25 Mayıs 2019 Cumartesi

MAVİ MASA





MAVİ MASA 

Motoru çalıştırdı ,pat, pat ,pat sesi yankılandı sessizlikte, masmavi denizde. Tek başına açıldı derinliklere. O ekmeğinin peşindeydi, evdeki 3 boğazın nafakasının peşinde.

Yalnız başına değildi ama o, nafakasının peşinde koşan.
Bir karabatak ağzında  balık, atıp tutuyordu havaya, tadını çıkartıyordu avının, kıyamıyordu sanki  midesine göndermeye, yutarsa bitecekti bu zevkli an,





Küçük bir serçe de benden umutlanmıştı, geldi yer yer boyaları dökülmüş mavi tahta  masama, kahvaltını benimle bölüşsene der gibiydi, bir türlü yakalayamadığım o ürkek bakışlarıyla…


Poşet sesini duyan sarı sarman, belli ki mesken tutmuş buraları, yakında obezite tanısı konabilir kendisine. Yaklaştı ayaklarımın dibine, bir an cesaretlenip daldırıverdi kafasını poşetin içine…


Bir iki karınca mavi masanın üzerinde, biz insanoğlu için çok küçük, onlar içinse dev  kırıntılar taşıyorlardı yuvalarına, ahh, kış onlara da gelecekti. Unutuvermiştim, oysa onlar da bu dünyada yaşıyorlar ve karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı.

Ortak bir noktaları vardı hepsinin nefes almaları dışında, hepsi korkuyordu benden. Ürke ürke yaklaşmışlardı yanıma. Önce uzaktan kollayarak, gözleyerek anlamaya çalıştılar tavrımı. Hissettiler zararsız olduğumu, sonra ürkek adımlarla yaklaştılar masama.

Neden korkuyorlardı ki?

O kadar korkunç muydum gerçekten, o kadar vahşi mi? Üzüldüm çıkardım aynamı, baktım suratıma, ben de sevmedim gördüğüm manzarayı, bütün insanlık aynamdaydı.




Hepsinde bir kibir, bir gurur, bir tepeden bakış, ben de korktum aynada gördüklerimden.
Anlam veremediğim sahte bir gülümseme vardı  insanların soluk benizlerinde, gergin ve tedirgin yüzlerinde,

O kadar sahiplenmiş ki  dünyayı,  o kadar beğenmiş ki  kendini.
O kadar da korkutmuş ki  bizden olmayanı…
Oksijen sadece bize mi,  güneş ışınları sadece bizim için mi, hiç düşünmemiş bile.
Yağmur hepimizi ıslatmıyor mu, kar taneleri hepimizi üşütmüyor mu, aklına  bile gelmemiş,
Hele ki topraklar, hele ki topraklar. İnsanoğlu dışındakiler  daha anlayışlı olmuş bu konuda.  Sınır çekmemişler topraklara, oysa  insanlar  kendi kardeşine bile çizmiş kırmızı çizgiyi.

Ahh, ne kibir, ahh ne gurur,

Dünya benim, evren benim, benim, benim, ben, ben...
                                                                                                   22.mayıs.2019. hayal çay bahçesi

18 Mayıs 2019 Cumartesi

SINAV GÜNLERİNDE AŞK









SINAV GÜNLERİNDE AŞK 

Fakültenin kantininde oturuyordum, bir pazartesi günü. Tek başımaydım her zamanki gibi. Çevremde ise kızlı erkekli gruplar hafta sonunu nasıl geçirdiklerini anlatıyorlardı birbirlerine. Kızlar bol makyajlı, erkekler yakışıklı hepsi de modaya uygun giyinmişlerdi. Bense okulun kapanmasına az bir süre kalmasına rağmen hala bir gruba dâhil olamamıştım. Son sınavlara bir ay gibi kısa bir süre kalmıştı, çok çalışmamızın gerektiği zamanlardı. Benimse İngilizcem çok iyiydi. Okul birincisi olarak girmiştim bu bölüme…

-          Merhaba, dedi bir ses, merhaba, oturabilir miyim yanınıza
-          Tabi, buyurun, dedim. Dedim de birden demeseydim keşke diye de üzüldüm.

Sınıfın en güzeli, çekik gözlüsü, simsiyah saçlısı, havalısı yanı başımdaydı. Siyah tüylü bir pelüş mont üzerinde çok çekiciydi. Ona bakınca yakından, kendimden utandım birden. Soluk gri bir tişört üzerimde, yer yer lekeli, burnum da akıyor, sanki ıslak, karşıdan bile görünüyor. Dudaklarımın üzerinde bir iki tel bıyık, heyecandan tir tir titrek…O ise nasıl da sakin, nasıl da munis, nasıl da yumuşak, mırıl mırıl, kucaklanası, eve götürülesi…

Bir çay içtik beraber. Manisalıymış. İnciraltı’nda Kız yurdunda kalıyormuş. Sohbet ettik uzun uzun, ben de konuştum, inanmayacaksınız ama beni bile konuşturdu yani… Rahat hissettim kendimi yanında.

Beraber zaman geçiriyorduk artık, sınavlara da beraber çalışmaya başlamıştık. Notları epeyce düşüktü, yardıma ihtiyacı vardı, anlamıştım. Çaresi bendim, elimden geleni yapardım  onun için. Arkadaşlarım, oğlum bu kız tehlikeli, diyordu.  Bense kıskanıyorlar beni, diye düşünüyordum.

Bir gece geç vakitte aradı. Sınavımız vardı yarına, ama o hiç çalışmamış, arkadaşlarıyla takılmış bir yerlerde.  Çalıştır beni ne olur, diye yalvardı. Yoksa kalacağım sınıfta diye. Evime gelmesini hiç istemiyordum, ama Hayır, demek ne mümkün. Tamam, gel o zaman, dedim. Karşıladım durakta, yürümeye başladık Buca’nın arka sokaklarına.

Bir bodrum katıydı evim. Odam desem daha doğru olurdu. İndik merdivenlerden,  rutubetten ıslanmış duvarlara değmemeye çalışıyordu, fark etmiştim. Daha içeri girmeden keskin bir kanalizasyon kokusu çarpıyordu insanı, burnunu kapatmıştı, görmüştüm, benim burnum ise alışık.
Karanlık odaya girince baktım ona, gözleri parlıyordu şaşkınlıktan, neon lambaları gibi, ürktüm resmen. Bozuntuya vermedi o da, odanın hırpani görüntüsü iğrendirmişti onu ama sakladı hayal kırıklıklarını benden ustaca. Hangi konudan başlasak ki, dedi.

Masanın üzerinde birkaç parça peynir parçası duruyordu, tırtıklanmış. Kaldırdım onları, temizledim masayı. Oturduk sandalyelere, başladık working çalışmaya…

Ohhhh, kanalizasyon kokusu gitmiş, şimdi yerini bir lavanta kokusuna bırakmıştı. Burnumun dibinde mis gibi lavanta kokuyordu saçları. Okşamak istedim saçlarını, minik pembe burnunu öpmek. İtti beni, o pembe avuçlarından fırladı sanki sakladığı uzun kırmızı ojeli pençeleri, çizik attı resmen yanağıma… Şaşırdım, o da şaşırdı, sildi yavaşça tırmaladığı yerden sızan kanı…
Utanma duygumu yitirmiştim, itse de kaksa da, tırmalasa da hiç alınmıyor, kırılmıyordum, onun bir oyuncağıydım.

Evden ayrılırken tamir etmek istercesine hareketlerini, tuttu elimi, okşadı, yaladı sanki dudaklarına götürerek. Dünyalar benim olmuştu, o elim bir daha uzun süre yıkanmayacaktı…
Ertesi Sabah kantine koştum, beraber kahvaltı ederiz diye, bakmadı bile suratıma.  Kızlı erkekli bir masada, bol kahkahalı muhabbetler içindeydi. Tanımıyordu sanki beni, çağırır mı ki diye baktım ısrarla, hiç oralı olmadı, döndü başka bir tarafa.

Çıktım bahçeye, bir akasya ağacının dibine oturdum, gelir diye belki yanıma, beklemeye başladım bir umutla. Ama o bütün gün yokmuşum gibi davrandı. Sınava girdik, çıktık, dersler geçti bitti, hiç konuşmadı benimle.

Okul çıkışı ise hiç bir şey olmamış gibi koştu yanıma. Hadi, yemek yiyelim, diye.
Öğrencilerin müdavimi olduğu, ev yemeklerinin yapıldığı lokantaya gittik. Ciğer istedi o, çok severmiş. Ben de kaşar peynir ve salata istedim bol yeşilli otlu. Güldü bana, peynirden başka şey bilmez misin sen, dedi, alay etti yemek boyunca…

Aşk aşağılanmaksa aşağılanıyordum bol bol. Eğleniyordu o benimle işte. O eğlendikçe ben de mutlu oluyordum.

Son sınavdan çok yüksek bir not almış, ama yine yetmiyormuş, çünkü ilk iki notu çok düşükmüş,  mız mız mızıldanıyor, ağlıyordu iki gözü iki çeşme yemek boyunca. Ahh, hocanın bilgisayarına girilebilinseymiş, ahhhh…

Ertesi gün, okuldan sonra saklandım bir sınıfa. Herkesin çıkmasını, havanın hafifçe kararmasını bekledim. Hocanın odasına gittim usulca, kapıyı yokladım ki, kilitliydi. Kapının üzerinde küçücük bir pencere vardı, ancak benim gibi ufak tefek biri girebilirdi belki bu delikten. Çıktım kapının üzerine, girmeye çalıştım o deliğe. Zorlaya zorlaya bedenimi geçtim içeriye… Bilgisayardan sınıfın notlarını buldum, değiştirdim sevgilimin! İlk iki notunu… Huzurla uyudum o gece, rüyamda evlendiğimizi görüyordum, seni çok seviyorum aşkım diyordu, bana…

Sabah olunca okula bir gidişim vardı ki, sanırsınız ki Şirin için dağları delen Ferhattım. Sınıfın kapısında onu görünce heyecanla koştum yanına, anlattım ona. Şşşt, duyacaklar, dedi, susturdu beni. Dersin sonunu sabırsızlıkla bekledim, biliyordum bana sarılacaktı, ah canım, benim için kendini tehlikeye attın diyecekti… Dersin ortasında güvenlik görevlileri girdi içeri, adımın geçtiğini duydum. Çıktım onlarla dışarı. Yan gözle de bakıyordum ona, dönüp bakmadı bile suratıma, arkadaşlarıyla gülüştüklerini duydum arkamdan. Bana mı gülüyorlardı ki, bilemedim?

 Kameralar varmış odada… Hırsızlıkla suçlandım. Mahkemeye çıkmak üzere karakola götürüldüm.
Okulla ilişiğim kesildi, 3 ay da hapis cezası aldım, bir deliğe tıkıldım.

Duydum ki o da bir değişim programı ile Londra’ya  gitmiş. Notları çok yüksek olunca…




11 Mayıs 2019 Cumartesi

ÇAYDANLIK







ÇAYDANLIK .....

 APARTMANIN ÖNÜNDELERDİ…

Çaydanlığın altını kapattın mı hayatım?
Hatırlamıyorum.
Eee, yani…
Çıkıp bakıver bir zahmet.
Çok yorgunum ya, o kadar katı çıkamam şimdi,
Hıh, çok yorgunmuş, Ben bu topuklularla çıkamayacağıma göre sen bilirsin,
Bıktım senin şu dikkatsizliğinden ve unutkanlıklarından
Ben de bıktım senin çapkınlıklarından
Haydaaa!!!
Evet, ne var, hoşuna gitmedi mi beyefendi?
Ne ilgisi var şimdi konumuzla?
Zor geliyor bizimle ilgili her şey sana, baksana 3 kat yukarı bile çıkamıyorsun.
Yahu, Yorgunum dedim sadece
Bize gelince yorgunsun
Açık konuşur musun biraz daha sen, dilinin altında ne saklıyorsun bakalım?
Hiç saklamıyorum, Genç kızların peşinden koşarken yorulmuyorsun ama, diyorum, oldu mu şimdi?
Çaydanlıktan nereye geldin, vallahi  bravo sana!
Çaydanlık çok ilgili konumuzla bence, sen anlamamazlıktan gelsen de,
Nasıl yani?
Görmüyor musun, aynı bir çaydanlık gibiyim, fokur fokur kaynıyorum, patlamak üzereyim.
Tamam, tamam, anlaşıldı,  senin canın kavga istiyor, Ben yukarı çıkıp çayın altına bakayım en iyisi…


ANTALYA’YA GİDİYORLARDI, 50 KM YOLLARI KALMIŞTI.

Çaydanlığın altını kapattın mı sevgilim?
 İşte, Bekliyordum böyle bir şeyi senden, yanıltmadın beni,
Neyi bekliyordun, anlamadım?
Ortaya bir bomba atmanı
Kötü mü yaptım?
İyi yapmadığın kesin
Ne var ki bunda?
Huzursuz ettin işte, daha ne olsun
Peki, kapattın mı?
Evin kadını hatırlamalı değil mi? Arkanızı  toplamalı kadın. Evden çıkarken sağa sola bakmalı, ocaklara, pencerelere… Hiç kusura bakma,  Hatırlamıyorum işte

 Eee, ne yapacağız şimdi?
Dön istersen, benim için fark etmez.
Antalya’ya 50 km kala mı?
Keyfin bilir beyefendi,
2. balayımıza böyle mi başlıyoruz yani, şu konuşmalara bir bak,
Bombayı ortaya atan sensin
Masum bir soruydu sadece, bir ara ocak açıktı, onu hatırlayınca sordum yani,
Bütün sözlerin soruların böyleydi işte
Nasıldı yani, soru sormak da suç mu oldu şimdi,
Suç değil tabi, çarpıtmaya da bayılırsın zaten konuları, senin soruların hep iğneleyici, huzursuzluk yaratan, suçlayan sorular oldu hayatımızda.
Haydaaa, Sen Beni hep böyle gördün değil mi?
Sen gösterdin kendini öyle, ben öyle göreyim diye bayılmadım vallahi,
Hani artık eski defterleri açmayacaktık, yeni bir başlangıç yapacaktık bu yolculukla,
Yapamıyorum işte, Elimde değil
Unutamıyorsun değil mi olanları
Ne yazık ki, çabalıyorum ama bana yaptıklarını unutamıyorum bir türlü,
Özür diledim defalarca senden biliyorsun,
Ama güvenmedin bana, ben senin karındım, sevgilindim,
Bir erkekle baş başa gördük dediler, ne yapsaydım yani, kıskanmıştım işte,
Ama anlattım sana gerçeği, hem de kaç kere, defalarca, sen onlara inandın yine de. Tokat attın bana tokat.

Pişmanım dedim kaç kez
Bilemiyorum,  şimdi de ben sana inanamıyorum işte,
Tekrar deneyecektik ama, söz vermiştin bana, 
Emin değilim
Ne demek emin değilim, Tatile gidiyoruz, yaşadıklarımızın üzerine sünger çekmeye, hadi ama…
Yok, yok, En iyisi arabayı kenara çek sen bence,
Yok, artık, bu ıssız yolda mı kenara çekeyim.
Durdur şu arabayı hemen. Çok ciddiyim, Ben gelemeyeceğim sanırım
Peki, ne yapacaksın? Nereye gideceksin?
Geri dönüp eve gideceğim ve ocağın altına bakacağım tamam mı?


 UÇAKTALARDI.

Çayın altını kapattın mı 
2500 fitte bu soru oldu mu şimdi?
Ama hatırlayamıyorum gerçekten de,
Artık çok geç güzel gözlüm, kalbimin sahibi,biricik  karım benim,
İnince ararız birilerini o zaman, anahtar var bizimkilerde nasıl olsa.
Ben sana neler diyorum, senin kafan nerelerde,
Eee, ne yapayım, kafama takıldı,
Yeni maceralara doğru yol alıyoruz, tadını çıkar, takma kafana bir şeyi, bırak yansın, kül olsun isterse ev…

Off, çok da uzağa gidiyoruz ki, Afrika da tatil de nereden geldi ki aklına
Tatil olduğunu kim söyledi ki karıcığım
Ne demek istiyorsun
Bak şu çantanın içine
Aman Allahım, bunlar da ne, nereden buldun bunları?
Sus, sus,  yavaş duyacaklar,
Ne yaptın sen be adam? Allahım inanamıyorum.
Şist yavaş!
Nereden buldun bunları diyorum sana,
Güzel geleceğimize kadeh kaldırsak bu sorular yerine seninle aşkım,
Ya, Sen ne yaptığını sanıyorsun?
Afrika’dan Amerika’ya geçeriz, yeni bir yaşam kurarız
Asla asla olmaz, bana sormadan hem de, nasıl yaparsın böyle bir şeyi?
Seni seviyorum, sana tüm bunları söyleseydim gelmezdin ki,
Tabi ki gelmezdim, Sen delisin deli, aklını yitirmişsin kesin,       
Suç Ortağımsın ona göre, bu saatten sonra.
Hiç de değilim, Şimdi kalkıyorum bu koltuktan
Nereye gideceksin ki, uçaktayız unutma…
Bir de dalga geçiyorsun ya,  Senden en uzak neresiyse oraya gideceğim tamam mı?
Ya ben, ben ne olacağım?
Sen paralarınla cehennemin dibine kadar gidebilirsin
Ya sen, beni bırakmazsın herhalde,
Hiç kusura bakma......, tabi ki bırakacağım ve ilk uçakla eve,  çaydanlığın altını kontrole gideceğim.
                                                                           
                                                                                    YAZI EVİ ATÖLYESİ
                                                                                        DİYALOG çalışmaları 

7 Mayıs 2019 Salı

BİZE HEP BAHAR






BİZE HEP BAHAR 

6 Mayıs’ı 7 ye bağlayan alelade bir gece bu gece. Gökyüzünde yeni ay var. Ama sanki dolunay çıkmış gibi ortalık, arka planda gizli gizli almış yeryüzünü etkisine. Bu gece geçişler yaşıyor sanki mevsimler, kırılmalar yaşıyor düşüncelerinde insanlar.

Sanal âlemde bu aralar insanlar hep aynı fotoğrafları görüyor. 24 Nisan1972’de TBMM’ de alınan bir karar bu gün bile, tam 47 yıl sonra canlarını acıtıyor insanların. Demirel var fotoğraflarda. Bu güzel ülkede tam 40 yıla yakın bir zaman siyaset yapmış, verdiği kararlarla ülkeyi ve geleceği şekillendirmiş bir siyasetçi. Her zamanki haliyle alaycı tavrıyla gülümsüyor objektiflere, bir eli havada. 3 genç delikanlının ölümüne karar veriyorlar. Hiç kimseyi öldürmemiş 3 Fidan’ın asılmasına EVET diyorlar. Çünkü korkuyorlar, biliyorlar ki o 3 fidan ve onun gibileri yok edilmezse, kendileri yok olacak,  zihniyetlerini ekemeyecekler bu topraklara.



450 TBMM üyesinin 273’ü EVET, 48’i RED oy veriyor. 118 korkak üye de oylamaya katılmıyor.( 218 AP’li, 28 CHP’li Kabul verirken, 48 ret oyun 47’si CHP ‘den geliyor)
İdamları dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından onaylanıyor. Başbakan ise Nihat Erim.

Ve de 6 Mayıs tarihin de saat 5.30 da idam ediliyor, 3 arkadaş birlikte. Bu yazının yazıldığı saatlerde. . Hüseyin İnan, Yusuf Aslan ve Deniz Gezmiş. Babasına ‘’ oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir’’ diyerek gidiyor Deniz Gezmiş ölüme.

Bu gün o medyada elleri havada ölümlere evet diyenleri kimse tanımamaktadır yok olup gitmişlerdir. Demirel’de dâhildir buna. Kimse hatırlamaz, yâd etmez onları birkaç devlet formalitesi dışında.
Deniz ve Hüseyin ve Yusuf ise bugünün gençlerinin dahi kalbinde yerini almış, beyninde kabul görmüştür ve birçok yeni doğan çocuğa isim olmuştur. Posterleri duvarlarda, parkalı deniz şarkılardadır. Devleti soyanlara, ülkeyi emperyalizme teslim edenlere, kaynakları peşkeş çekenlere Hayır demişlerdir çünkü.

Bu gün de başka  bir fotoğraf var meydanlarda. 11 kişi, dizilmiş yanyana.11 YSK üyesi. Karar vermişler, İstanbul Seçimlerinin iptaline. Çıkıp canlı yayında bile açıklayamamışlar. ‘’Delil yoksa da iptal edilmelidir’’ ya da  ’ Hiçbir şey olmasa bile, kesin bir şey olmuştur’’ gibi tarihe leke olarak kalacak sözlere karşı çıkamamışlar ve de 30 Nisan seçimlerinin tekrarına karar vermişlerdir.


Hangi hukuk kuralına istinaden iptal edilmiştir diye soranlara, AKP hukuku cevabı verilebilir ancak, ya da ‘’hiçbir şey yasa dışı değildi. Çünkü yasa yoktu artık’’ diyen Orwell verebilir bu cevabı bize. Örneğin Cumhurbaşkanlığı gibi dün iptal olmayan seçimler, bu gün delilsiz nedensiz iptal olabilmektedir. Ya da aynı sandıktaki, aynı zarflardaki oylardan meclis üyeleri, muhtarlıklar ve ilçe belediye başkanlıkları iptal olmayıp sadece Büyük Şehir başkanlığı iptal olması hangi gerekçeyle olabilir, kimse cevap verememektedir.

Bu gün yapılan aslında dün yapılanın aynısıdır.

7 Haziran’dan 1 Kasım’a giden yolculuk da tam bir demokratik darbe idi geçmişte de.1.sandık darbesi

Şöyle bir sıralasak yaşananlardan bir kesiti, uzasa da biraz yazı, affınıza sığınarak…
Önce sonuç alınamayan partiler arası görüşmeler, 20 Temmuz’da Suruç patlaması, 32 kişinin ölümü, 22 Temmuz’da 2 polisin ölümü, 24 Temmuz da PKK, ydg/h, işid’e hava destekli operasyonlar, 26 Temmuz 31 ilde 850 kişi gözaltında, 28 Temmuz İstanbul’ da hdp binalarına saldırılar, 29 Temmuz’da Şırnak’ta kara ve hava harekâtları, 30 Temmuz’da DEMİRTAŞ ‘’ TSK VE PKK, ELİNİZİ TETİKTEN ÇEKİN’’ açıklaması,  , 17 ağustos, Lice, Varto sakağa çıkma yasakları, 2 Eylül 40 günde 20 gazeteci işsiz kalıp, 103 internet sitesi kapatılması, 6 Eylülde dağlıca da çatışmalar, 16 askerin ölümü, 7 Eylül hürriyet gazetesine saldırı, Sur ’da sokağa çıkma yasağı, 8 Eylül CHP binalarına saldırılar, 9 Eylül Demirtaş’a soruşturma, 14 Eylül Nokta DERGİSİNE, 15 EYLÜL’ de doğan holdinge baskın, son 71 günlük süreçte 20 çocuk hayatını çatışmalı ortamlar nedeniyle kaybetmesi, 6 Ekim 15 hdp’li siyasetçinin tutuklanması, 10 Ekim’de Ankara Gar patlaması, 100 ölü, Davutoğlu’nun ’’ AKP iktidardan indirilirse ya terör çeteleri ya da beyaz Toroslar dolaşacak ortalarda ‘’ demesi, 22 Ekim’de Gar patlaması öncesi emniyet birimlerine uyarı yazılarının ulaştığı ortaya çıkması ve tüm bunların sonunda 1 Kasımda AKP TEK BAŞINA İKTİDARA GELMESİ. (bianet, bağımsız iletişim ağı, tarihler ve yazılar birebir internet medyasından alınmıştır))

Görülmektedir ki seçimle gitmek gibi bir niyetleri yoktur. 7 HAZİRAN’ da Hdp’ nin meclise% 10 ile girmesi sonucu tek başına iktidar olamayınca birileri ülkeyi yüzlerce insanın ölümü pahasına kan gölüne ve korku filmine döndürmüştür.

İşte Şimdi yine Sayın cumhurbaşkanı ve mikrofonu elinde ‘’Bir şaibe var ve bunun kaldırılması YSK ‘ yı aklayacaktır ‘’demiştir . (4.Mayıs 2019 habertürk) ve seçimler iptal edilmiştir.

 Ve de 2. Sandık Darbesi ‘ de gerçekleşmiştir.

Şu andaki iktidar zihniyetinin ürünü YSK üyeleri, aynı Deniz’lerine ölümüne el kaldıranlar gibi korkmuştur İmamoğlu zihniyetinden.

Korkmuşlardır seçilen İmamoğlu’ndan ve yeni gelen baharın esintilerinden.

18 günde otobüslerde indirim yapan,

Cemaatlere, vakıflara kaynak yok, diyen,

Halkın parasını yedirtmem, diye bağıran

Bir kişiye hizmet etmem ben, halka hizmet ederim, sözünü veren ufak tefek adamdan korkmuşlardır.



Yok, etmeye karar vermişlerdir. Çünkü İmamoğlu ve onun gibiler yaşarsa, biliyorlar ki kendileri yok olacaktırlar. Toz toprak olup evrenin karanlıklarında kaybolacaklardır, zihniyetleriyle beraber. 
Onlardan geriye çocuklarına utanç tablosu kalacaktır, dedeleri yüzünden yaralı bir vicdan belki de.

Bize ise kalan, güzel bir parfümün kokusu gibi tüm ülkeye dağılan İmamoğlu kokusu olacaktır.

Çiçeklerin polenleri gibi baharın esintisiyle topraklarımıza dağılan Hak ve Adalet kavramları olacaktır.

Her şey güzel olacak, çoktan yazılmıştır duvarlara çıkmayan boyalarla…

Baharı gören insanlar, sıcacık daha da ısıtan yaz mevsimini de görecektir sonunda.