26 Ekim 2019 Cumartesi

PENCEREMDEN İNSAN MANZARALARI




PENCEREMDEN İNSAN MANZARALARI

Çamlık kafe ve çamlık yeşil alanı açıldıktan sonra muhitimiz kalabalıklaşmaya başladı. Nereden mi anladım? Mesela park yeri bulmak artık iyice zorlaştı. Önümüzdeki cadde e-5 karayoluna, dolmuş durakları Eminönü- Beşiktaş hattına döndü. Sabahçılar ve akşamcılar olarak çalışanlar, çocuklarını ve eşini uğurlayıp kendini çamlığa atanlar ve bir de gececiler var,  vardiyalı çalışanları unutmayalım. Gece yarısından sonra yürüyenler. Bir de o tempoyu bile elele yapan çiftler… Allah bozmasın mutluluklarını diyelim onlara da.

Okullar açıldıktan sonra daha da hareketleniyor caddeler, sokaklar, kaldırımlar.  Servisler vızır vızır. Ablalar alıyor çocukları servis arabalarına, ya da indiriyor, ohh benim de içim rahat ediyor. İzlemiştik haberlerde servislerde yaşanan faciaları L Anneler çocuklarını okula götürüyor, ellerinde çocuklarının çantaları, beslenme paketleri, paltoları.  Ödevlerini de yaptı mı ki anneler, merak ediyorum. Sorumluluk kazanmanın ilk beşiği değil miydi okullar? Penceremden göremediğim kısımda anneler çocuklarını sıralarına kadar oturtuyordur, eminim, ahh annelik, babalık işte… Belki andımızı da okuyorlardır çocuklarının yerine, kim bilir?

Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü, derler ya. Şu an tam öyle bir mevsim penceremden gördüğüm kadarıyla. Minicik şort, üzerinde penyesi ile bir genç kız salınırken kaldırımda, uzun yeni moda bir çizme şık bir ceket ile bir kadın belli ki kafeye geliyor. Artık özellikle kaymak tabakada yaz kış ayırımı yok ki, dediğinizi duyar gibiyim, kar bile yağsa sandaletlerle görüyoruz onları magazinlerde. Bizim kaldırımlarda gezenler halktan insanlar, kaymak tabakayı pek göremezsiniz sokaklarda, kaldırımlarda, banka kuyruklarına, dolmuş duraklarında…

Duraklar, ah duraklar. Bir gün bir yaşlının canını yakacak diye düşündüğüm oluyor ama. O gün yaşlı bir amca durakta bekliyordu. Yanındakilerle de sohbet ederekten, sosyalleşme mekânları işte. Otobüs gelince herkes fırlayıverdi, bıraktılar yaşlıyı. O da kalkıp gidene kadar otobüs hareket ediverdi. Eyvah, diyene kadar sürüklendi otobüsün kapısında. Neyse ki sonuç vahim değildi bu sefer…
Duraklar, hepimizin yok mu durakları. İlle de kaldırımda olmak zorunda değiller ki… Ara ara bir durakta kim beklemedi ki. Bazen bir yolcuyu, bazen gerçekleşsin  artık dediği  bir anı. Özdemir Asaf’ ta bir gün bir durakta beklemiş, beklemiş ve de demiş ki…

’Bir durakta bekliyorum,
Beni de alıp götürecek,
Beni de alıp götürecek,
Bir yere bırakacak
Umut arabasının
Durmasını,
Beni de almasını.’’

Biri daha bekliyordu umut arabasını o gün. Gökyüzünün tertemiz lekesiz olduğu bir gündü. Akşamüstü. Durağa geldi bir delikanlı. Nasıl da yakışıklı. 18 ‘ li yaşlarda. Hafif sakallı, fidan boylu, yakışıklı, burnumun direği sızlayıp, gözüm yaşarıverdi. Yok, yok, gözüme bir şey kaçtı da.L Uzaklaştım pencereden,  bıraktım delikanlıyı kendisiyle,  kitap okuyayım biraz dedim.  Ne kadar zaman geçmişti ki, bilemedim, ama kitabımda epeyce ilerlemiştim. Ben kitabın başından kalktığımda delikanlı hala oradaydı, oturmuştu şimdi. Hava alaca karanlık. Yemek hazırlıklarına başladım. Uzakta olsa da yine de içimden geldi, Erolcan ne severdi ki, onu yapsam bu gece yemekte dedim. Karşımda hafif sakallı genç, bir çamlık kafeye doğru yürüyor, bir kaldırımda aşağı yukarı. Cebinden bir paket çıkardı, küçük bir kutu, hediye paketi. Açtı kapattı, açtı kapattı, seyretti uzun uzun kutuyu. Yine cebine koydu.  Arabaların farları artık gözümü almaya başlamıştı. Düğün çorbasının az kalsın dibi tutuyordu, karıştırdım uzun uzun.  Nerede kaldı evin reisi, derken delikanlı da saatine bakıyordu mütemadiyen. Cep telefonu sessizdi belli ki.

Bulaşıklar makineye girerken, gözlerim aradı delikanlıyı, yoktu, durakta ise mahallemizden bir yakışıklı kalmıştı sadece, o da Beyazdı. Hav hav hav havlıyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder