinin ruhudur herhalde, sahip oldukları eşyanın ruhu. Şöyle bir söz de vardır hatta. ‘’ eşyanın tabiatına aykırı ‘’

İşte bu eşyaların sahibi, nasıl anlatsam size, kelime  bulmak için  zorluyorum kendimi,  ama  ben kısa yoldan gidip şöyle deyiversem size. Tipik bir Adile Naşit.  Bir tek elinde zili eksik. Sanki merdivene çıkıp, o olmayan zili sallayacak, ‘’komşularım haydi,  sizi çaya bekliyorum ‘’ diyecek.
OH, işte eğlenceli birileri dedik, Adile Naşit’ e de benzettik. Onun gibi şen kahkahalar atan, onun gibi insancıl, onun gibi, onun gibisini bekledik.

Tanıyacaktık yavaş yavaş, zaman geçtikçe gösterir yüzünü komşular birbirine.
Göstermiyorsa yüzünü size, açmıyorsa kapıyı ardına kadar, selam verirken bakmıyorsa yüzünüze ya da selamını esirgiyorsa sizden, vardır bir sebebi, vardır bir gizlisi.

Birinci katta oturanların kaderidir. Sizi apartman görevlisi zannederler, zilinize basarlar, kapıyı size açtırırlar. Sucusu, kargocusu, postacısı…
Bu kapı açtırmalar,  zil çalmalar son günlerde sık sık tekrarlanmaya başladı. Genelde kadınlar gelip, zile basıyorlardı.’’ Biz Hamiyet Hanım’ı aramıştık’’ diyorlardı. Öyle öğrendik üst kata taşınan yeni komşumuzun adının Hamiyet olduğunu. Hamiyet Hanım, hamiyetli hanım.

Yeni taşındıkları için arkadaşları, akrabaları bilmiyorlardır evini, diye  düşünüyorduk, saf saf yani tertemiz kalbimizle. Ne güzel, çok sevilen bir insanmış, ne kadar da çok arayanı soranı var, gelip gideni var diyorduk saf, saf yani yine tertemiz kalbimizle.

Bir gün yine zil acı acı çalınca, koştuk ‘’olay mı var, olay mı  var’’  diye. İki genç kadın, hanım hanımcık, utangaç, sıkılgan birer eda ile:
‘’biz Hamiyet Hanım’ı aramıştık, ama evde yokmuş’’ dediklerinde, kendilerini eve almak farz olmuştu tabi ki. Hem de merakımız tavan yapmıştı. İçimdeki meraklı kuş pır pır kanat çırpıyordu, sonunda anlayacaktık  komşumuzun   meziyetlerini, bu kadar çok sevilme sebeplerini.

Genç bayanlara birer kahve ikram ettim, onları ürkütmeden, irkiltmeden de lafı getirdim Hamiyet Hanımıma.
Meğer ne meziyetli bir hanımmış bizim Meziyet Hanım, pardon Hamiyet Hanım. Meğer ne hamiyetli bir hanımmış bizim Hamiyet Hanım.
Hem meziyetli, hem hamiyetli, hem de becerikli, hem okuyucu hem de üfleyici , iş bitirici.

Tıp diplomasına ne hacet, çocuğu olmayana çocuk,
Evlilik danışmanına ne gerek, kocayı eve bağlamaca,
Dedektife hiç gerek yok, kaybolan altınların yerini bulmaca,
Okumalar, üflemeler, muskalar, fallar, bu sinemalarda yani bizim üst katta.
Polis baskınıyla son buldu Hamiyet Hanımın maceraları, benim de kapı çalınmalarım.

Bir gün bir kamyon yanaştı evimizin önüne, yine incitmeden masayı, yine kırıp dökmeden aynayı, lambayı usulca yüklediler kamyona.
Tam kamyonun ön bölmesine otururken Hamiyet Hanım, döndü aniden apartmana. Şöyle bir okudu ve üfledi bu yana, suratımıza. İnşallah iyi şeyler dilemiştir diye, düşündüm aylarca ve aynı zamanda korktum da.
Belki de bu okuma üflemelerin sonucunda üst kattaki dairenin karakteri de değişmiştir, diyordum kendi kendime de.
Bekleyip  görecektik  bakalım, önümüzdeki günler neler getirecekti bize.
Yeni hayatlar, yeni komşular, yeni insanlar…
Allahın hakkı üçtür, bekliyoruz yeni hayatlar, yeni kiracılar…
                    III

Bir gün bir kamyonet yanaştı evimizin önüne. Diğer nakliye  kamyonlarına göre daha küçük bir kamyon.  Daha az eşya indirildi kaldırıma bu kez. Eşyaların canını acıtmayalım, incitmeyelim, kırıp dökmeyelim korkusu yoktu bu kez.’’ Eşyanın da ruhu mu olurmuş canım’’ , cinsindendi bu taşınma bu kez. Belki de bu eşyaların ruhu yoktu bu sefer gerçekten. Belki de eşyaların sahibinin de ruhu yoktu kim bilir? Sahiplenilmemişti belki de bu eşyalar . Belki de bu hayatı ve de bu hayatı yansıtan kırık dökük eşyaları kabullenemiyordu sahipleri.

Bir genç kadın ve bir kız çocuğu idi bu seferki kiracılarımız. Güzel bir kadın, genç bir  kadın. Kızıl uzun dalgalı saçları, alımlı, dolgun bir  vücudu vardı.
‘’Merhaba’’ diye attım kendimi önlerine anne ile kızın .
‘’Bir şey gerekli olursa, ben buradayım, her zaman kapımı çalabilirsiniz’’ dedim, klasik komşuculuk oynayan, klasik  bir ev kadını olarak.

Aman Allahım, genç kadın, gözlerime bakamadı, inanın bakamadı ve gözlerini kaçırdı.’’teşekkür ederim’’ dedi usulca ve merdivenden üst kata çıktı hızlıca, kızını çekiştirerek.
’Yok artık, olamaz, bu sefer de mi’’dedim kendime. Bekleyecektik yeni aksiyonları, bekliyordum neler olacağını. Tanımıştım artık komşuların davranışlarını. İlk izlenim denir ya, ilk izlenimde komşu nasıl tanınır, bu konuda  usta olmuştum.

Bu sefer aksiyonun dibine vurmuştuk. Gerçekten de bir gece yarısı,  uykunun en güzel yerinde, bir sahil kasabasında masmavi bir denize adımımı atıyorken, harika bir rüyanın tam ortasındayken , kapımız    tak,tak tak vurulmaya başlamaz mı?
Denize adımımı atmak üzereydim ya rüyamda, tsunami mi geliyor diye koştum, yataktan fırlayarak, ev ahalisiyle birlikte. Bir adam dayanmıştı kapımıza :
’Aç ulan, aç kapıyı, kırdırma bana şimdi ‘’ diye bağırıp duruyor, kafası dumanlı.

İşte ilk tanışmamız komşularımız  ve  misafirleriyle böyle oldu.  Daha sonra sık sık değişik ziyaretçilerle tanışma fırsatımız da oldu tabi ki. Hatta bu sayede Bandırmanın gece  alemcileriyle tanışıp, çevremizi bir hayli genişlettiğimiz de söylenebilir.

Emniyet kuvvetleriyle de tanışmış olduk böylece, kendileriyle epey bir dost olduk da diyebiliriz hatta. Yardımlaşma, birbirimize bilgi taşıma konularında epeyce yol aldık bu sayede.

Gündemdeki arabesk parçaların hepsini ezberlemiştik,devamlı o parçalar dinleniyordu yukarıda,  ben de dinleyip dinleyip hayata kahretmeye başlamıştım bu müzikler yüzünden.
’demir attım yalnızlığa, bir hasret denizinde, ve şimdi hayallerim o günlerin izinde, yüreğimde duygular, ümitlerim nerede ‘’ Ebru Gündeş yukarıda söylüyor, kızıl saçlı güzel komşum üstkatta,  ben aşağıda ümitlerimi arıyordum .

Üst katta daima hareketli ve bazen de hararetli saatler yaşanıyordu geceleri. Gündüz süt liman kesilen ev, gece karabasanların yaşadığı, korku dolu gecelerin yaşandığı Adams ailesinin evine dönüyordu birden.

Kırılan masalar, tekmelenen kapılar… Kırılan kalpler, bir türlü yaşanamayan sevdalar…
Defalarca intihara kalkışmıştı o kızıl saçlı, güzel kadın, bir tane de yavrusu varken hem de.
Kimse böyle bir hayatı yaşamayı istemezdi, alt katta kendi kendime düşüncelerimle kalınca buna karar veriyordum. Hiç kızamıyordum üst katımda yaşananlara. Sadece çaresizlik hissediyordum, bir şeyler yapmalı, bir yardım eli mi uzatmalı?

Yaşam birileri için altın tepside sunulurken pembe, beyaz, bazılarına da kırık dökük bir tepside, boyaları dökülmüş soluk gri bir tepside sunuluyordu belli ki.

Bana selam vermiyordu artık, sanıyordu ki kendisi suçlu. Neler yaşamıştı ki?  Terk mi edilmişti ya da kocasını kaybetmişti, ya da kendisi terk etmişti, gerçek olan şuydu ki yalnızdı şimdi,  kızıyla bir başına kalmıştı belli ki. İstemezdi o da tabi ki insanların yüzüne bakamamayı,  ya da erkeklerin şiddetine maruz kalmayı. Kızını geçindirmek uğruna belki de, erkeklerin dünyasında kalmıştı aslında. Bedeniyle para kazanıyordu, o yüzden de aralıklarla bedeninden intikam almak istiyor gibiydi ve intihara kalkışıyordu sık sık.

Benim kalbim küt, küt, küt. Her gece bir şey olacak  korkusuyla uyuyamamak, yaşadığım üçüncü yeni hayat bu olmuştu, kalp hastası olmaya da az kalmıştı.

Ama çok barınamıyor bu tip yaşantıya sahip insanlar belli bir çevrede, apartmanlarda, toplumda. Yavaşça çekip gidiyorlar başka yaşamlara.

O küçük kamyonet yine geldi bir gün kapıya, bu sefer üst kattan indirilen eşyalar  sadece ruhsuz değil, aynı zamanda da yorgundu. Sahibi gibi, o kızıl saçlı gibi  kırıktı, döküktü.

Aslında üzüldüm onu yolcu ederken, çünkü o kızıl saçlı yukarıda ağlarken, çok teselli etmiştim kendisini ben aşağıda. O bağırırken, hayata kahrederken çok sohbet etmiştim kendisiyle onun haberi olmadan. Aynı arabesk parçaları dinlemiştim  onunla, aynı nefreti duymuştum onu üzen insanlara, ‘’ah be hayat ne acımazsın’’  demiştik beraberce  yaşama.

İlk gördüğümde kızıl saçlı güzel kadını,  ‘’hoş geldiniz’’ demiştim heyecanla,
Şimdi  ise giderken ‘’ güle güle ‘’ dedim, ama  içimden,  ona duyuramadan usulca ve de dostça.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder