HAYDİ, ANORMAL OLMAYA…
Gözümüz aydın. Normalleşme sürecine girdiğimiz duyuruldu.
Normalleşme ne demekse? Belki bir tür kabullenme demek. Yaşamın
rutine kavuşması ve onun getirdiği kolaylıkları bir daha kaybetmemek için aman
ha, çizgiyi aşmama durumu. Yanlışı görmeme, anormal olanı göz ardı etme. Hani
virüs bulaşmasın diye ağzımızı, burnumuzu kapattık ya. Bu daha da kötüsü,
gözümüzü kapatma, kulağımızı tıkama gibi.
Eğer, meydanlarda işlenen kadın cinayetlerini, ya da kurşunlara
hedef olan çocukları ya da kuyruğuna teneke bağlanan bir köpeği, yıkık viran evleri,
bir parça yemek uğruna saatlerce çalışanı, sömürüleni, yakılanı, haksız yere
evinden kelepçelenip götürülenleri görmezsek, hayat ne kolay olur değil mi?
Normal normal yaşarız böylece.
Eğer kulaklarımızı tıkayıp, hastaların inlemesini, dayak
yiyen bir çocuğun ağlamasını, aç
midelerin guruldamasını, nefes alamıyorum diye bağıran adamı, top, tüfek
seslerini, bombaların patlamasını duymazsak, ne kolay olur yaşamak değil mi?
Normal normal yaşayıp gideriz böylece.
Ama düze çıkmak, kaybolan adaleti bulmak, doğruya ulaşmak
için bazen anormal zamanlar gerekir. Bazen birazcık umut yeşertmek için acı
çekmek iyi gelir insanlığa. Çileli hayatlarda umut hep hazırdır filizlenmeye.
Karnın tok, sırtın pekse normalleşiverir dünya.
‘’Bireyin en acınası hali, hareketsiz olduğu ve zamanını
boşa harcadığı anlardır’’ demiş Payot. İşte bu sözü duymuş gibi İnsanlar bu
dönemde dört duvar arasında hiç boş durmayıp, Payot’a cevap verdi sanki.
Birçoğumuz kendi iç dünyası ile hesaplaştı. Kimisi iki ayakkabı ile de
yaşanırmış, dedi, kimisi yaslanacak bir omzu özledi, kimileri hep üretti,
masallar okudu sanal âlemde insanlara, sanatçılar konserler verdiler. Mutfak umutları yeşerttiğimiz yer oldu.
Hamurlar mayalandıkça, ekmekler piştikçe, umutlarımız da kabardı sanki.
Evet, büyük büyük adamlar yine kavgaya devam etti. İnsanlar
evlerinde mahsur kalmış, işlerinden olmuş, hastalar tedaviye hastanelere
gidemezken onlar birbirlerini suçlamaya devam ettiler utanmadan. Halktan para
istediler, alıştıkları üzere, tek fark bu sefer açık açık söylediler. Çünkü onların normali buydu. Onların normali belirledikleri
kurallara dayatmalara uyan bireyler olmamızdı. Onların normali otoriteyi
sorgulamayı aklından bile geçirmeyen insanlar, demekti. Onlar bizim gibi dört
duvar arasında umut yeşertmeye gerek duymadılar. Onlar para, hırs, iktidar ile boğuşmaktaydılar
çünkü. Onlardan yeni filizler çıkmazdı, onlardan yeni barış çiçekleri açmazdı.
Ama önemli olan bizleriz. Bizim yeşerteceğimiz umut filizleri. Bizim
sulayacağımız barış çiçekleri. Beraberce bu karanlık dönemden uzaklaşıp, yeni
bir gelecekte yaşamımızın pamuk ipliğine bağlı olmadığı, minik bir virüsün bizi
evlere kapatmadığı yeni bir dünya hayal etmek bizim elimizde.
İşte tam da bunun için, yeni normal denilen dönemde gözlerimizi
daha çok pörtletip, kulaklarımızı daha bir sivriltip, biraz
acayip olup, biraz delirmeliyiz. Büyük adamların
bizi alıştırmaya çalıştıkları normale ayak uydurmayıp, madem anormal zamanlardan geçtik, biraz
elimize yüzümüze anormal olmayı bulaştırmalıyız.
Ne dersiniz?