ÇARŞAMBA
Bir yazı okudum geçen gün gazetede.
En yakınınızdaki 5
kişiye bakın, onların ortalamasısınız işte siz de, diye.
Amanın, içime bir kurt düşmez mi, Kimlermiş en
yakınımdakiler acaba, başladım onları kafamda sıralamaya.
Dönem dönem değişirdi insanoğlunun yakınındakiler tabi ki.
Bazen iş nedeni ile bazen oturduğunuz ev, hatta mahalle ya da okulunuz,
gittiğiniz cafe, ruh halinize göre bile değişebilirdi en yakınınızdakiler.
Ama her daim değişmeyen, değiştiremediğiniz kişiler de vardı
hayatınızda, örneğin aileniz, anneniz, babanız, kardeşleriniz ya da
akrabalarınız. Kan bağınız bulunan kişileri seçme şansınız yoktur ya. Ama yine
de görüşüp görüşmemek elinizdedir. İçiniz rahat edebilirse anlaşamadığınız
kardeşiniz ya da vicdanınız elverirse anneniz ile dahi ilişkilerinizi
sınırlandırabilirsiniz.
Kısaca, sizi duygusal ya da moda deyim ile mental olarak
aşağılara çeken akrabalarınızdan da uzak durabilirsiniz.
Ben işte bunlara taktım kafayı bu yazıyı okuduktan sonra, hımmm, duyar gibi oldum sizi, boşluktan
dediniz değil mi?
Neyse, ben devam edeyim sizinle dertleşmeye.
Bu ara o kadar çok hastanelere gidip geldim ki. Haliyle
hastalar, hasta yakınları, doktorlar en yakınımdakiler oluverdiler.
Koridorlarda doktorun kapısını tutan fedailer hasta yakınlarıydı genellikle,
iyi geçinmeliydik kendileri ile onları aşıp geçmek çaba isterdi polikliniğe.
Vallahi doktorları bile geçirmeyenler vardı. Hoop sıranı bekle, diyerekten.
İşte oralarda dertleştiğimiz bir amca kendilerine sıra
gelince, seslendi koridorun öbür ucuna,
Başçavuş, baş çavuş, gel sıra bizde diye. Kelli felli bir
çavuş beklerken, bastonuyla, karısı gelmez mi?
Ben ona başçavuş, derim dedi yaşlı arkadaşım ben şaşırınca…
Bir ara artık en yakınlarımdan olan doktorumuz da,
hastaların çat kapı odaya girmelerinden bıkınca, çıkıp kapıya, giderim ha, oynamam ha, deyince,
bekleyenler hep bir ağızdan bağırdılar, gitme, gitme, kal bizimle diye…
Hastane Koridorlarında tanıştığım ve yakın arkadaşım oluveren
Balıkesir Yörüklerinden şeker mi şeker ablam, doktorunu beklerken, bir yandan
da elinde şeker ölçüm aleti ile sırada bekleyen diğer hastaların şekerini
ölçüyordu büyük bir hevesle. Hayali hemşire olmakmış, olamayınca kendini
gönüllü olarak hastane koridorlarında şeker ölçmeye adamış ve sağdan soldan
çağırıyorlardı da kendisini, sırada
doktor bekleyen hastalar, benimkini de ölçüver diye…
En en yakınımdaki kişi sıralamasında en önemli kişilerden birisi ise annemdi
tabi ki her zaman, her şartta ve olayda.
O gün, hastaneden, tahlil, mr, tomografi sonuçlarını alıp da,
müjde anneciğim, bir şeyin yokmuş deyince, aaa hiç mi yokmuş yani bir şeyim
deyip hayal kırıklığına uğrayınca, dur bakalım, daha Bursa’ya gideceğiz
bak, çıkar belki bir şeyler, dedim ona…
Zor attım kendimi eve, hastane ortamından sonra ev gibisi
var mıdır?
Girer girmez eve, bir koku geldi burnuma, buram buram etanol kokusu galiba,
baktım bizimki tezgâha kurmuş çilingir sofrasını, formülünü de hazırlamış.
Başlamış demlenmeye…
Aaaa, bu gün Çarşamba mı dedim, ona. Çarşambaları yapacaktı
formül uygulamalarını kendisi, öyle
karar vermişti.
Evet, Çarşamba bu gün dedi. Oysaki Salıydı. Ama Salı daha bu
gün, dedim.
Bana her gün çarşambaaaa, dedi. .
Bıraktım onu mutfakta, bulaşmadım kendisine, zira her daim en yakınımdakiydi kendisi...
Geçtim salona, televizyonun
kumandasına uzanıp açtım ekranı, 16 yıldır beraber olduğum diğer erkek de ekrandaydı,
en yakınım gibi olmuştu artık o da. Sayın Cumhurbaşkanım , hep ekran
aracılığıyla salonumuzdaydı zira.
Elinde çay poşetleri, atıyordu etrafa. Bir taraftan da,
marul da var, patlıcan da gel vatandaş gel diye bağırıyordu. Kim ki tanzim kuyruklarına girip patlıcan
almaya, kafası tez vurula, gibi bir de Tanzimat fermanını duyuruyordu halka.
Sevgili arkadaşlarım, bu ara en yakınlarımdakiler böyle ve
ben de onların ortalamasıyım işte.
Bu ortalama ruh hali ile seslendim mutfağa. Bana da bir
formül yap, ama yanına buzdolabından soğuk bir şalgam suyu, bol acılı, lütfen
dedim kocama.
Yani anlayacağınız, bize her gün Çarşamba…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder