BIRAK, GİTSİN…
Sana ihanet
etmek gibi bir şeydi evden dışarı adım atmak. Sen, aniden, bize veda bile etmeden
gittikten sonra, çıkamaz olmuştum sokaklara. Senin alamadığın nefesi solumak
bana ağır geliyordu. Güneş doğunca perdeleri çekiyordum, yaşama hevesi
verir ya güneş , ben istemiyordum. Dışarıdan kuş sesleri gelince pencereleri
kapatıyordum, beni kandırmasınlar, dışarıya çağırmasınlar diye. Kalbim kırıktı,
küsmüştüm dünyaya.
Çok kızgındım sana, hem de çok fazla. Kuralı bozmamıştın
sen de, çoğu erkek gibi erken gittin ne
yazık ki başka dünyalara. Oysa bütün yükü kadınlar çekiyor denir hayatta, daha
çabuk yıpranan, daha çok ezilen kadındır denir ya. Pes eden ise erkekler oluyor
genelde, ben oynamıyorum deyip, çekip gidiyorlar nedense.
Sen
gittikten sonra, senin bıraktığın yerden devam etmeye çalıştım yaşamaya. Senin
yarım bıraktıklarını devam ettirirsem yaşatırım seni bu evde, bu dünyada
sandım.
Okuduğun ama
bitiremediğin, yarım kalan kitabını aldım elime önce, ayıracını koyduğun yerden
açıp başladım okumaya. Polisiye bir kitaptı, Sherlock Holmes'un peşinde koştuğu seri bir katil, genç kadınları
öldürüyordu. Kıyamadım öldürülen kadınlara. Hep kadınlar mı cezalandırılacaktı
bu hayatta ? Canım sıkıldı, beğenmedim kitabı da, kitabın sonunu da.
Günlerce
dinledim en sevdiğin müziklerini. Geceler boyu sen dinlerdin ya, şimdi de ben
dinledim senin gittiğin günden beri. En çok tıkladığın AMY olmuş you toube’da. Hiç fark etmemiştim Amy Winehouse’ yi bu kadar
çok dinlediğini. Kıskandım onu senden, biliyor musun? Çok şaşırtmıştın beni.
Seninle hiç bağdaşmıyordu Amy. Uçlarda yaşayan bir kadındı o. Senin kadının ise
sınırları, çizgileri içinde yaşayandı, çizilen çemberin dışına taşmayan. Gel de
takma kafaya şimdi. Öyle bir kadın mıydı yani hayalindeki, düşlerindeki. Ya
ben, ya ben, ben miydim yoksa gitmene neden? Çözmeye çalıştım, gecelerce
dinledim AMY’yi, şarkı sözlerini, dinledim de çözemedim.
Şövalene takılı kalmış, bitiremediğin resme göz attım, sonraki günlerde. Bir deniz kıyısında, sahile vurmuş bir sandaldı yarım kalan, martılar havada çizilmiş, uçabilmek için sıralarını bekleyen, ama henüz daha yaratılamamış gibi, renksiz ve hareketsizdiler. Önce yeşillere, sarılara daldırdım ,sonra da sandala gelişigüzel vurdum fırçamı. Çatlak kısmını onardım boyalarla, tekrar dalabilsin diye mavi sulara. Martılara el attım sonra da. Özenle boyadım onları, uçları siyah- gri, canlanıverdiler birden. Kimi açtı boydan boya kanatlarını, gidecek belli ki, aynı senin gibi, bazıları ise tereddütlü, yaşamak ne güzel diye acele etmeden, çırpıyor gibi yapıyorlar kanatlarını.
Senin yarım
kalmışlarını tamamlamaya çalışırken, kendim parçalara ayrılıyordum. Ben
olmaktan uzaklaşıyor, sen olmaya başlıyordum yavaş yavaş. Korkuyordum kendimi
kaybetmekten, korkmaya başlamıştım senin hayatını yaşamaktan.
Vazgeçmeliydim,
sen gitmiştin, sevdiğin müzikler, kitaplar, resimler de seninle gitmeliydi. Ben
senin müziklerin ile senin Amy’ in ile
senin martıların ile senin Sherlock
Holmes’un ile yaşayamazdım. Seni özgür
bırakmalıydım, sen özgür kalırsan ben de özgür olacaktım.
İşte tam bir
yıl oldu sevgilim, senin beni bırakıp ta
gittiğin gün, 20 Şubat Çarşamba günü bu gün…
Kalemini
bıraktı kadın elinden, özgürlüğüne bir adım atmak üzere kalktı sandalyesinden.
EVDEKİ tüm
eşyalarını, ona ait ne varsa, kitaplarını,
CD’lerini, kıyafetlerini birer birer yerleştirdi kolilere, gönderdi bir
yerlere. Odalar boşalıverdi, ne kadar çok yer kaplıyormuşsun bu evde,
ne kadar çok yer kaplıyormuşsun benim yüreğimde…
Eşyalar
gittikten sonra kolilerce yük kalktı omuzlarından, hafifleyiverdi, tuvaldeki
martılar gibi uçuverecekti.
Mutfaktan
kahve kokusu geldi burnuna, makine sesleniyordu, gel kahveni al diye. En
sevdikleri filtre kahveydi ikisinin de.
İçeriden de
Sezen bağırıyordu, Ama fazla da üzülme,
hayat bitiyor bir gün, Ayrılıktan kaçılmıyor, Hem çok zor, hem de çok kısa
macera bir ömür, Ömür imtihanla geçiyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder