O YILLARI SİLEMEM...
geyve.1986
Yıl 1986.Mart kapıdan baktırır günleri.Bandırma’nın ayazı ile rüzgârının
birbirine karıştığı soğuk günler. Ama bizim evde ise yaşanan ateşli günler,
soğuğu hissetmediğimiz. Heyecanla bekliyorduk çünkü tayinim nereye çıkacak,
yeni bir hayata nerede başlayacaktım acaba diye. Günlerdir bu haldeydik ve
beklenen haber geldi. Annem, babam, sapsarı saçlı kardeşim, canım Sertan’ım,
havalı kadın ve kocası, yani karşı komşularımız, Meserret teyzem ve Servet
amcam, hepimiz. Zarfı yırttık ve Geyve. Adını hiç duymamışız. Birisi diyor ki
Gebze olmasın, bir diğeri diyor ki Gemliktir belki de. İşte hayatımın 3 yılının
geçeceği Geyve ile tanışmam böyle oldu.
Adapazarı’nın bir ilçesi. Yemyeşil bir doğanın
kucağına yayılmış, meyve bahçeleriyle kaplı, ortasından bir nehrin kolu geçen,
sevimli mi sevimli, küçücük bir kasaba. Ünlü Şair Sezai Karakoç’ un dizelerinde
yer aldığını sonradan öğrendiğim Geyve’m.
''Mona Roza, siyah
güller, ak güller,
Geyve’nin gülleri
ve beyaz yatak…''
Ünlü şair’in
sevdiği kadın Muazzez Hanım Geyveli imiş. Sonu hüzünlü biten bir aşk hikâyesi.
Sonu iyi bitince aşk olmuyor galiba. Neyse, işte böyle bir atmosfer.
Lakin kiralık ev
bile yok. Bulduklarımızda ben oturamam diye feryat ediyorum. İnsan yetiştirecek
daha dün öğrenci, bugün öğretmen olacak kız, böcekten, haşerattan korkuyor, ben
buralarda kalamam diyor.
Her yer yaralı insanlarla dolu allahım.
Herkesin bir kanadı kopmuş, yüreği yanmış, herkes yarım, böyle bir aile denk
geliyor bana da. Daha bu yıl kızlarını kaybetmişler. Bana kucak açıyor, kızları
yerine koyuyorlar. Geyve’nin en güzel evinde bana bir daire veriyorlar, kira mı
o da ne demek. Ben onların kızı oluveriyorum. Evinde küfür duymamış ben,
küfürlü konuşmaların en tatlısını yapan Karadenizli Necmi amcanın koruması
altına giriyorum. Masada sohbet, masanın üstünde silah, havada uçuşan küfürler
ve ben çok mutlu olarak Karadenizli bir ailenin kızıyım artık. Gözleri görmeyen
bir anne, artık beni kızı olarak görüyor. Ben yemezsem hiçbir şey boğazından
geçmiyor, benim sohbetlerim olmazsa tadı tuzu olmuyor içilen çorbaların. Küçük
kızları kardeşim oluyor, hayatım birden değişiyor ve onlarınki de, bunu
hissediyorum.
Öğretmen olarak okula ilk
gidişim, ah o duyguyu unutmam ne mümkün. Okul müdürünün kapılara kadar çıkıp
beni, 22 yaşındaki beni, hoş geldiniz hocanım diye karşılayışı. Daha dün
ayağında kot pantolon, dersten kaçıp okeye giden öğrenci ben, bugün kapılarda
karşılanan tayyörünü giymiş, saçlarını toplamış öğretmen ben. Şu an araftayım,
hangisi benim acaba, ya da bu geçiş nasıl olacak acaba? Ama o karşılanma var
ya, hayatımın dönüm noktası. O an ki düşüncelerimi ve şaşkınlığımı hiç unutmam.
Nasıl bir saygı gösterişidir bu bana, gencecik bir kıza. O zaman artık
hayatımın değişeceğini anlamıştım. Benden beklenen bir şeyler olduğunu, hatta
beklentinin büyük olduğunu, bana gösterilen saygının ve güvenin sorumluluğunu
omuzlarımda hissetmiştim. Daha ilk adımda bana bu güveni ve saygıyı hissetmeme
sebep olan Geyve Lisesi müdürüme ve okuldaki öğretmen arkadaşlarıma çok
teşekkür etmişimdir her zaman.
O güvenle ve duyguyla öyle bir adım attım ki
mesleğime, hep sevdim öğrencilerimi, okulun ilk günü yaşadığım heyecanımı hep sevdim,
her yeni dönemde ilk sınıfa girişimde dizlerimin titremesini hep sevdim, onlara
sadece kimya değil, hayata dair bir şeyler vermeyi hep sevdim, upuzun
koridorlarda nöbet tutmayı hep sevdim, öğrenciler gibi boş dersleri,
öğrencilerle dersi kaynatmayı, arkadaşlarımla yaptığım kantin sohbetlerini,
okula üzgün gidip mutlu döndüğüm günleri, gece yarılarına kadar soru
hazırlamayı, emekli olana kadar her gece ders hazırlamayı hep sevdim.
Ama ne oldu da
bir gün vazgeçtim bu sevmelerden, ne zaman artık yeter dedim. Bu kadar yoğun
duygularla bağlandığım mesleğimden ne oldu da birden kopuverdim, hiç anlayamadım.
Şimdi bunları yazarken bile özlüyorum ve bir sulu göz olarak gözyaşlarımı
akıtıyorum ve silmiyorum da işin kötüsü, burnum akıyor ve gözyaşlarıma
karışıyor ama yine de silmiyorum, hayatımdaki beni ben yapan bu yılları silmek istemiyorum.
…
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona…
…
SEZAİ KARAKOÇ(2009 ,arşivimden)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder