29 Ağustos 2020 Cumartesi

 




FIR FIR MARTI

Bu sene çok yengeç var kıyılarda, her taşın altında bir kırmızı kıskaç görebilirsiniz. Onları gören sadece biz değiliz,  asıl takipçileri ise martılar, özellikle bizim çınar altının fırfır martısı.  Kayalıklara konup, havalara, sağa sola bakar gibi yapıp kandırıyor bizi. Bir bakarsınız, gagasında bir yengeç. Ne zaman hedefledi, ne zaman kilitlendi, ne zaman avladı? Hiç anlayamazsınız. Sonra da pır uçar gider. Biz fırfır martı’nın damarlarında asil bir kanın aktığına inanıyoruz. Neden mi, anlatayım. Bizimki ağzında yengeç menüsü ile koyun en görkemli teknesine konup akşam yemeğini yer.  O kayıkçı sandallarına,  minik botlara dönüp bakmaz bile.

Babaannem de bizim kökenimizin saraylı olduğunu söylerdi. Annem de inanmış babaanneme, sizin soyunuz asil, der durur bize.  Bense şüpheliyim bendeki asil kandan. Çünkü Erdek’te nerede sokak aralarında küçük tabureli çay ocakları var beni mest eder. Eskinin iskemleleri, mavi minik tabureler. Simit, çay, peynir.   Kasılmamış sohbetler.

Hele ki sahiller, sahillerdeki insanlar. Bir şort, bir terlik, terletmeyen tiril tiril çiçekli  kırmızı bir emprime üzerlerinde. Sade, yalın, herkesle bir, herkes benzer birbirine.   Aynı yerde denize girenler arasında hemen sohbetler kurulur. Nerelisiniz? Bir süre sonra ise koyulaşır.  Nerede kalıyorsunuz? Sonra da kıvam alır bir nevi. İçler dökülmeye başlanır. Daha ilk tanışmada yıllardır kocasının ne kadar huysuz bir adam olduğunu anlatıverir karşındaki.  Ailesi ile kırgınlıklarını sayıverir  bir bir. Diğeri öfkeyle anlatır kardeşinin ona yaptığı haksızlıkları.  Kimileri ise övünür çocuklarının başarısıyla. Onun çocukları en mükemmel, en başarılı, en vefalı olandır. 

Bir keresinde mavi saçlı bir kadınla denk geldik beach’de. Hayranlıkla, ne güzel saçlarınızın rengi, dedim. Gökyüzü gibi, deniz gibi. Anlatıverdi bana yaşadığı hastalık dönemlerini. Ölümün kıyısından döndükten sonra bazen mor, bazen mavi saçla gezdiğini söyledi  ve ilave etti.  Daha öncesinde kendimi hiç sevmiyormuşum,  Fark ettim ki ben hep başkalarını sevmeye çalışırken kendimi unutmuşum. Bedenim bana küsmüş ve hastalanarak dikkatimi çekti ancak, deyince kendimi düşündüm bir an. Ben seviyor muydum ki, kendimi? Ya da kendimizi sevmeyi öğrettiler mi bize?  O an ellerim istemsizce saçlarımı okşuyordu, sev bedenini, sev kendini, diyordu tanıdık  bir ses.  Dünya bir hikaye ile değişir mi, değişir belki de.

İnsanlar içindekilerini sahilde yeni tanıştığı insanlara döker.  İçini boşaltır,  karşısındakinin yargılamayacağını bilir.  Ayıplanmayacağını hisseder.  Kendisi bile şaşırır dürüstlüğüne. Kalbinde taşıdığı  ağır melankoli  hafifler, hafifler.  Tam , pardon adınız neydi, diyemeden bizim fırfır martı gibi kanatlanıp uçuverir. 

-------------------------------

Oturup bir kıyı kahvesine

Dalgaların sesini dinlesem

Bütün dostlarımı, sevdiğim bütün kızları

Çağırsam bir yerlerden

Gelseler. Karşımda dursalar. Gülümseseler.

Onlara, mutluyum desem

Desem, bir daha kederli göremezsiniz beni!

Bu denizin kıyısındaki çakıltaşlarını

Maviye boyamakla geçecek ömrüm

Martılara ekmek atmakla,

Ve şiir yazmakla bir de… Ahmet Erhan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder