BİR ADAM
Yağmur kararsız, bir yağıyor, bir vazgeçiyor. Gün kararsız,
bir açıyor, bir kapatıyor. Dört duvar
arasında yalnızlığa mahkûm olmuş insanoğlu bir umutla pencereden dışarı bakarsa
gördüğü o koyu griden ruhu daha çok daralıyor. Adam ise mutlu. Zira o yeryüzündeki
miskinlerin efendisi. Eğer evdeyse gözü
ekranda, dışarıdaysa bir bankta oturmuş, gözü çınar ağacındaki düşmemiş ama
düşmek üzere olan yaprakta. Bir sahil kenarında çay bahçesindeyse önünde bir
bardak çay saatlerce martılara bakmakta. Şimdi pencerede adam. Uzun uzun bakıyor karşıdaki çocuk parkına. Park
bomboş. Salıncaklar rüzgârla oynaşıyor. Bir kara kedi tahterevalliye oturmuş,
karşısına bir arkadaş bekliyor. Bir
temizlik görevlisi gelip oturuyor kedinin karşısına. Kedi korkup kaçıyor. Kaydırağa
yağmur damlaları düşüyor. Adam başını kaldırıyor gökyüzüne. Uzun uzun bakıyor. Hızlı hızlı, telaşlı hareket
eden bulutlarda gözü. Yoruluyor. Ağzını
kocaman açmış şişman bir adama benzetiyor bulutu. Önüne geleni yutacak gibi. Bir
tanesini uyuyan bir bebeğe. Saf, temiz. Bir tanesi koala. Ağaç dalına sarılmış
öylece bekliyor. Kanı kaynıyor o koyu mavi koalaya. O arada bulutlar hep
beraber su olup akıyorlar kıtalara, denizlere. Adam başını gökyüzünden kurtarıp
yeryüzüne döndürüyor. Karşıdaki otobüs durağında şimdi gözü. Bu yasaklı günde
bile çalışmak zorunda kalan insanlarda. Karın doyurmak değil mi bütün amaç? Bir
lokma ekmek. Yetmez ki? Önce bir ev, sonra bir araba. Sonra daha büyük bir ev,
daha büyük bir araba. Ey insanoğlu, sonunda hepiniz balık tutacaksınız, bir
dere kenarında diyen bilge köylüyü hatırlatıyor onlara. İnsan olmak zor zanaat. Bütün bunlar yoruyor
onu. Televizyon koltuğu çekiyor mıknatıs gibi. Mindere çıkmış poposunun izi.
Kumanda elinde, bir komutan edasıyla değiştiriyor kanalları. Ekranlarda bir tartışma, bir çatışma. Altmış
yıldır aynı terane. Sen, ben, o, bu, yalan, dolan, yüzsüz insan müsveddeleri. Elbiseler
değişmiş ama içindeki suretler aynı ne çare. Artık onlara da acıyor. Karısı
kahve yapmış ‘’bey, gel kahveni al’’
Gelip almayacak tabi ki, kadın biliyor. Ama kızamıyor ona. Onun
yüreğinin içini biliyor. Az harfli, ama cüsseli, söylemesi kolay ama icraatı zor
kelimeleri kalbinde taşıyıp umut etmekten yorulmuş bir adam kocası. Sevgi,
barış, vicdan, hak, adalet demekten dili damağına yapışmış. Umudu kovalamaktan
vazgeçip melankoliye sığınmış bir adam o. Hırpalandıkça kırılan, kırıldıkça
miskinleşen adam. Kadın tanıyor kocasını. Artık kocasının yüzünde hiçbir şey
yapmamanın huzuru var. Ona kızamıyor. Kahvesini
getirip bırakıyor sehpaya.
‘’Adimiz miskindir
bizim düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin
tutmayız kamu âlem birdir bize
Kamu âlem birdir
bize...’’ Yunus Emre
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder