31 Ekim 2020 Cumartesi





GÜNAYDIN SEVGİLİ PAZAR OKUYUCULARIM. Tatsız ve de tuzsuz değil mi ağız tadımız. Ne zaman saçma sapan bir şeyler yazayım desem, şöyle güldüren tebessüm ettiren diye karar versem olmuyor, mavi ay izin vermiyor, ya da yükselen merkür ya da bacaya konan uğursuz baykuş. ( zavallı Baykuş) Geçen gün bir haber okudum. Japon bir adam ağlama dersleri veriyormuş. Şu ana kadar 50.000 kişiye ağlamayı öğretmiş. Vayy. Ama bu adam Türkiye'de olsaydı kesin aç kalırdı. Ağlamanın her türlüsü bilinir bu ülkede.Hatta en iyi bildiğimiz şeydir diye de ekleyebiliriz. Yine ağladık İzmir'e, enkaz altında kalan insanlarımıza. Ne diyeyim ki acı bir çay mı içsek, acı bir kahve de olur belki de.

😔😔😔
ÇATLAKLARIMIZ
Dün akşamı ve bugünü ekran başında geçirdi Türkiye’m. Nefeslerini tuttu tüm insanlar, zarar vermeyelim enkaz altındakilere diye, yardımcı oldular o yüce gnüllü kurtarma ekiplerine. Kolonların altında kalmış bu ülkenin kara yazılı insanlarının, gencecik İnci’nin, Buse’nin kurtulmasını izlediler. O izleyenler herkesti. Dindardı, solcuydu, gençti, çocuktu, dedeydi, işçiydi, doktordu. Herkesti. Ve hepsinin gözyaşları aktı yol yol oldu İzmir’ e doğru yüzlerinde.
Lakin gözleri fal taşı gibi açılmışken, bir taraftan da kulaklarını tıkamak zorunda kaldılar.
‘’ Deprem kıyametin alıştırmasıdır’’ diyen, hala böyle bir ortamda halkın dini duygularını kullanmayı hak sanan bir Diyanet Başkanı’na
‘’ Japonya’da deprem olunca insanlar sırtüstü yatıyorlar da bu ülkede niye insanlar ölüyor’’ diyen Çevre ve Şehircilik Bakanına( Özhaseki 2017 )
Deprem Vergilerini soranlara ‘’ biz hesap vermeyiz ‘’ diyen en en baştakine…
Bir kolonun altında ‘’siz köpeği yollayın, ben kedi taklidi yaparım ‘’ diyen Buse’ den utanmadan bu sözleri söylediler çatlak sesler.
Çatlak sesler
Çatlak duvarlar
Çatlak binalar
Çatlak kaldırımlar
Birkaç gün sonra bu çatlakların üzerini üstün körü sıvalarla kapatıp kaldığı yerden yaşamayadevam edecek insanlar. Şehirler daha birkaç gün önce toz duman olmamış gibi açan güneşle gülümseyip sahte cennetler yaratacak gözümüzde.
Ya çatlak ruhlarımız ne olacak ama? Ruhlarımızı sıvamaya bir avuç çimento, bir avuç alçı yetecek mi? Çatlak düşlerimizi, kırık kalplerimizi bir parça badana kapatacak mı? Bir sonraki sarsıntıya kadar bunlar bizi idare eder mi diyeceğiz yine?
Göçen bir madende
Çöken bir binada
Yakılan bir otelde
Meydanda patlayan bir bombada
Sokakta öldürülen bir kadında
Taciz edilen bir çocukta,
Çatlayan ruhlarımızı nasıl tamir edeceğiz acaba?
……………………………………………………….
Yüzünün kavruk engebesinde,
Bir çatlak durmadan ilerler
Kırık çizgileriyle.
Bir yerden uzaklaştıkça,
Yaklaştıkça bir başka yere. Metin Altıok
Fazilet Kirtay, Türkan Doğan ve 8 diğer kişi
Beğen
Yorum Yap
Paylaş

17 Ekim 2020 Cumartesi


 

AH ŞU EV İŞLERİ…

Yok, yok o kadar da değil. Erdek çay bahçelerini yazmayacağım bugün. Onları rahat bırakıyorum, özgür bırakıyorum.  2020 yazını şöyle bir hazmetsinler, kareli masa örtülerine dökülenleri bir bir temizlesinler, misafirlerinin dillerinden, yüreklerinden dökülenleri,  kimi zaman kahkahaları, kimi zaman bir gözyaşını, kimi zaman öfkeli tartışmaları sindirsinler, içselleştirsinler. Bir daha ki yaz mevsimini daha bir sevgiyle daha bir olgunlukla daha bir empati ve anlayışla ve de özlemle karşılasınlar. Tertemiz ince belli bardaklarını yıkasınlar, kırılanların yerine yenilerini koysunlar.

Bir mutfak cadısıyım şu sıralar /Çeşitli şeyleri çeşitli şeylere karıştırmak /Ve seni düşünmek, mırıldanmak /Bazı büyülü yemekler yapmak/ Bazı şifalı yemekler yapmak /Ve kalmak istemek ahbap…DİDEM MADAK

Ben de şu an bir temizlik cadısıyım. Eve dönüş demek büyük temizliklerin yapılması demektir ya bizlerde. Kış temizliği, yaz temizliği. Gerçi benim sıralamam da ev işleri zorunluluk çerçevesi içinde yer alır. Yaşamak için, temiz düzenli hijyen ortamlar yaratmalı , buna inanırım. Ama cam silerken kendinden geçen, ütü yapmanın verdiği hazzı iki de bir gözümüze sokan, ya da ayda bir perde yıkayan ya da yıkatanlarda var aramızda takdire şayan. Bazen dalarım kitaplara, romanlara, filmlere. Bülent Çinko’yu elinde cam bezi ya da toz bezi ile gezerken görünce biraz kıpırdanırım.

Ama ruh hali bu işte. Bazen de insan  kendini kaptırıverir  ev işlerine. Temizlenmek ruhunun arınmasına döner. Elinde toz bezi, sen silersin onlar uçuşur yine yüzeye. Sen silersin, hele ki güneş tependeyse pes eder gidersin.  Tamam, uğraşmayacağım daha fazla marş marş dönün yerlerinize. Aynı beynine üşüşen asalak düşüncelere benzetirim o zaman toz zerrelerini. Ne kadar resetlersen resetle, ne kadar kovalarsan kovala sana nanik yapıp uçuşurlar önce sonra da gelip otururlar yine sehpaların üzerine, başköşeye.

İyi ki toz almaya kalktım, tozlar aynı yerde de benim düşünceler  nerelerde?

Mutfak dolaplarına da bir el atsam. Koca yaz geçti, küsmesinler bana.  Yapacaklarımı kolaylaştırmam zevkli hale getirmem ancak müzik eşliğinde gerçekleşebilir bir de. Yıllar öncesinden eve alınan küçük nostaljik radyonun düğmesini çevirdim bu niyetle.  İnanın çıkan parça

‘’söyleyemem derdimi kimseye, derman olmasın diye,

İnleyen şu kalbimin sesini ah yar duymasın diye

Sakladım gözyaşımı vefasız o yar görmesin diye….…O nefis Türkçesiyle Zeki Müren yanıbaşımda….

Hem dolap siliyordum bir taraftan de fetva vermeye başladım. Ama söyleyemezsen derdini derman bulamazsın ki. Gerçi derman de istemiyor ki şarkıda. Ne insanlar var dünyada.  Aşk acısı ile yanıp kavrulmak istiyorsa kendi bilir, ne diyelim.

 Mutfak dolaplarında bazı yerlerde yıllların dertleri tasaları pardon yağ birikintileri özleşmiş dolabın yüzeyiyle. Bütünleşmiş. Üzerinize yapışan sorumluluklar gibi. Ne kadar kazımaya çalışırsan çalış kurtulamazsın bir türlü. Daha fazla kazırsan, kurtulayım da ne olursa olsun dersen çizersin yüzeyleri. Yok, oldu, kurtuldum sanırsın hayat boyu izi kalır ama yüreğinde. Neyse ki şimdi yağ çözücüler var. Üzerine sıkıyorsun yağlar bırakıveriyor kendini. Ama sakın denemeyin üzerinizde.

İşler bittikten sonra şöyle bir göz gezdiriyorum artık sabun kokan mutfağıma. Evin kalbi gibi atıyor pıt pıt pıt. Ayakta kalmamızı sağlayan, doyuran hazdan dört köşe yapan.

Ocak başında yaptığım yemekleri düşündüm bir an. Acaba her yapılan yemeğe sevgiyi katmak mümkün mü?  En sevdiklerinizi yemeğe davet ettiğiniz  bir yılbaşı gecesine  sardığınız dolmalara neler kattınız acaba? Sadece kıyma pirinç değil herhalde. Heyecan, telaş, özlem, çabuk akşam olsa da gelseler düşüncesi. Misafirleriniz o  dolmaları yerken gözlerinde görürsünüz kattıklarınızı. Yapılan sohbetlerde koyduklarınız gelir geriye.

Ama hep de aşkla mı yapılır yemekler acaba?  Sabah sabah kavga edip evden ayrılan kocanızı düşünüp, Hiç lanet olsun diyerek karıştırmadınız mı çorbanızı?  En yakın dostunuzun  ihanetini öğrendiğinizde Patlıcanları çatır çatır kızartmadınız mı  tavada. O kızgın yağ tanecikleri hiç yüzünüze sıçrayıp iz bırakmadı mı?  Ya da ne bileyim çocuğunuz işten çıkarıldığında  düşüncelere dalıp başında beklediğiniz sütü taşırmadınız mı?

Mutfak işte duyguların dans ettiği pist. Tango, çaça, vals, halay bazen de çökertme…

AH, şu kadına doğmadan biçilmiş elbise, ah şu ev işleri….

Sevgili Pazar Okuyucularım Yine DİDEM MADAK dizeleriyle veda edelim ev işlerine…

Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim.

Çoktandır öksüz olan mutfakta

Buğulandı ve ağladı camlar,

Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla.

Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım,

Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara,

Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca,

Sanki biraz rahatladım.

Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki,

Artık kimse mutsuz olmayacaktı.

Ah...dedim sonra…

3 Ekim 2020 Cumartesi

 

Ünlü masal anlatıcı JUDİTH LİBERMAN'ın derlediği ve müthiş bir anlatım ile aktardığı masalı:

DİLEK AĞACI

Bir yolcunun masalı bu masal. Nereden geldiğini nereye gittiğini hatırlamayan bir yolcunun. Bizim yolcu gerçekten de sadece yolların çocuğuydu. Yol onu nereye götürüyorsa oraya gidiyordu. Bazen bir köyde dururdu. Orada çalışır ekmeğini kazanır, sonra yine yol onu nereye çağırıyorsa giderdi. Günlerden bir gün bizim yolcu bir köyde durmuştu. Birkaç gün kalmış, ekmek parasını kazanmıştı. Artık bu köyden gitme vakti gelmişti. Uzaklardan  bir köy onu çağırıyordu. … Köylüler dedi ki,   hiçbir yere sapmadan, dümdüz yürürsen önümüzdeki köye varırsın. O da dümdüz yürümüştü. Yürümüştü de akşam olmak üzereydi, karanlık basmaya başlamıştı. Ne bir ışık, ne bir ev, ne bir ses. Ormanın içinde kalakalmıştı.  Bu kadar uzak olacağını tahmin edememişti. Çaresiz toprağın üzerinde uyuyacaktı. İlk değildi ki bu. Bir ağacın kökleri arasında kendine bir yatak yapacaktı. Ağacın upuzun yerlere kadar eğilmiş iki dalı onu kucaklarcasına uzanmıştı. İşte burası uygun, dedi bizim yolcu. Heybesini çıkardı içine baktı. Ama başka bir köye gideceğini umarak tedariksiz davranmıştı. Ekmeği bitmek üzereydi. Hiç yiyecek yoktu heybesinde. Derin bir iç çekti. Of yine aç bir gece geçecek, dedi üzgün üzgün. Yine aç bir gece, yine toprakta uyuyacağım bir gece, diye düşünürken,

Bir şarkı duydu yakınlardan bir yerden. Şarkı ne diyordu biliyor musunuz?

NE istiyorsun,

Ne özlüyorsun

Kalbine sor ve dinle

Sonra hayretle izle

Şaşırdı. Nereden geliyor bu ses diye bakındı, ama kimseler göremedi karanlıkta. Sonra da şarkının dediğini yaptı. Bizim yolcu düşündü gerçekten.  Bu heybenin içinde ne bulmak isterdim acaba? Kalbine sordu.  Ve,  annem ben çocukken bir ekmek yapardı. Mis gibi kokardı o ekmek, dedi. Kokuyu duydu. Fırından yeni çıkmış sıcak ekmeğin  ve Üzerine annesinin sürdüğü tereyağının kokusu. Gözlerini kapadı, yine kokladı. Ama bu koku çok yakından geliyordu. Sanki heybesinden. Kokladı, kokladı, heybesini açtı. Gerçekten üzerinde tereyağı erimiş halde bir ekmek bulmaz mı? O kadar açtı ki nereden geldi diye sormadan bir çırpıda yedi bitirdi. Mmmm evet evet tam annemin ki gibi.

Tekrar şarkıyı duydu…

NE istiyorsun,

Ne özlüyorsun

Kalbine sor ve dinle

Sonra hayretle izle

Bu sefer yine düşündü. Annem elma ağacından elmaları toplar, onlardan elma turtası yapar, üzerine tarçın serperdi, şeker serperdi… Ohh kokusu geldi yine burnuna. Ama ama yine koku çok yakından gelmeye başlamıştı.  Yine Heybesine baktı orada elma turta dilimleri duruyordu. Nasıl olabilirdi ki… Tam annesinin yaptığı gibi.  Turta dilimleriyle beraber parmaklarını da yedi bizim yolcu. Kaç yıl oldu, çocukluğundan beri böyle bir lezzet almamıştı.

Artık hatırlıyordu çocukluğunun lezzetlerini,       özlemeye başlamıştı  annesinin yemeklerinin tadını. Hayatı boyunca tattığı ı bütün lezzetleri hatırladı. Kalbine izin vermişti artık.  İsteyebiliyordu bildiği ve bilmediği tatları, ulaşamadıklarını.

Sonra da devam etti. Bir masa olsa dedi. Hiç bana denk gelmedi öyle masada yemekler yemek. Üzerine beyaz bir örtü. Bir de sandalye olsa. Ben hep yerde oturarak yedim yemeklerimi. Masanın üzerinde sıcak bir çorba… Biraz ekmek.  Hele bir de etli mantı. Yoğurtlu, üzerine tereyağlı soslu. Ve de dolma.  Etli dolma. Taze yapraklara sarılmış. O istedikçe masa donatıldı. Hiç sorgulamadan hepsini yedi, bazılarını hiç tatmamıştım diyerek yedi. Hepsi bitince de bir çay istedi canı. O da geldi üzerinde dumanı tüterken. Çayı da içtikten sonra  gevşedi, rahatladı bizim yolcu. Uyku da bastırdı iyice tok karnına.

Ama şimdi bu yemeğin üzerine de yerde yatmak istemedi. Hayal etti. Bir yatak olsa beyaz sabun kokan çarşaflar serilmiş üstüne, saten dikişli yorganlar. Kuştüyü yastığa başımı koysam. Şimdi hepsi Gözünün önündeydi. Kuruluverdi  yatak ağacın altına. O da girdi çarşafların arasına, yorganın altına, koydu kafasını kaz tüyü yastığa…

Ama sevgili Pazar Okuyucularım, Bizim yolcunun bilmediği bir şey vardı. O bu gece tesadüfen bir dilek ağacının altındaydı. Bu ağaçlar vardı yeryüzünde.  Ve de şimdi ona denk gelmişti. Kaç tane olduklarını bilmiyoruz.  İşte o yüzden Hepimiz bilmeden bir dilek ağacının altına oturabiliriz. Ne istersek gerçekleştirebiliriz. İşte bizim yolcunun bütün istekleri bu yüzden olmuştu.

NE istiyorsun,

Ne özlüyorsun

Kalbine sor ve dinle

Sonra hayretle izle

Tok karnına yumuşak yatağına yatınca bir den sorgulamaya başladı. Dur bakalım bütün bunlar nasıl oldu. Ben doğuştan şanslı mıyım ki bütün bunlar gerçekleşsin. Bu kesin bir canavarın ya da büyücünün tuzağıdır. Beni doyurdu, besledi, şimdi de beni uyutuyor. Tam ben gözümü kapattığı anda yorganların arasından beni çekecek ve yiyecek. Evet, kesin bir canavar çıkıp beni yiyecek. Ve bu korku dolu düşünceyi aklına soktuğu anda gerçekten de bir canavar çıkıp onu yedi.

İşte sevgili Arkadaşlarım. Ne dilediğimize çok dikkat etmeliyiz. Çünkü bilemeyiz ne zaman bir dilek ağacına rastlayacağımızı. Masalın dediği gibi onlar her yerde olabilir. Ve her yerde sen de bu şarkıyı duyabilirsin…

 O yüzden gönlünü hep ferah tut.  Her zaman kendin için, sevdiklerin için,  doğa için, çocuklar için, insanlık için, dünya için güzel şeyler dile.

Kim bilir belki de sen şu an bir dilek ağacının altındasındır.  JUDİTH LİBERMAN