PENCEREMDEN İNSAN MANZARALARI
Çamlık kafe ve çamlık yeşil alanı açıldıktan sonra muhitimiz
kalabalıklaşmaya başladı. Nereden mi anladım? Mesela park yeri bulmak artık
iyice zorlaştı. Önümüzdeki cadde e-5 karayoluna, dolmuş durakları Eminönü- Beşiktaş
hattına döndü. Sabahçılar ve akşamcılar olarak çalışanlar, çocuklarını ve eşini
uğurlayıp kendini çamlığa atanlar ve bir de gececiler var, vardiyalı çalışanları unutmayalım. Gece yarısından
sonra yürüyenler. Bir de o tempoyu bile elele yapan çiftler… Allah bozmasın
mutluluklarını diyelim onlara da.
Okullar açıldıktan sonra daha da hareketleniyor caddeler,
sokaklar, kaldırımlar. Servisler vızır
vızır. Ablalar alıyor çocukları servis arabalarına, ya da indiriyor, ohh benim
de içim rahat ediyor. İzlemiştik haberlerde servislerde yaşanan faciaları L Anneler çocuklarını
okula götürüyor, ellerinde çocuklarının çantaları, beslenme paketleri,
paltoları. Ödevlerini de yaptı mı ki
anneler, merak ediyorum. Sorumluluk kazanmanın ilk beşiği değil miydi okullar?
Penceremden göremediğim kısımda anneler çocuklarını sıralarına kadar
oturtuyordur, eminim, ahh annelik, babalık işte… Belki andımızı da okuyorlardır
çocuklarının yerine, kim bilir?
Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü, derler ya. Şu an
tam öyle bir mevsim penceremden gördüğüm kadarıyla. Minicik şort, üzerinde
penyesi ile bir genç kız salınırken kaldırımda, uzun yeni moda bir çizme şık
bir ceket ile bir kadın belli ki kafeye geliyor. Artık özellikle kaymak
tabakada yaz kış ayırımı yok ki, dediğinizi duyar gibiyim, kar bile yağsa
sandaletlerle görüyoruz onları magazinlerde. Bizim kaldırımlarda gezenler
halktan insanlar, kaymak tabakayı pek göremezsiniz sokaklarda, kaldırımlarda,
banka kuyruklarına, dolmuş duraklarında…
Duraklar, ah duraklar. Bir gün bir yaşlının canını yakacak
diye düşündüğüm oluyor ama. O gün yaşlı bir amca durakta bekliyordu.
Yanındakilerle de sohbet ederekten, sosyalleşme mekânları işte. Otobüs gelince
herkes fırlayıverdi, bıraktılar yaşlıyı. O da kalkıp gidene kadar otobüs
hareket ediverdi. Eyvah, diyene kadar sürüklendi otobüsün kapısında. Neyse ki
sonuç vahim değildi bu sefer…
Duraklar, hepimizin yok mu durakları. İlle de kaldırımda
olmak zorunda değiller ki… Ara ara bir durakta kim beklemedi ki. Bazen bir
yolcuyu, bazen gerçekleşsin artık dediği
bir anı. Özdemir Asaf’ ta bir gün bir
durakta beklemiş, beklemiş ve de demiş ki…
‘’Bir durakta
bekliyorum,
Beni de alıp
götürecek,
Beni de alıp
götürecek,
Bir yere bırakacak
Umut arabasının
Durmasını,
Beni de almasını.’’
Biri daha bekliyordu umut arabasını o gün. Gökyüzünün
tertemiz lekesiz olduğu bir gündü. Akşamüstü. Durağa geldi bir delikanlı. Nasıl
da yakışıklı. 18 ‘ li yaşlarda. Hafif sakallı, fidan boylu, yakışıklı, burnumun
direği sızlayıp, gözüm yaşarıverdi. Yok, yok, gözüme bir şey kaçtı da.L Uzaklaştım
pencereden, bıraktım delikanlıyı
kendisiyle, kitap okuyayım biraz dedim. Ne kadar zaman geçmişti ki, bilemedim, ama
kitabımda epeyce ilerlemiştim. Ben kitabın başından kalktığımda delikanlı hala oradaydı,
oturmuştu şimdi. Hava alaca karanlık. Yemek hazırlıklarına başladım. Uzakta olsa
da yine de içimden geldi, Erolcan ne severdi ki, onu yapsam bu gece yemekte
dedim. Karşımda hafif sakallı genç, bir çamlık kafeye doğru yürüyor, bir
kaldırımda aşağı yukarı. Cebinden bir paket çıkardı, küçük bir kutu, hediye
paketi. Açtı kapattı, açtı kapattı, seyretti uzun uzun kutuyu. Yine cebine
koydu. Arabaların farları artık gözümü
almaya başlamıştı. Düğün çorbasının az kalsın dibi tutuyordu, karıştırdım uzun
uzun. Nerede kaldı evin reisi, derken delikanlı
da saatine bakıyordu mütemadiyen. Cep telefonu sessizdi belli ki.
Bulaşıklar makineye girerken, gözlerim aradı delikanlıyı,
yoktu, durakta ise mahallemizden bir yakışıklı kalmıştı sadece, o da Beyazdı.
Hav hav hav havlıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder