18 Mayıs 2019 Cumartesi

SINAV GÜNLERİNDE AŞK









SINAV GÜNLERİNDE AŞK 

Fakültenin kantininde oturuyordum, bir pazartesi günü. Tek başımaydım her zamanki gibi. Çevremde ise kızlı erkekli gruplar hafta sonunu nasıl geçirdiklerini anlatıyorlardı birbirlerine. Kızlar bol makyajlı, erkekler yakışıklı hepsi de modaya uygun giyinmişlerdi. Bense okulun kapanmasına az bir süre kalmasına rağmen hala bir gruba dâhil olamamıştım. Son sınavlara bir ay gibi kısa bir süre kalmıştı, çok çalışmamızın gerektiği zamanlardı. Benimse İngilizcem çok iyiydi. Okul birincisi olarak girmiştim bu bölüme…

-          Merhaba, dedi bir ses, merhaba, oturabilir miyim yanınıza
-          Tabi, buyurun, dedim. Dedim de birden demeseydim keşke diye de üzüldüm.

Sınıfın en güzeli, çekik gözlüsü, simsiyah saçlısı, havalısı yanı başımdaydı. Siyah tüylü bir pelüş mont üzerinde çok çekiciydi. Ona bakınca yakından, kendimden utandım birden. Soluk gri bir tişört üzerimde, yer yer lekeli, burnum da akıyor, sanki ıslak, karşıdan bile görünüyor. Dudaklarımın üzerinde bir iki tel bıyık, heyecandan tir tir titrek…O ise nasıl da sakin, nasıl da munis, nasıl da yumuşak, mırıl mırıl, kucaklanası, eve götürülesi…

Bir çay içtik beraber. Manisalıymış. İnciraltı’nda Kız yurdunda kalıyormuş. Sohbet ettik uzun uzun, ben de konuştum, inanmayacaksınız ama beni bile konuşturdu yani… Rahat hissettim kendimi yanında.

Beraber zaman geçiriyorduk artık, sınavlara da beraber çalışmaya başlamıştık. Notları epeyce düşüktü, yardıma ihtiyacı vardı, anlamıştım. Çaresi bendim, elimden geleni yapardım  onun için. Arkadaşlarım, oğlum bu kız tehlikeli, diyordu.  Bense kıskanıyorlar beni, diye düşünüyordum.

Bir gece geç vakitte aradı. Sınavımız vardı yarına, ama o hiç çalışmamış, arkadaşlarıyla takılmış bir yerlerde.  Çalıştır beni ne olur, diye yalvardı. Yoksa kalacağım sınıfta diye. Evime gelmesini hiç istemiyordum, ama Hayır, demek ne mümkün. Tamam, gel o zaman, dedim. Karşıladım durakta, yürümeye başladık Buca’nın arka sokaklarına.

Bir bodrum katıydı evim. Odam desem daha doğru olurdu. İndik merdivenlerden,  rutubetten ıslanmış duvarlara değmemeye çalışıyordu, fark etmiştim. Daha içeri girmeden keskin bir kanalizasyon kokusu çarpıyordu insanı, burnunu kapatmıştı, görmüştüm, benim burnum ise alışık.
Karanlık odaya girince baktım ona, gözleri parlıyordu şaşkınlıktan, neon lambaları gibi, ürktüm resmen. Bozuntuya vermedi o da, odanın hırpani görüntüsü iğrendirmişti onu ama sakladı hayal kırıklıklarını benden ustaca. Hangi konudan başlasak ki, dedi.

Masanın üzerinde birkaç parça peynir parçası duruyordu, tırtıklanmış. Kaldırdım onları, temizledim masayı. Oturduk sandalyelere, başladık working çalışmaya…

Ohhhh, kanalizasyon kokusu gitmiş, şimdi yerini bir lavanta kokusuna bırakmıştı. Burnumun dibinde mis gibi lavanta kokuyordu saçları. Okşamak istedim saçlarını, minik pembe burnunu öpmek. İtti beni, o pembe avuçlarından fırladı sanki sakladığı uzun kırmızı ojeli pençeleri, çizik attı resmen yanağıma… Şaşırdım, o da şaşırdı, sildi yavaşça tırmaladığı yerden sızan kanı…
Utanma duygumu yitirmiştim, itse de kaksa da, tırmalasa da hiç alınmıyor, kırılmıyordum, onun bir oyuncağıydım.

Evden ayrılırken tamir etmek istercesine hareketlerini, tuttu elimi, okşadı, yaladı sanki dudaklarına götürerek. Dünyalar benim olmuştu, o elim bir daha uzun süre yıkanmayacaktı…
Ertesi Sabah kantine koştum, beraber kahvaltı ederiz diye, bakmadı bile suratıma.  Kızlı erkekli bir masada, bol kahkahalı muhabbetler içindeydi. Tanımıyordu sanki beni, çağırır mı ki diye baktım ısrarla, hiç oralı olmadı, döndü başka bir tarafa.

Çıktım bahçeye, bir akasya ağacının dibine oturdum, gelir diye belki yanıma, beklemeye başladım bir umutla. Ama o bütün gün yokmuşum gibi davrandı. Sınava girdik, çıktık, dersler geçti bitti, hiç konuşmadı benimle.

Okul çıkışı ise hiç bir şey olmamış gibi koştu yanıma. Hadi, yemek yiyelim, diye.
Öğrencilerin müdavimi olduğu, ev yemeklerinin yapıldığı lokantaya gittik. Ciğer istedi o, çok severmiş. Ben de kaşar peynir ve salata istedim bol yeşilli otlu. Güldü bana, peynirden başka şey bilmez misin sen, dedi, alay etti yemek boyunca…

Aşk aşağılanmaksa aşağılanıyordum bol bol. Eğleniyordu o benimle işte. O eğlendikçe ben de mutlu oluyordum.

Son sınavdan çok yüksek bir not almış, ama yine yetmiyormuş, çünkü ilk iki notu çok düşükmüş,  mız mız mızıldanıyor, ağlıyordu iki gözü iki çeşme yemek boyunca. Ahh, hocanın bilgisayarına girilebilinseymiş, ahhhh…

Ertesi gün, okuldan sonra saklandım bir sınıfa. Herkesin çıkmasını, havanın hafifçe kararmasını bekledim. Hocanın odasına gittim usulca, kapıyı yokladım ki, kilitliydi. Kapının üzerinde küçücük bir pencere vardı, ancak benim gibi ufak tefek biri girebilirdi belki bu delikten. Çıktım kapının üzerine, girmeye çalıştım o deliğe. Zorlaya zorlaya bedenimi geçtim içeriye… Bilgisayardan sınıfın notlarını buldum, değiştirdim sevgilimin! İlk iki notunu… Huzurla uyudum o gece, rüyamda evlendiğimizi görüyordum, seni çok seviyorum aşkım diyordu, bana…

Sabah olunca okula bir gidişim vardı ki, sanırsınız ki Şirin için dağları delen Ferhattım. Sınıfın kapısında onu görünce heyecanla koştum yanına, anlattım ona. Şşşt, duyacaklar, dedi, susturdu beni. Dersin sonunu sabırsızlıkla bekledim, biliyordum bana sarılacaktı, ah canım, benim için kendini tehlikeye attın diyecekti… Dersin ortasında güvenlik görevlileri girdi içeri, adımın geçtiğini duydum. Çıktım onlarla dışarı. Yan gözle de bakıyordum ona, dönüp bakmadı bile suratıma, arkadaşlarıyla gülüştüklerini duydum arkamdan. Bana mı gülüyorlardı ki, bilemedim?

 Kameralar varmış odada… Hırsızlıkla suçlandım. Mahkemeye çıkmak üzere karakola götürüldüm.
Okulla ilişiğim kesildi, 3 ay da hapis cezası aldım, bir deliğe tıkıldım.

Duydum ki o da bir değişim programı ile Londra’ya  gitmiş. Notları çok yüksek olunca…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder