29 Kasım 2017 Çarşamba

GÜNDEMDEN KAÇIŞ


    
                           
                                       GÜNDEMDEN KAÇIŞ 

Benim bu gece gündemim, Türkiye' nin gündeminden çok farklı sevgili arkadaşlarım.

 Bilmem ki bana katılmak ister misiniz ?

Yaşadığımız şu rezil günlere inat ....

    Kas hastalığı nedeniyle okula annesinin sırtında gidip gelen Samet Karaköse'nin hayatı, fizik öğretmeni Birol hocası ile değişti.Birol hoca öğrencisini bir yıl boyunca her gün, okula kendi aracı ile getirip götürdü.

       İşte bir tane daha. Van'ın Çaldıran ilçesi Çubuklu köyü Galatasaray Ortaokuluna atanan  öğretmen  Mahmut Çakır , okulunun sürekli olarak  elektriğinin  kesilmesi üzerine, kendi maaşından harcayarak  , okulun çatısına rüzgar tribünü kurdu. Okulunu  ve öğrencilerini aydınlığa , elektriğe kavuşturdu.(18.kasım.2017.aydınlık)

              Bir de MAVİ MELEKLER var.Aralarında kanser hastalarının da bulunduğu Mavi Melekler grubu tam 31 yıldır , Ok Meydanı hastanesinde kanserli hastalara ücretsiz çay ve simit dağıtıyorlar. Hemşire Mükerrem Arın Amerika'da gördüğü gönüllülük projesini Ok meydanı hastanesinde uygulamaya geçirdi .Sadece çay,su ve simit değil , aynı zamanda onların dert ortağı oluyorlar. (11.kasım.2015)


          sosyal medyadan tanıdığımız Ahu kahraman yıldırım , namı diğer müzisyenannenin oğlu  Kartal , bir süredir kalp yetmezliğiyle boğuşuyordu. Almanya’daki hastanede tedavi görebilmesi ve nakilsırasına alınabilmesi için gereken.1.099.000 euro sosyal medyada duyurulan  kampanyayla  24 saat gibi kısa  bir sürede toplanmıştı.  Kartal bebek kalp nakli ameliyatını oldu ve kritik 48 saati atlatarak  hayata tutundu. (20.kasım.2017posta.com)


         ''Dağlara buğday serpin, Müslüman ülkede kuşları aç demesinler '',demiş HZ Ömer. Gümüşhane'nin  Torul ilçesine bağlı Günay köyünde, vatandaşlar yıllardır ekmedikleri tarlalara, kuşlar aç kalmasın diye buğday ektiler. (11.kasım.2016.gümüşhane gen.tr)


             Ağrının Diyadin ilçesinin Günbuldu köyünde koyunlarına çobanlık yaparken elektrik tellerine takılan bir kuşun çırpındığını gören, 17 yaşındaki çoban Ramazan ,kuşu kurtarmak isterken elektrik akımına kapıldı, iki elini kaybetti.(24.ekim.2017.milliyet.com) 

        36 yıl önce işçisine veremediği 4 günlük yevmiyesini  36 yıl sonra ödeyen  vefalı patron Kemal Serici, işçisini tv de görünce ''bu o'' dedi , ve borcunu ödedi .Aydın'da 36 yıl önce çalıştığı inşaat işinden 4 günlük alacağı kalan Mehmet Vergili , yıllar sonra kendisini televizyonda gören eski patronunun kalan ücretini göndermesiyle şaşkına döndü ve '' insanlık ölmemiş '' dedi.( t24.26.mart.2016)

           İzmir'in Tire ilçesinde tarihi hanın restarasyonu sırasında 1016 altın ve gümüş sikke bulup ,yetkililere teslim etti. 60 tl yevmiyeyle çalışan ve bulduğu hazineyi teslim eden Mehmet Yazar:'' bir altın bizi bozar mı'', dedi…(hürriyet.com. 9.aralık2015)


         Kastomonu' nun Abana ilçesinde, okul yolundaki Atm önünde buldukları 30 lirayı  hiç düşünmeden banka kapısından içeri attılar. Bankanın kamera görüntülerinden bulunan 4.sınıf öğrencileri  Halis Yahya Kapçak ve Yiğit Özkan Sakallıoğlu yetkililerce çeşitli hediyelerle ödüllendirildiler. (6.mayıs 2016.haberler.com)



İzmir’de, sosyal medya üzerinden paylaşılan ‘Bir bebek için acil karaciğer bağışçısı aranıyor’ mesajını okur okumaz donör olmak için hastaneye koşan 2 çocuk babası itfaiyeci Demircan Edizel (38), 7 aylık Hüseyin Can Çetin’in ‘hayat kahramanı’ oldu. Ölümden dönen Hüseyin Can’a karaciğerinden alınan parça nakledilen Edizel, “Büyük bir mutluluğu ve gururu birlikte yaşıyorum” dedi. Baba Ünal Çetin ise “Demircan Bey, oğlumun artık manevi babası. Bayramlarda elini öpmeye gidecek” diye konuştu.(27.kasım.2017..9 eylül izmir)




Bu yazı nasıl bir yere bağlanabilir ki ? Bağlamak zorunda da değiliz   aslında. 

Bir şiir olabilir belki ama. İyi gelir belki yorgun, kırgın ruhlarımıza.....


Öyle  yıkma kendini,
öyle mahzun,öyle garip
nerede olursan ol
içeride,dışarıda,derste,sırada,
yürü üstüne üstüne,
tükür yüzüne celladın
fırsatçının, fesatçının, hayının...
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile,diş ile
umut ile, sevda ile,düş ile
dayan rüsva etme beni
                             AHMET ARİF

23 Kasım 2017 Perşembe

O YILLARI SİLEMEM...

  
      O YILLARI SİLEMEM...

                                geyve.1986


 Yıl 1986.Mart kapıdan baktırır günleri.Bandırma’nın ayazı ile rüzgârının birbirine karıştığı soğuk günler. Ama bizim evde ise yaşanan ateşli günler, soğuğu hissetmediğimiz. Heyecanla bekliyorduk çünkü tayinim nereye çıkacak, yeni bir hayata nerede başlayacaktım acaba diye. Günlerdir bu haldeydik ve beklenen haber geldi. Annem, babam, sapsarı saçlı kardeşim, canım Sertan’ım, havalı kadın ve kocası, yani karşı komşularımız, Meserret teyzem ve Servet amcam, hepimiz. Zarfı yırttık ve Geyve. Adını hiç duymamışız. Birisi diyor ki Gebze olmasın, bir diğeri diyor ki Gemliktir belki de. İşte hayatımın 3 yılının geçeceği Geyve ile tanışmam böyle oldu.



 Adapazarı’nın bir ilçesi. Yemyeşil bir doğanın kucağına yayılmış, meyve bahçeleriyle kaplı, ortasından bir nehrin kolu geçen, sevimli mi sevimli, küçücük bir kasaba. Ünlü Şair Sezai Karakoç’ un dizelerinde yer aldığını sonradan öğrendiğim Geyve’m.

''Mona Roza, siyah güller, ak güller,
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak…''

Ünlü şair’in sevdiği kadın Muazzez Hanım Geyveli imiş. Sonu hüzünlü biten bir aşk hikâyesi. Sonu iyi bitince aşk olmuyor galiba. Neyse, işte böyle bir atmosfer.

Lakin kiralık ev bile yok. Bulduklarımızda ben oturamam diye feryat ediyorum. İnsan yetiştirecek daha dün öğrenci, bugün öğretmen olacak kız, böcekten, haşerattan korkuyor, ben buralarda kalamam diyor.

 Her yer yaralı insanlarla dolu allahım. Herkesin bir kanadı kopmuş, yüreği yanmış, herkes yarım, böyle bir aile denk geliyor bana da. Daha bu yıl kızlarını kaybetmişler. Bana kucak açıyor, kızları yerine koyuyorlar. Geyve’nin en güzel evinde bana bir daire veriyorlar, kira mı o da ne demek. Ben onların kızı oluveriyorum. Evinde küfür duymamış ben, küfürlü konuşmaların en tatlısını yapan Karadenizli Necmi amcanın koruması altına giriyorum. Masada sohbet, masanın üstünde silah, havada uçuşan küfürler ve ben çok mutlu olarak Karadenizli bir ailenin kızıyım artık. Gözleri görmeyen bir anne, artık beni kızı olarak görüyor. Ben yemezsem hiçbir şey boğazından geçmiyor, benim sohbetlerim olmazsa tadı tuzu olmuyor içilen çorbaların. Küçük kızları kardeşim oluyor, hayatım birden değişiyor ve onlarınki de, bunu hissediyorum.

               Öğretmen olarak okula ilk gidişim, ah o duyguyu unutmam ne mümkün. Okul müdürünün kapılara kadar çıkıp beni, 22 yaşındaki beni, hoş geldiniz hocanım diye karşılayışı. Daha dün ayağında kot pantolon, dersten kaçıp okeye giden öğrenci ben, bugün kapılarda karşılanan tayyörünü giymiş, saçlarını toplamış öğretmen ben. Şu an araftayım, hangisi benim acaba, ya da bu geçiş nasıl olacak acaba? Ama o karşılanma var ya, hayatımın dönüm noktası. O an ki düşüncelerimi ve şaşkınlığımı hiç unutmam. Nasıl bir saygı gösterişidir bu bana, gencecik bir kıza. O zaman artık hayatımın değişeceğini anlamıştım. Benden beklenen bir şeyler olduğunu, hatta beklentinin büyük olduğunu, bana gösterilen saygının ve güvenin sorumluluğunu omuzlarımda hissetmiştim. Daha ilk adımda bana bu güveni ve saygıyı hissetmeme sebep olan Geyve Lisesi müdürüme ve okuldaki öğretmen arkadaşlarıma çok teşekkür etmişimdir her zaman.

 O güvenle ve duyguyla öyle bir adım attım ki mesleğime, hep sevdim öğrencilerimi, okulun ilk günü yaşadığım heyecanımı hep sevdim, her yeni dönemde ilk sınıfa girişimde dizlerimin titremesini hep sevdim, onlara sadece kimya değil, hayata dair bir şeyler vermeyi hep sevdim, upuzun koridorlarda nöbet tutmayı hep sevdim, öğrenciler gibi boş dersleri, öğrencilerle dersi kaynatmayı, arkadaşlarımla yaptığım kantin sohbetlerini, okula üzgün gidip mutlu döndüğüm günleri, gece yarılarına kadar soru hazırlamayı, emekli olana kadar her gece ders hazırlamayı hep sevdim.

Ama ne oldu da bir gün vazgeçtim bu sevmelerden, ne zaman artık yeter dedim. Bu kadar yoğun duygularla bağlandığım mesleğimden ne oldu da birden kopuverdim, hiç anlayamadım. Şimdi bunları yazarken bile özlüyorum ve bir sulu göz olarak gözyaşlarımı akıtıyorum ve silmiyorum da işin kötüsü, burnum akıyor ve gözyaşlarıma karışıyor ama yine de silmiyorum, hayatımdaki beni ben yapan bu yılları silmek istemiyorum.
        
        
         Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
         Saat onikidir söndü lambalar
         Uyu da turnalar girsin rüyana
         Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
         Zaman ne de çabuk geçiyor Mona…
         …
                                   SEZAİ KARAKOÇ

                       (2009 ,arşivimden)

21 Kasım 2017 Salı

RASİM OZAN KÜTAHYALI , SİNAĞRİT BABA VE BİZ




Dik dur
yıldızların altında nasıl başın eğik durursun
hangi yoldan gidersen git
sonunda ölüm bekliyor
ve her şey felaketle sonuçlanıyor
sen de öleceksin
bu dünya da ölecek
bu yüzden dik dur  (ALİYA İZZETBEGOVİÇ'in ölüm döşeğinde yazdığı  KENDİME MESAJ adlı şiir ) 



RASİM OZAN KÜTAHYALI, SİNAĞRİT BABA VE BİZ.

En sevdiğim öykülerden biridir Sait Faik Abasıyanık’ ın Sinağrit Baba öyküsü.


Yalnız yaşayan, konuşmayan bir balıktır Sinağrit baba. Zümrüt kovuğunun penceresinden ne felaketler seyretmiştir şimdiye kadar denizin derinliklerinde.

Aynı bizler gibi, insan ya da hayvan olmayla ilgili değildir yaşamak, nefes almak. Nasıl yaşadığın ile ilgilidir. Kalabalıklar içinde yalnız değil miyiz? Kim dinliyor ki seni gerçekten. Cenazede ağlayan kendi ölüsüne, parasını, sağlığını kaybedene oh çok şükür ki bende yerinde diye baktığımız bir dünya. Karşımızdakini anlamadığımız, çocuğumuza bile kendi isteklerimizi dayattığımız bir dünya.

Sinağrit baba konuşmaz, ama babadır gerçekten. Yaşını başını almış, evlat sahibi değildir ama denizin babasıdır yani. Denize salınıverilen renkli fenerli oltalara kanan mercan balıkları, onun gözünün içine bakar, bizi kurtar diye. Evet, çok kolaydır, gidip o oltayı dişlemek, o mercanı kurtarmak, Ama ya sonra. Diğerleri ve diğerleri. Bir kişinin aklı ile kurulamaz ki adaletli bir dünya. Ne zaman ki bütün balıklar uyanacak, koşacak hemcinsinin yardımına, o zaman mutluluğa erişir deniz altı veya deniz üstü, ne fark eder ki?

Sinağrit babanın balık aklı kadar bile akla sahip değil gibiyiz yaşadıklarımıza bakarsak. Ne felaketler atlattık da, ne oltalara geldi, yakalandı ve hala da yakalanıyor insanımız da, bakıyoruz uyuşmuş bir halde biz de pencerelerimizden, belli ki perdenin de gerisinden.
Ne bombalar patladı da, ne çocuklar, ne aydınlar, ne insanlar öldü, öldü de, bir binaya tıkılıp yakıldılar da, her gün ama her gün be kardeşim her gün, on, yirmi  fidanlar gitti de, kıpırdayamadık ya. Bekledik birisi gelsin de kurtarsın bizi diye, sinağrit baba gibi birisi. Kimi dedi reis kurtaracak, kimi dedi Apo kurtaracak, kimi dedi Atatürk lazım bize. Gelemedik bir araya, takıldık oltalara bir bir, denizin dibindeki mercanlar gibi.

Sinağrit baba artık bu uzun ve yorucu ömürün sonlanması gerektiğini düşünüyordu. Ama daha eti dolgunken, mantosu sırtında iken bitirmeli bu ömrü, diye söyleniyordu. Yoksa bir gün, pis bir vatozun, bir sırtı renksiz, yapışkan ve parazitli bir canavarın bir dişine bir tarafını kaptırmak da vardı.

Tıpkı şu anda, tam da şu anda bizim  kaptırdığımız gibi. Her taraftan etimizi koparıyor birer birer pis vatozlar,
Parazitli yaratıklar ya da kendileri asalak olan insanımsılar.
Ağızları köpürüyor, ha bire vuruyorlar bel altı, aşağılıyorlar insanları, kendileri kız çocuğu sahip olmalarına rağmen cinsellik imalı cümlelerle kaplıyorlar ekranları, gazetelerde köşeleri.

‘’ Kemalizm AKP’ yi de yendi. İşte zafer bizim,  gibi idiot laflarla mastürbasyon yapıp tatmin oluyorlar ‘’ diyor CHP’ lilere.

‘’ 30 cm’ lik Gomis çıkıntısı ‘’ deyimini sokuyor Türk literatürüne

‘’ Gomis’ in en sevdiği şarkıyı verin ekranlara ‘’ diyor. Japon şarkıcının ‘’ seni seviyorum ‘’ anlamına gelen ‘’ SUKİ YO ‘’ şarkısını, Türkçeye karşılık gelen müstehcen söyleniş tarzına,  Sinan Engin, Ahmet Çakar ve sunucu Ertem Şener de aralarında olmak üzere, dakikalarca hep beraber dinliyorlar ve dinletiyorlar. Gülüyorlar, gülüyorlar ve gülüyorlar. Vatozlara hakaret etmemek lazım, böyle parazit gibi insanlar oldukça aslında. Beyaz TV ‘ de, Melih Gökçek TV’ sinde. Kimsenin kılı kıpırdamıyor ,  bekliyor , bekliyor belki de Sinağrit baba gibi.

Çünkü bir kişinin akıl etmesi,  rahatsız olması yetmez, Herkes, bütün toplum rahatsız olacak ki ses getirsin.

O kadar emin ki bu her devrin adamı, çünkü o kadar emin ki kendisinden,  sanatçılara, Atatürk’e, CHP’ lilere vuruyor da vuruyor bel altı.( 9.6.2017’ de RTÜK , kendisini CHP m.v Mahmut TANAL’a küfürlü sözleri ve hakaret ettiği gerekçesi ile 13 bin 601 lira para  cezasına çarptırmıştı)  Sallayabilir sağa, sola, Türk’e, Kürt’e, Çerkes’e, Boşnaklara…

Deniz Gezmişler ile hesabının kapanmadığını yazan takıntılı, Nejat İşler, Ferhan Şensoy, Harun Tekin ve Ali Poyrazoğlu da dahil olmak üzere sanatçıları da kolayca FAŞİST olarak niteleyen bir histerik asalağın  biriydi o, görülmemesi, duyulmaması bizim suçumuz  değil mi aslında ?

Sinarit baba ise  dürüst insanı, cesur insanı, ikiyüzlü olmayanı arıyordu ölmek için.

Rasim Ozanlar ise karşımızda dönüyordu fırfır, değil ikiyüzlü, binbir surat olarak.  Şu anda bütün CHP’lilerin, ilke gereği cemaat karşıtı olan aydınların, tekke, zaviyeye alerjisi olan Kemalistlerin FETÖ’ cülükle suçlandığı günlerde Rasim Ozan diyordu ki eskiden, çok eskiden:
 ‘’ Muhterem Hocam, şu an her gün daha da büyüyen yangını bir hamlesiyle söndürebilecek kudrette tek ama tek kişi var. O da sizsiniz Hocam’’    ,  
’'Fettullah Gülen vatan hasretiyle 11 yıldır dışarıda yaşıyor. Hepimiz bu milletin ferdiyiz. Gülen hareketi mensuplarına da, sistemin tüm mağdurlarına da yapılanlar yeni Türkiye’ de cezasız kalmayacaktır’’ (24.Şubat. 2010)deyip içindeki yangını ancak hoca efendisinin söndüreceğini tüm ülkeye ilan etmekten çekinmiyordu.

Daha ne olsun, daha ne olsun ey millet? Daha ne olsun, daha ne olabilir ki?

Şu ana kadar, 15 Temmuzdan sonraki süreçte, 168 bin 801 kişi hakkında işlem yapıldı.8 bin 69 kişi hakkında tutuklama kararı var, firarda.50 bin 504 tutuklu var.48 bin kişi tutuklanıp, adli kontrol altında serbest bırakılmış kişi var. Adalet Bakanı ‘ndan açıklama.(7.7.2017)

Ama Rasim Ozan’lar ekranda sallıyor sağa sola, dünün FETÖ sevdalısı, yüreğinde hocasının ateşiyle. AKP’ li olmayana, CHP’lilere mastürbasyon yapıyorlar, diyor kimsenin kılı kıpırdamıyor. Sanatçılara faşist diyor kimsenin kılı kıpırdamıyor, tüm Türkiye’ye’’ SUKİ YO ‘’ dinletiyor, kimsenin kılı kıpırdamıyor, son damla BOŞNAK’ lara laf atana kadar.

Utanmaz adam ''kusturmalı Boşnak Sakso'su '' diyor o yaratıcı zekasıyla, insanları küçümsercesine,umursamadan.


O Boşnak lar ki  ‘’Bilge Kral’’ ALİYA İZZETBEGOVİÇ’ in torunları. Ne savaşlardan, ne eziyetlerden sıyrılmış, Sırp zulmünden çekmişler, ama belli ki bu söz iyice acıtmış,  yaralı bedenlerini, ruhlarını…
O ALİYA ki onlara  '' Ve her şey bittiğinde hatırlayacağınız düşmanlarınızın sözleri değil, dostlarınızın sessizliği olacaktır '' demiş.

Bardağı taşıracak ya ille de son damla.İşte bekleriz sessizce, avaz avaz bağıracağımız yerde. Boşnaklar hatırladı sevgili  Aliyalarının   sözünü . Sessiz kalmadılar. Bizse  bekleriz o son damlayı işte.

Sinağrit Baba’ da işte böyle Rasim Ozanlar gibi, pis bir vatozun dişleri arasında öleceğine, onurlu, cesur, dürüst bir düşmanın, oltanın ucunda ölmeyi hayal etmişti.
O sırada büyük büyük ışıklar saçan  bir olta denize indi. ümitle koştu Sinağrit Baba. Oltayı kokladı, hiç tanımadığı bir adamdı bu. Yemi ağzına aldığı zaman aradığı adamın bu olduğunu sandı bir an. Tam o anda da yakalandı. Kepçeden sandala düştüğü zaman, Sinağrit Baba, kendisini yakalayana büyük bir sevinçle baktı. Birdenbire ürperdi. Hiddetinden ayaklarını yere vuran bir genç kız gibi sandalın döşemesini dövdü. Bizim göremediğimiz bir şey görmüştü oltanın sahibinde: Bu adam şimdiye kadar hiç imtihan geçirmemişti ömründe. Bu adam korkak bir ikiyüzlü köpekti. Bütün devirler, seneler boyunca bu oltanın sahibi ne cesaretini ne cömertliğini ne gururunu bir tecrübeye bir imtihana tabi tutturmamış, her devirde talihi yaver gitmiş biriydi. Belki de sonuna kadar da imtihana tabi tutulmayacaktı. Sinağrit Baba böylesine hiç rastlamamıştı… Bu adam o kadar talihliydi ki, ikiyüzlülüğünü kendi bile tanıyacak fırsatı olmamıştı.
Yoksa Sinağrit Baba yakalanır mıydı? Sinağrit Baba hırsından tekrar tepindi. Bağırmak ister gibi ağzını açtı. Kapadı. Sinağrit Baba son nefesini, böylece hiçbir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi.

Sinağrit Baba ve biz. 

Sinağrit Baba tanıyamadı ama.

Tanımalıyız biz artık,  asalakları, kandıranları, pervasızca konuşanları, zararlıları, imtihan geçirmemiş olanları…Onların büyük büyük ışıklar saçan oltasında vermemeliyiz son nefesimizi.

Ölmek için bile olsa, acı çekmek pahasına da olsa, açlıktan mı öleceğiz, gururlu bir açlık pahasına,

Paraya, pula, haksız kazanca, aşağılayana, iktidar uğruna kişiliklerini satanlara sırtımızı dönerek,

Gururlu, huzurlu bir vatanda,

ve  de illa ki 

 cesur bir oltanın ucunda…


14 Kasım 2017 Salı

HANIM TUZLUĞU YÜZÜNDEN


HANIM TUZLUĞU YÜZÜNDEN…              15.11.2017

Kış kapımıza kadar geldi, ama hala evimizden içeriye girmiyor. Bu süre uzadıkça doğa coştukça coşuyor. Ah o kırmızı  yapraklı ağaçlar. Alıp götürüyor seni senden. Romantizmi yaşamıyorum diye üzülmeyin, kendiliğinden yaşatıyor o kırmızı yapraklar.

Yürüyüş yollarında, minik korularda, mahallemizin parkında, sitelerin bahçe duvarlarında romantizm, doya, doya, yaşa, KIRMIZI yapraklarda.

Hazan mevsimi değil mi şiirler yazdıran.

’teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda
Bu gün bir hanmansız(evsiz) serseriyim diyarımda’’dedirten M.A. Ersoy’a

Hazan mevsimi değil mi, şarkılar söyleten.
’Eylülde gel, eylülde gel ‘’ diye Alpay’a

Hazan mevsimi değil mi, Kasım’da aşk başkadır, diye filmler yaptıran.


Bahçemizde ağaçlar yok kırmızı yapraklı, ama bir çalı bitkisi var. Kırmızı dikenli, adını da öğrendim ‘’Hanım tuzluğu’’ imiş. Kuşlar konuyor dikenli yapraklarına, kedilerden korunuyorlar hem de bu dikenler sayesinde.
Kırmızı ağaçlar olmasa da, Hanım tuzluğu da yetiyor, hazan mevsimini yaşamak için.

Hazan rengi, genelde  kahverengi, ama sarıya çalan kahve bu. Kahverengi gibi içini karartan değil, hardal sarısı gibi içini açan. Umutlar saçan yüreğine, bazen bilsen de işler yolunda değil, o sarı yapraklar, işte o sarı yapraklar yeni bir başlangıcın simgesi. Yorgun gibi duruyorlar, epeyce de solgun. Ama aldatıyorlar, zira yeni başlangıçlara gebeler.

Gerçi şairler Hazan mevsiminde bile, hep maviye şiir yazmışlar.

_MAVİYE çalan gözlerin, yangın MAVİSİNE / rüzgarda asi,  körsem,/ senden gayrısına yoksam,/ bozuksam, /can benim, düş benim,/ ellere nesi? /hadi gel,/ ay karanlık.demiş Ahmet Arif,

Nazım Usta da maviye vurgun, mavi gözleri gibi.
-Çınar altı kubbeli, MAVİ bir liman
Beni bu limandan çıkaramazsın, diye seslenmiş.


Cahit Zarifoğlu da kuralı bozmamış, maviye hayran;
-bulutlar açmadı, Mavi gök orada mı? Diye sormuş.

-MAVİ konuşalım, MAVİ yazalım / mektuplar zarfa girer girmez MAVİ / söz MAVİ olsun, ağızdan çıkar çıkmaz, demiş Haydar Ergülen

Umudun rengi tabi ki mavi, ama ya yeşil.
-Duru bir YEŞİLDİ ortalık / akşam güneşi kırılmış mızrak boyu,/ ve  çocuk sesleriyle iniyordu ışık Can Yücelin dizeleriyle,

Ya MOR, mor da yer alır mı ki şiirlerde:
-Ve bir yaz akşamı buhurdan gibi tüten/ hanım ellerinin MORUMSU buğusunda /bekliyor bahçenize dönük balkonunda,  Oktay Rıfat’ tan olsun bu da.

Bulutlu günlerde, güneşin kendini göstermediği, soğuğun can yaktığı günlerde, dizelerde sarı, kırmızı, mavi, mor ne arar değil mi?

-ben ölürsem akşamüstü ölürüm / şehre SİMSİYAH bir kar yağar, / yollar kalbimle örtülür /parmaklarımın arasından / gecenin geldiğini görürüm , der Ataol Behramoğlu, karlı, soğuk bir günde.

Cahit Sıtkı ise tüm karamsarlığını yansıtıyor dizelere, renklerle:

_Bir gelin odasıydı: altın, gümüş şamdanlar / Bir SİYAH perde indi, aynı ses, yeter, dedi
Koynumda, fakat neden neden bu tatsız vücut / her busesi bir diken, bir can alıcı UMUT

Cahit Sıtkı hep renklerle yazıyor, depresif ama hep depresif. Sonbaharın sarı, kırmızı yapraklarını görmüyor da ille de siyah, ille de karanlık yazıyor.

-Gündüze alışkın renkler / her gece perişan renkler,
Diyerek kendi perişanlığını mı yazıyor acaba?

Ama sonra da dünyanın tüm renklerini isteyebiliyor  bir anda, şair ruhu bu ola gerek.
-Memleket isterim / gök MAVİ  / dal YEŞİL / tarla SARI olsun / kuşların, çiçeklerin diyarı olsun.

Ya da bulutları dağıtsaydı Gülten AKIN gibi
-Sabahleyin /KARA yı kaldırın, MAVİ koyun, umudumu yitirmedim/ beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde/ eliniz BEYAZKEN uzatın istedim


Aslında hayat bazen papatya sarısı, bazen kiremit kırmızısı, bazen menekşe moru, bazen aşk yeşili…
Ya da bir gök kuşağı.
Bahçedeki hanım tuzluğu ise kırmızı sanki biraz da hardalımsı.

Ama kesin olan, şiirler okutan  , yaşadığımız şu hazan günleri. 

13 Kasım 2017 Pazartesi

REİS UĞRAŞMA BOŞUNA...





            REİS, REİS, UĞRAŞMA BOŞUNA, KİMYANIZ TUTMAZ ATAYLA…

O,

’Yurtta barış, dünyada barış’’ dedi.

Siz 15 yılda tüm dünya devletleri ile savaş noktasına geldiniz. Sınırımızdaki tüm devletler ile birbirinize girip, Türk halkının geleceğini tehlikeye attınız. Ayrıca, ülke içinde, gizli kapılar ardında, Kürt sorunu adına BARIŞ projeleri başlatıp, yine gizli kapılar ardında barışı baltaladınız.

O,

‘’Arkadaşlar, efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz’’ dedi.

Siz cemaatlerle kol kola yürüdünüz, Atatürk haklı çıkınca kandırıldık dediniz. Valileriniz tarikatlar eşiliğinde makamlarına oturtuldular.
Uşşaki tarikatının ‘’Fatih Nurullah Efendi’’ unvanlı lideri Türkiye Cumhuriyetinin yıkıldığını ve yerine II. Osmanlı devletinin kurulduğunu ve yeni padişahlarının da Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söyledi.(5.10.2016-diken)
Nakşibendi Tarikatı 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP’ ye destek verdiklerini, basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurdu.

O,

‘’Ey kahraman Türk kadını, sen yerlerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükseltilmeye layıksın’’ dedi.

Siz, kadına şiddet abartılıyor, dediniz.( son 7 yılda %1400 artan kadın cinayetlerine rağmen)
Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, anası ölsün, dediniz.(İ.Melih Gökçek)

O,

‘’Kadınlar toplumsal hayatta erkekleri ile birlikte yürüyerek birbirlerinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır’’ dedi.

Siz, kadının tek kariyeri, anneliktir, dediniz.
Ben zaten kadın, erkek eşitliğine inanmıyorum, dediniz.
Evdeki işler yetmiyor mu?( iş isteyen kadınlara )diye de eklediniz.

O,

‘’Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü vasıta ve tedbirle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür ‘’ dedi.

Siz, ben böyle sanatın içine tüküreyim, dediniz.
Bizi blok flütle, artistik jimnastikle tutsak etmeye çalıştılar, dediniz.( Bilal Erdoğan )Blok flütten korktunuz.

O,

‘’Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir ‘’ dedi

Siz, hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya laik olacaksın, ya Müslüman, dediniz.

O.

‘’Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçiniz  ‘’ dedi.

Siz, çok okuyan arkadaşlar şimdi sefilleri oynuyor, dediniz.

O,

‘’ Bir millette, özellikle milletin bir işi başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz bir sondur’’ dedi.

Siz, dünyayı ayağa kaldıran Paradise Papaers belgelerinde ifşa oldunuz. Bu ülkenin başbakanının oğullarının vergi kaçakçılığı cenneti Malta’da 5, dayısının 2, yeğeninin de yöneticisi olduğu 4 şirket açığa çıktı.(6.11.2017.birgün) Soruşturma önergesi ise, yüce mecliste, AKP oyları ile reddedildi.

O,

‘’Saygısızlığın, saldırının küçüğü, büyüğü yoktur ‘’ dedi.

Siz, vatandaşa,  terbiyesiz herif, dediniz.
Terbiyesizlik yapma, ananı da al, git dediniz.
Gözünü toprak doyursun dediniz,
Kız mıdır, kadın mıdır bilemem dediniz,
Af edersiniz Ermeni, dediler, dediniz.

O,

‘’Yurt toprağı, sana her şey feda olsun ‘’ dedi.

Siz, topraklar satılıyorsa, alıp götürmüyorlar ya, dediniz.

Yani dememiz odur ki. Bir değişim yaşıyor olabilirsiniz şimdi, bu günlerde. İnsandır, şaşar, beşer. Cumhuriyeti yerden yere vuran tetikçi ekran yüzleriniz şimdi , ‘’babam kadar severim Atatürk’ü ‘’ diyebilir.(Rasim Ozan Kütahyalı)

Köşe yazarları ‘’ 2014' te, 10 kasımda ayağa kalkmamıştım, 2017 'de kalktım diyebilir ‘’ Hatta 2019 'dan sonra isterse yeni bir dönüşüm yaşayıp, yine kalkmayabilir.

Ve de sonunda,  Reis, iyice coşup, ATAMIZI bizden kaçırdılar diye de ağlayabilir.

Artık inanan inanır, bazıları da ne güzel, ne güzel Atamızı seviyorlar artık diye mutlu olur ve düşen oy oranlarınız 2019 yılında yapılacak seçim zamanına kadar yükselebilir, 1938 de gözlerini yummuş, hataları ile sevapları ile bu milletin kalbine gömülmüş bir adam sizi iktidar yapabilir.

Ama ne yazık ki gerçekler acıdır ve acıtır. Siz ayrı dünyaların insanısınız , bunu  da birilerinin söylemesi gerekir. Bu yüzden sonuç olarak biz de diyebiliriz ki:



‘’ REİS, REİS, HİÇ UĞRAŞMA BOŞUNA, NE YAPARSAN YAP, TUTMAZ KİMYANIZ ATAYLA ‘’

8 Kasım 2017 Çarşamba

OTOBÜS DURAĞINDAYDIK





                 OTOBÜS  DURAĞINDAYDIK.

Canım anam ya. Hiç bıkmadan, usanmadan, yağmur, çamur demeden kar, kış, sıcak bakmadan her gün çıkar şu otobüs durağına.

Bir gün bile aksatmaz işini. Bir gün bile hastayım diye atlatmaz patronunu. ‘’ Sonra iş yeri sahibini zor durumda bırakmış olurum ‘’ diye düşünür. Sürüne sürüne  de olsa gider işine. Canım anam benim.

Şu otobüs durağının ağzı olsa da anlatsa. Otobüsü beklerken çamur sıçratan lüks otomobilleri, hınca hınç dolu olup, almadan giden otobüsleri, tek başına müzik dinleyerek otomobil kullanan insanları…
Hiç birinde gözümüz olmadı. Ne kıskandık, ne de öfkelendik. Şükreden bir toplumun parçasıyız ne de olsa.

Babam öldüğünde, bir iş kazasında, annem o zaman çok isyan etmişti sadece. Kaderine ve de bir kuruş bile tazminat ödemeyen babamın patronuna. Ama ne yaparsınız ki bizim sesimizi duyan olmaz. Ya da duyarlar da duymazdan gelirler.

Biz yıllarca anamla beraber bu durağa çıktık. O bulaşık yıkamaya, ben okula. O nasıl işini aksatmadıysa, ben de okulumu hiç aksatmadım.Kimin çocuğuyum ben, anamın tabi ki. 

Her sabah beraber çıkardık evden. Ortaokulun sonuna kadar anacığım elimi de tutardı. Liseye başlayınca, bıraktım anamın elini. Olur mu hiç, kızlar ne der sonra? Ana kuzusu demezler mi? Oysa ana kuzusuyum ben aslında. Anacığımın bulaşıktan buruşmuş, soğuktan çatlamış ellerini tutunca kendimi öyle güvende hissederim ki. Ama ne yazık ki büyümek böyle bir şeymiş işte.

Bu sene tıp fakültesini kazanınca, anamı görecektiniz. Ben korktum yaptıklarını görünce. Önce ağladı bağıra bağıra. Sonra güldü katıla katıla. İnanmayacaksınız ama geçti aynanın karşısına,  başladı göbek atmaya. En sonunda da çıktı bahçeye, ilan etti dünyaya.

-         _  Oğlum doktor olacak, oğlum doktor olacak.

Bir şey değişmedi aslında hayatımızda. Ben tıp fakültesine, o yine bulaşığa. Ama doktor çıkınca, değiştireceğim onun hayatını. Oturacak evimin başköşesinde, elini asla bulaşığa sokturmayacağım.

Nerede kaldı bu otobüs? Geç kalacağım okula.

Ah, şu oğlan okulunu bitirene kadar dayanabilsem. Bulaşıkhane de bir buzdolabında gibi yaşıyoruz resmen. Ayaklarım suyun içinde, ellerim bulaşıktan çıkamıyor bir türlü. Of, oğlumun okulu bitene kadar dayanmam gerekiyor. Ne çabuk da bırakıp gittin bizi be adam? Ne acelen vardı öbür tarafa gitmek için? Göçüp geldiğimiz, şu yaban ellerde, hem de bir başıma, bir yetimle ayakta kalmaya çalışmak ne zordu biliyor musun? Ama nasıl dayandım, görüyorsun değil mi? Kimseye yan gözle baktırmadım kendime, çocuğumu kimseye el açtırmadan büyüttüm. Bak hele bak, doktor olacak oğlun. Onu ben yetiştirdim, ben.

Nerede kaldı bu otobüs? Geç kalacağım bulaşığa.

O da ne? Bir kamyon geliyor üstümüze doğru, çok hızlı, çok hızlı, çok hızlı… Kaç anacığım kaç…

Kamyon üstümüze geliyor. Oğlum kaç buradan kaç…

Dur kamyon dur. Ben daha okuluma gideceğim.

Dur kamyon dur. Benim oğlum daha doktor olacak.

Kadın ellerine baktı. Yumuşacıktı, buruş buruş ellerinden eser kalmamıştı.
Oğlan annesine baktı. Annesinin yüzündeki tüm o sert çizgiler yok olmuştu.

Uzattı kadın oğluna elini. Verdi elini oğlu, anasına. Hiç utanmadı kızlardan. Yıllar sonra el eleydiler yine, freni tutmayan bir kamyonun altında, başka bir boyutta.