GAZİANTEP’ TE ZAMANDA
YOLCULUK: TAHMİS KAHVE
Antep deyince turistlerin uğrak yeri Tahmis kahve gelir
akıllara. Tahmis, kahve çekirdeklerinin dövüldüğü yer, dibek anlamına geliyormuş.
Ben de uğramazsam ayıp olur diye düşündüm ve de özellikle hafta sonu gittim ki
Antep müzikleri eşliğinde kahvemi içeyim. Bu gün çok kalabalık yoktu. Hava
puslu, güneş bulutların arasına saklanmış ara sıra bana göz kırpıyordu.
Bir Türk kahvesi söyledim. Ama burada menengiç( melengiç de kullanılıyor) kahvesi de
meşhurdur aslında. Menengiç kahvesinin özelliği kahve çekirdeklerinden değil de
ülkemizde menengiç olarak anılan bir ağacın meyvelerinden elde edilmesidir.
Halk arasında çitlembik, çetene, çıtlık gibi isimlerle de bilinir. Özellikle
Akdeniz, Güney Doğu Anadolu’da yetişir. Su ile hazırlandığı gibi asıl sütle
yapılanı makbuldür deniyor. NEFES darlığı, ses telleri ve somum yollarında,
içerdiği yağ asitleri içerdiğinden kalp damar hastalıklarına, mide ve sindirim
sistemine iyi geldiği söylenir ve de afrodizyak etkisini de ekleyelim.
Ayrıca burada Zahter çayı da denenmeden
olmaz. Yabani olarak kendiliğinden yetişen bir bitki zahter. Öksürüğe, grip ve soğuk
algınlığına, ağız içi yaralara, bağışıklık sistemini güçlendirmeye, cilt
sağlığında birebir denir.
Ben sağlık ve ecza depolarına dalmış kahvemi beklerken arada
göz kırpan güneş birden kara bulutların arasına girdi ve hortuma benzer bir rüzgâr
çıktı ardından da. Her taraf toz toprak içinde, gözümü açamıyorken birden
masamda derviş kılıklı bir yaşlı adam beliriverdi. Pantolon ağı geniş bir
şalvar, yakası bir parmak eninde, sol taraftan iliklenmiş dar kollu belden
aşağı inen bir gömlek, gömleğin üzerinde kolsuz, yakasız bir yelek hepsinin
üzerinde de Mevlevilerce kutlu saylan 18 dikişi bulunan ve topuklara kadar
uzanan bir hırka. Başında da bir destar( sarık yerine). Gözlerimi ovuşturdum hayal mi görüyorum diye,
o da ovuşturuyordu aynı benim gibi. Ben şaşkın, o şaşkın…
Löküslü kahveyi arıyordum ben, dedi ürkek bir sesle.
Kayboldum galiba diye de ekledi, üzgünce ve korkulu bir ifadeyle. Yolunu
şaşırmıştı anlaşılan ama bence sadece yolunu değil zamanı da şaşırmıştı. Fakat bunu
anlatmak çok zor olurdu bence kendisine. Onu korkutmadan, nereden geliyordun
amcacığım, dedim. Mevlevihane tekkesinden ( günümüzde tekke camii, ya da Mustafa
bey camii olarak biliniyor)çıkmış, bir nefeslenmeye gelmiş, Löküslü kahveye. YIL
1600’LÜ yıllar. O zamanlar bu kahvenin adı Löküslü Kahve ya da Tömbekici kahve
olarak anılırmış. Yakınlarda da Güneydoğu Anadolu’nun en büyük Mevlevihane’si
varmış. İşte benim masama oturan derviş de bu Mevlevilerden biri imiş. Dedi ki,
biz şeyh Mehmet efendinin soyundan geliyoruz. Bu tekkede sadece bu soydan
gelenler post alabilmektedir.( Son postniş yani Son şeyh Mustafa Dede Efendi posta
oturmadan önce 1910-1918 yılları arasında Antep belediye başkanlığı,
Cumhuriyet’ten sonra da Cumhuriyet Halk Partisi il başkanlığı yapmıştır. Vay
bilgiye bakar mısınız?)
Anlatmaya devam etti Mevlevi dedemiz, Türkmen ağası ve
sancak beyi Mustafa ağa tarafından Mevlevihane’ye vakıf gibi yardımı olsun diye
inşa edilmiş bu kahvehaneler. 1638’de. Ama zaman akarken 2 büyük yangın
geçirmiş 1900’lü yılların başında VE o zamanki Mevlevi şeyhi Münip Efendi kendi
cebinden 130 bin kuruş harcayarak 33 dükkânla beraber yaptırmış ve yine tekkeye
vakfetmiş. (örtülü ödenek kullanmamış yani, ya da yap işlet devret de dememiş,
) 4. Murat bile Bağdat seferinden dönerken burada dinlenip kahve içmiş, yaa
daha ne olsun?
Bana anlattı da anlattı Mevlevi dervişi, tane tane… Tam bir
şeyler soracaktım ki yine bir rüzgâr, yine her şey birbirine karıştı, gözlerime
tozlar kaçtı. Anladım ki zaman hatasını telafi edecekti, beni de götürse miydi
ki o yıllara, ama herkes yerli yerinde olacaktı. Ve de Mevlevi dervişim bana
dersimi verip zamanına geri dönmüştü. Kafası epeyce karışmıştır kesin.
Demek ki Tahmis kahve de içilen kahvelerin bir ayrıcalığı
varmış, boşuna değilmiş insanların ille de buraya uğramaları. Çünkü burada içilen kahvenin 40 yıl değil,
400 yıllık bir hatırı varmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder