26 Ocak 2018 Cuma

KANDIRILMAYA BİR KALA








KANDIRILMAYA BİR KALA…

İktidara geldiği 2002 yılından beri birçok dini vakfa vergi muafiyeti sağlayan AKP,  Bakanlar Kurulunda aldığı bir karar ile bu vakıfların başkanlarını ‘’Ulusal ve Resmi Bayramlar ile Mahalli Kurtuluş Günleri, Atatürk Günleri ve Tarihi Günlerde Yapılacak tören ve kutlamalarda protokol sırasına ekledi.

Böylece Bakanlar Kurulu Kararı ile Bilal Erdoğan’ın da yönetim kurulunda olduğu İlim Yayma Vakfı, Nakşibendî Tarikatının bir kolu olan Muradiye Kültür Vakfı, ayrıca ENSAR VAKFI, İSMAİL AĞA CAMİİ İLİM VE HİZMET VAKFI GİBİ BİRÇOK VAKFIN YÖNETİCİLERİ PROTOKOL LİSTESİNE GİRDİ. ( 21.Ocak.2018)


Buna Karşılık, HAKKÂRİ VALİLİĞİ, Hdp li milletvekilleri, Selma Irmak, Nihat Akdoğan ve Abdullah Zeydan’ı protokol listesinden çıkardı. ’’Türkiye Cumhuriyeti hükümetini alenen aşağılama ‘’ suçundan dolayı  .(21.Ocak.2018)
**********************************************************************************
Çok Sevgili Hükümet yetkilileri , Bakanlar Kurulu'nun Değerli Üyeleri ve Çok Sayın Başbakanım ve de Çok Sayın Cumhurbaşkanım…

1.       Ergenekon’da aldandık, dediniz
2.       Fetö terör örgütü bizi aldattı, dediniz
3.       Obama maalesef bizi aldattı, dediniz
4.       Barzani’de yanıldık dediniz.

‘’ Fetö ‘ de iyi niyetimizin kurbanı olduk. Fetö konusunda ciddi manada yanılgıya düşmüşüz.Allah bizi affetsin’’ (3.ağustos.2016.ntv.com) demiştiniz, diye de ayrıca anımsatalım.

Hep deneme yanılma yolu ile devleti yönetmekle meşgulsünüz anladığımız kadarıyla ve de iyi  niyetinizden dolayı hep kandırılıyorsunuz yine  anlayabildiğimiz  kadarıyla. 

Şimdi de yukarıdaki fotoğraftaki çok değerli zatları protokole dahil edip, yine elele kolkola fotoğraflar vermeye başlamışsınız.

Bu yüzden hatırlatma gereği duyduk da naçizane, biz vatandaşlarınız.

Vallahi şimdiden söyleyelim, bizim yukarıda adı geçen tarikatlarla hiç bir ilgimiz bulunmamaktadır. Ve de bizler ilke olarak tüm dini kullanan tarikatlara, cemiyetlere, vakıflara ve hatta partilere karşıyızdır.

Hiç biriyle fotoğrafımız yoktur, hiç birinin yönetim kadrosunda yer almamaktayız. Yani kandırılmamız mümkün değildir. Protokollerde de yer alamayacağımıza göre, beraber fotoğraflarımızı bulma imkânınız da olmayacaktır.

Bu arada halkın oyları ile seçilmiş Hdp milletvekilleri iyi ki protokolden çıkarılmışlar, dikkat edelim bu arada, Türkiye’yi değil, onu yöneten hükümeti aşağıladıkları için. Hiç olmazsa tarikat liderlerine yer açılmış, yoksa protokolde nereye yerleştirilirlerdi ki bu cumhuriyet sevdalısı hizmet insanları?

Sayın Tarikat liderleri Türkiye Cumhuriyetini asla ve de kat a aşağılamayıp, o kadar severler ki Cumhuriyet yönetimini ve Laik devletimizi, o yüzden protokolde yer almaları süper bir karar olmuştur.

Hele ki Ensar Vakfı’nın bu devletin korunmaya muhtaç çocuklarını ne kadar sevdikleri de o kadar gündemde yer almıştır ki, onları protokolün en, en zirvesine yerleştirmeleri rica olunur ki, halkımız onların yüzsüz pardon nur yüzlerini her daim görsün.

Demedi demeyin, bir daha söylüyoruz. Benim ve benim gibi düşünen vatandaşlarınızın yukarıdaki tarikat, Vakıf ve cemiyetlerle hiç işi olmaz. Sizler şimdi yine çok elele kol kolasınız ya yukarıda adı geçen tarikatlarla ve de daha önce de kandırılmıştınız ya muhterem nur yüzlü insanlar tarafından,  söyleyeceklerimize ve yazacaklarımıza bakıp sonrasında terörist demeyin bizlere,  üzülürüz sonra yaniii…

Uyarmadı demeyin , Bizden söylemesi!


BEN, SADECE...









‘’BEN, SADECE…’’

Loş bir odada, bir masanın başında, yüzünü tam olarak seçemediği bir adam vardı, tam karşısında.
O da masanın öbür tarafındaydı. Bir sandalyeye oturtulmuş, elleri, kolları bağlı değildi, ama tutsaktı, istese de kalkamaz, kapıyı arkasından kapatıp çıkıp, gidemezdi.

Sorguya çekiliyordu günlerdir, gecelerdir miydi yoksa? Takip edememişti, gündüz mü gece mi, ya da kaç gün olmuştu, kaç gece geçmişti buraya getireli acaba?

Verdiği hiç bir cevaba inanmıyordu adamlar. Sorular soruyorlardı, o da gerçekten doğru cevapları veriyordu, sordukları sorulara. Ama inanmıyordu adamlar bir türlü, inandıramıyordu onları kadın.

-Hangi örgüte mensupsun? Diye soruyorlardı devamlı.

-Ben örgüt adı falan bilmem ki, diyordu. Gerçekten de hiçbir örgüte üye değildi, zaten hiçbir örgütü de tanımazdı.

-Bize arkadaşlarından bahset, seni kim örgüte dahil etti? Diye sıkıştırıyorlardı.

-Ben yalnızım, benim hiç arkadaşım da yok ki zaten, diyordu. Der demez tokadı yiyordu suratına. Oysa gerçekten de yalnız sayılacak bir insandı normal de de.

Hep bunlar, o eve temizliğe gitmeye başladığından beri  gelmeye başlamıştı başına. Son günlerde kocası da çalıştığı fabrikadan hiç sebepsiz işten çıkarılmış, zor günler yaşıyorlardı. Arkadaşının ‘’ temizliğe gider misin ‘’ sorusuna verdiği ‘’evet’’ cevabı onu buralara taşımıştı işte.

Temizliğe gittiği ilk gün, ilk dikkatini çeken salondaki duvarda, boydan boya yer alan kütüphane ve içindeki yüzlerce kitap olmuştu. Dikkatini çekmesi kitaplara olan sevgisinden falan değil, bu kitapların tozu nasıl alınır, düşüncesinden olmuştu.

Evin sahibi uzun saçlı, at kuyruklu hatta tepesi açık biraz da kel gibi, yuvarlak çerçeveli gözlüklü, pek konuşmayan, elinde bir kahve fincanı ile masasının başında devamlı yazılar yazan ya da her daim kitap elinde dolaşan bir adamdı.

Kadına hiç karışmıyordu, kadın rutin ev işlerini yapıyor, haftada birkaç kez de yemekler yapıp buzdolabını dolduruyordu. Çok rahattı bu evde, hiç olmazsa kadın dırdırı yoktu. Kadınları memnun etmek daha zordu ev işlerinde. Bu yüzden çok mutluydu bu evde.

Her şey adamın, bir gün kadından 2 vesikalık fotoğraf ve kimlik bilgilerini istemesiyle başladı. Kadın sordu hemencecik:

-Ne yapacaksınız ki, benim fotoğrafımı?  Korktu hatta birazcık…

-Sizi sigortalı yapacağım, çünkü şu an kaçak işçi çalıştırıyor oluyorum, hem başınıza bir ev kazası gelirse hiçbir hak iddia edemezsiniz, ben de suçlu sayılırım o zaman, bana dava bile açabilirsiniz, gibi bir şeyler dedi adam.

Şaşırdı kadın, bu güne kadar temizliğe giden hiçbir arkadaşı sigortalı olmaktan bahsetmemişti kendisine. Hatta onlar da yine hep kültürlü, okumuş, zengin, hatta hatta bir tanesi büyük bir emniyet amirinin evine gidiyordu da yine de sigortalı falan değildi.

Yine de korktu kadın.
-Gerek yok ki, falan diye bir şeyler geveledi.

-Olur mu, işte sizler böyle davranırsanız, kimse size hakkınızı vermeyecektir. Haklarınız için mücadele etmelisiniz.

Vay be, dedi kadın. İçinde bir şeyler kıpırdamıştı sanki birden güçlü hissetti kendini. Sanki iyi hissetti kendini.

 Bu arada kütüphanenin tozunu almak en sevdiği işlerden biri olmuştu. Zamanının çoğunu kütüphanenin başında tek tek kitapların tozunu almakla geçiriyordu. Sadece onların tozunu almıyor, kapaklarını inceliyor, sayfalarını kokluyordu, o eski sayfaların değişik bir kokusu vardı. Müptelası olmuştu kitap sayfalarının kokusunun.

Evin sahibi adam da fark etmişti kadının kitaplara ilgisini. Görmüştü onu kitapların sayfalarını koklarken, resimlerine dalıp giderken.

Önce Çalıkuşu’ nu verdi kadına. Bir çırpıda okudu kadın Feride öğretmenin aşk acısını, Anadolu’nun ücra köşelerinde idealist düşüncelerini, Halide Edip'in Vurun Kahpe 'ye adlı romanında ise gericiliğe karşı verilen mücadeleleri bir çırpıda yuttu.

Sonra Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü’ nü verdi kadına adam. Köy yaşantısı, ağalara karşı verilen mücadeleyi sanki kendisi veriyordu artık.

Aziz Nesin’in trajikomik hikâyelerine geçtiğinde ise düzen, sistem kavramları artık çok tanıdık olmaya başlamıştı. Hırslanıyor, haksızlıklara, fakir, zayıf insanların korunması gerekirken daha çok sömürülmesini aklı almıyordu.

Kuyucaklı Yusuf’a bayılmıştı. Ama o muhteşem kitabı yazan adamın devlet eliyle sırf, hükümetlere karşı şeyler yazdığı için ortadan kaldırılmasına günlerce ağlamıştı.

Darağacın’ da Üç Fidan’ı okumuş, Parkalı Deniz Gezmiş’in,  babasına yazdığı son mektubu ezberlemişti.

Değişiyordu, nereye doğru, onun farkında değildi, ama değişiyordu, hayatının anlam kazandığının farkındaydı, yaşamdan tat alıyordu, yaptığı temizlik işi bile onun gözünde yüce bir iş, hakkıyla yapılması gereken bir eylemdi. Kendinde kalamazdı ki bu düşünceler, ille de taşar beyninin bir köşesinden, sen fark etmezdin bile.

Önce arkadaşlarına başladı konuşmaya:
-Niye sigortanız yok, yaptırmalı sizi çalıştıranlar, diye.
Karşılığı, arkadaşlarının onunla kesmesi oldu arkadaşlıklarını, uzaklaştılar ondan birer birer.

Sonra kocasına başladı konuşmaya:
-Seni hiçbir sebep gösteremeden atamaz o fabrikanın patronu, hakkınızı aramalısınız, grev yapmalıydınız, mahkemelere başvurmalısınız, hakkınızı aramazsanız, sizden sonrakiler de uğrayacaktır bu tür işten çıkarmalara, sürüp gidecektir bu düzen…
Bir tokat yedi suratına.
-ULAN, sen nereden öğreniyorsun bunları, komünist mi oldun başımıza, derde sokacan benim başımı da, diye…

Ama artık ok yaydan çıkmıştı. Bir şeyler yanlıştı, yok yok galiba her şey yanlıştı, kendi hayatı da en baştan yanlıştı, dünyanın düzeni yanlıştı aslında.

Bir gün evde yine temizlik yaparken, evin sahibi adam ve bir kaç arkadaşı geldiler eve. Ellerinde kartonlar, büyük bez parçaları vardı.
Pankart hazırlıyorlardı, büyük bir yürüyüş düzenleniyordu,  tutuklu yazarlar, aydınlar için.

Pankartlara ÖZGÜRLÜK yazdılar,  pankartlara BARIŞ yazdılar. Atatürk’ün dediği gibi ‘’YURTTA SULH, CİHANDA SULH ‘’ yazdılar. Pankartlara ‘’Çocuklar ölmesin’’ yazdılar. Pankartlara ‘’ADALET HEPİMİZE’’ yazdılar.

Kadın bayıldı bu sözcüklere. Hepsi ne kadar da anlamlıydı, bütün insanlar için ortak değerlerdi bu kavramlar.
-Ben de geleceğim sizinle, ben de taşıyacağım bir pankart, dedi
Adam:
-Olmaz, dedi. Seni tehlikeye atamayız.
Kadın güldü.
-Ne tehlikesi, barış, özgürlük, adalet isteyenden kim korkabilir ki?  dedi,

Ama olmaz dedi, adam. Ve çıkıp gittiler evden.

Kadın en zararsız, en masum pankartı kendine saklamıştı gizlice. Evdeki minik bebeğini de düşünerekten ’’ÇOCUKLAR ÖLMESİN’’  pankartını kendine ayırmıştı.

Arkalarından koştu, kalabalığa karıştı ve hatta en önde yerini almıştı elinde pankartla.

Gururla yürüyordu, en masum pankartı taşıyordu ya ve en kutsal bir isteği dile getiriyordu ya insanlık adına .’’ÇOCUKLAR ÖLMESİN’’
Bir cop yediğinde kafasına, gözleri yandığında biber gazıyla isteğinin çok da masum olmadığını anlamaya başlamıştı.

İşte şimdi loş bir odada, bir masanın başında, bir sandalye de, karşısında yüzünü seçemediği  bir adam oturuyor ve soruyordu,

‘’Ne istiyorsunuz devletten, niye yapıyorsunuz bu yürüyüşleri, amacınız ne’’


Kadın   ‘’Ben ben gerçekten de sadece Çocuklar ölmesin istiyordum’’ diyebildi, suratına bir tokat daha inerken.

21 Ocak 2018 Pazar

CHP, KAFTANCIOĞLU VE YENİ BİR ŞEYLER SÖYLEME ZAMANI











    CHP ,  KAFTANCIOĞLU VE YENİ BİR ŞEYLER SÖYLEME ZAMANI …

Gribin hangi türüyse bilemem, domuz olma ihtimali çok büyük, bir türlü gitmediğine göre, yakana yapışıp kanını emdiğine göre, kemiklerine yerleşip sızım sızım sızlattığına göre. En önemlisi de beyninin derinliklerine girip düşünme kabiliyetini de ele geçirdiğine göre, evet bu domuz gribi.
Arada bir gözümü açıp haberlere göz attığımda, ya da twitterdan yaşananlara bir göz attığımda, hemen bir şeyler yazmalıyım dedirten yüzlerce olay ekrandan akıp gitti, tutamadım, kalkıp yazamadım da birkaç cümle.

Ateşli anlarımdan birinde, kızgın bir boğa gibiydi Sayın Cumhurbaşkanımız. Onu hatırlıyorum hayal meyal. CHP İstanbul İl Başkanlığını kazanan Canan Kaftancıoğlu’na bir yüklenişi vardı ki. Hayal görüyorum dedim kendi kendime. Bir ülkenin Cumhurbaskanı , bir muhalefet partisinin , bir il başkanına kükrüyor. Sonuçta Canan Hanımın seçilmesi, kötü bir seçim ise ve yanlış bir seçim ise, CHP adına, Sayın Cumhurbaşkanına ne oluyor, anlayamadım. Nasıl yerden yere vuruyor, ne teröristliğini ne vatan hainliğini bırakıyor Canan Kaftancıoğlu’nun. Gerçi biz alışkınız, Sayın Cumhurbaşkanım, farklı her sese terörist dediği için yadırgamamak lazım.

İktidarın , Canan Kaftancıoğlu’nun üzerine bu kadar çok gitmesini, ben ‘’demek ki olumlu bir adım olmuş bu seçim’’, diye nitelendirdim. Ahmet Hakan ‘ da köşesinde yine halkı şimdiden yönlendiren yazısını yazdı ya, İstanbul’da esnafın karşısına çıkamaz bu il başkanı ile CHP diye, yine ters köşeden vurdu, eski dostlarından bir aferin almıştır, Aydın Doğandan da tabii ki…

CHP çizgisi değişmişmiş diye çok üzülüyor ya bir kesim. Ben de , CHP’nin çizgisi mi vardı ki diye soruyorum. MHP’nin çizgisi bellidir, AKP ‘nin de, Saadetin de, İyi partinin de.

CHP ise sallanan bir kayık gibiydi yıllardır. Bazen ulusalcı, bazen Mhp’den daha milliyetçi, yerli ve milli, tam Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi. Aman milliyetçilerden de oy kapalım, aman namaz kılanlarada kucak açalım, aman çarşaflı bacımızı da kaçırmayalım. Oysa partilerin bir çizgisi olur, o çizgi öyle güven verir ki, çarşaflısı da , yoksulu da, patronu da,işçisi de o çizgiye gider.

Ama bizim bu yerleşik değerlerin, yani vatan,din, milliyetçilik, bayrak … dışında o kadar büyük sorunlarımız var ki, dökülüyor Türkiye, dökülüyor lime lime olmuş durumda.

Bir büyükşehir hastanesinde 115 çocuk hamile kaydı bulunuyor. Nerden tutsak elimizde kalıyor. Bu ÇOCUKLARIN AİLELERİ, hastane doktorlar, hastane yöneticileri, hangisine el atsak…Herkes mi akıl tutulması yaşıyor?

15 yaşında çocuklar karne alacakları gün ülke sarsılıyor, çocuk hamileler ile…
Yerleşik değermiş, milliyetçilikmiş geçelim bunları bir bir artık. Artık başka şeyler söyleme zamanı.
Bu çocuklara iyi bir eğitim sözü verme zamanı,
 Onları İmam Hatiplere mahkûm etmeme sözü verme zamanı,
Onların ailelerine iş, sigorta, sağlık, insanca yaşam sözü verme zamanı,
ONLARI küçük anneler olmaktan kurtarma zamanı,
Güneydoğu da barış sözleri verme zamanı, Kürt meselesinin savaş yöntemleri dışında da çözülebileceğini söyleme zamanı,
İŞÇİ, emekçi, grev, sendika, eşit vatandaşlık hakları kelimelerini daha çok kullanma zamanı

Canan Kaftancıoğlu her fırsatta sol bakış açısını gündeme getiriyor, ilk gençlik yıllarımdan beri sol değerler gömleği giydim, diyerek çizgisini belli ediyor ve yerleşik değerlere karşı farklı değerler öne sürüyor ve yeni bir şeyler söylüyor.

O yüzden Canan Kaftancıoğlu’nun seçilmesi, rahat rahat iktidara yürümek isteyenleri rahatsız etmiş olabilir.  Değişik bir sözü olanlara ne cevap vereceklerini bilememiş olabilirler, paniklemeleri bundandır.

Çünkü Onlar savaşı biliyorlar, çünkü onlar kendi çocuklarını değil, sıvasız evlerin çocuklarını sınır ötesine göndermeyi biliyorlar, onlar hava harekâtı biliyor. Oysa Türkiye 30 senedir bunları yaşıyor, bir şey değişmiyor.

O yüzden belki de şimdi Canan Kaftancıoğlu gibi yeni bir şeyler söyleme zamanıdır.

Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağzım
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım
MEVLANA



8 Ocak 2018 Pazartesi

VURUP KIRSANIZ DA,HAVA MİS GİBİ




                     
             VURUP, KIRSANIZ DA,  HAVA MİS  GİBİ...

2018 yılına girdiğimiz şu günler, ne de güzel günler. Ocak ayının ortalarına geldiğimiz, takvimlere baktığımızda mutlu olduğumuz, sevindiğimiz, kendimizi kandırdığımız, daha çok yaprak var koparılacak, çok vaktimiz  var daha yaşamak için, dediğimiz günler. Hava mis, az daha ağaçlar çiçek açacak, insanlar sokaklarda, cafelerde, bahçelerde. Kimse daha sandıklardan, divan altlarından çıkarmış olduğu kalın kazaklarını, soğuk geçirmeyen kaz tüyü montlarını, su geçirmeyen botlarını, çizmelerini giyemedi. Sanki bir kaç zaman sonra yaz geliverecek, üzerimizdeki ince hırkaları da atacağız sanki sanki sahillere koşuvereceğiz, sanki Akdeniz akşamlarını söyleyecek sahilde gençler.

Sanki 2018 bir huzur yılı olacak ülkemiz için, sanki,   sanki her ağızdan barış sözcükleri dökülüverecek, sanki, sanki hani dedik ya ağaçlar çiçek açacak, işte öyle sevgi tomurcukları açacak insanlarımızda… Sanki 2018 de sadece kendimizle barışmayacağız, komşularımızla da barışacağız. Zeytin dalları uzatacağız Fransa’ya, Amerika’ya, Suriye’ye,  İran’a, tüm dünyaya… Yardım edeceğiz tüm insanlığa, mültecileri Ege denizinde ölüme terk etmeyeceğiz, Suriyeli göçmenleri ülkemizde dilendirmeyeceğiz. ‘’Düşünüyorum, o halde varım’’ diyen insanları hapislerde çürütmeyeceğiz. Güzel günler, barış dolu günler, huzurlu günler bekliyor bizi sanki, sanki...

Bizi bize bıraksalar, gerçekten de olacak sanki bunlar. Yüce gönüllü insanımız,  verecek birbirine sevgisini, komşusuna gösterecek tüm içindeki hoşgörüyü, desteği, koşacak yardımına zor durumda, birlik ve beraberlik içinde yaşayacak da yaşayacak.

Velâkin izin vermiyor ki, amiyane tabirle tepemizdekiler, tepemize basa basa binenler ve de ayaklarıyla tepine tepine ezenler. İzin vermiyorlar ki, ne zaman içimizde bir umut kırıntısı doğacak gibi olsa:




‘’VURDUK MU OTURTURUZ’’

Fransa gezisi dönüşünde uçakta konuşan Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın bir sözü.(7.Ocak.2018)
ABD’nin YPG’ ye verdiği desteği eleştiren Erdoğan YPG ve PKK ya yönelik olarak bu sözü söyledi.’’Ben Türkiye’yi asla zayıf olarak görmüyorum. Biz VURDUK MU OTURTURUZ’’.  Ne kadar diplomasi harikası söylemler. Gurur duyduk gurur!

KIZINA GÜMÜŞ TAKILMAZ, ERKEĞİNE HAVA ATILMAZ
BİZ NEVŞEHİRLİYİZ, BİZE ŞEKİL YAPILMAZ

T.C’nin Başbakanı’nın AKP Nevşehir İl Kongresinde, Kılıçdaroğlu’nun erken seçim önerisine cevabı( 6.Ocak.2018)
Bir başbakanın birikimini ne güzel ifade ediyor bu dörtlük. Bandırma Palas Kahve ye söyleyelim de kahvenin yanında verdiklere niyetlere eklesinler bu maniyi.

Bu da bizden Erzincan'lı olan Sayın Başbakan'a gitsin.

Erzincanda bir kuş var
kanadında gümüş var
gitti ibiş gelmedi
ecep bunda bir iş var.

KIRIN AYAĞINI SUÇU BANA ATIN

Ankara’da düzenlenen Uyuşturucu Konferansı’nda uyuşturucu satıcıları ile mücadele kapsamında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sözleri.(4.Ocak.2018)
Yasaları uygulatmakla yükümlü kurumların en en başındaki bir bakanın sözleri, kahvehane ya da sokak jargonu mu ki bu sözler? Kırın, dövün, öldürün. Şiddet yaşam tarzımız!

TAYYİP BEY, MUHTAR OLACAKSIN DESE, SÖZ VERİYORUM, ADAY OLURUM.

Şanlıurfa’da konuşan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Fakıbaba ,’’her zaman vatandaşlarımın ve partililerinin emrinde olduğunu ‘’ifade etti.
Ama bizler, çok zeki olduğumuz için aslında kimin hizmetinde, galiba ve de hatta bir tek adamın hizmetinde olduğunu anladık tabi ki. Hizmet bahane, tek adam şahane!


BERKİN’İ, NURİYE’Yİ, SEMİHİ DÖVÜN.

28 Aralık 2017’ de Jones Alleman adlı Google play tarafından yayına sunulan’’USTA DAYAĞI:ERDOĞAN 15 TEMMUZ DARBECİLERİNE KARŞI ’’  adlı oyunda, bir kahraman Osmanlı Yiğidinin tüm şer odaklarına karşı tek başına mücadelesini konu alıyor.Bu Osmanlı yiğidimiz de çok şükür ki Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan oluyor. Bir sağ kroşe açlık grevine kalkışan Nuriye’ye, bir sol Semih’e, bir kafa gazetecilere, bir ayak tekmesi barış isteyen akademisyenlere… Gelin teker, teker GELİN!

İDDİALI BİR ŞEY SÖYLEYEYİM, BİZ DÜNYAYI DEĞİŞTİRDİK.

Sayın İçişleri Bakanı Soylu Trabzon’un Vakfıkebir ilçesinde AKP Gençlik kollarının toplantısında ‘’ biz dünyayı negatif yönde ayrıştırmaya çalışanlara karşı, zalim bir denge kurmaya çalışanlara karşı, dünyayı değiştirdik.’’ Hay Allah, biz de bekliyorduk, ülkemizde negatif ayrımcılık bitsin diye. Oysa büyüklerimiz çok haklı olarak önce bütünü yani dünyayı düzeltmekle meşgullermiş. Tümden gelim yöntemi uyguluyoruz herhalde. Aristoteles’i örnek alıyorlar kendileri. Saygı duyuyoruz kendilerine. Aristoteles’in tümdengelim metodunu kullanıp, bilime duydukları inançtan dolayı!


 HZ.NUH GEMİSİNDE İKEN OĞLUYLA CEP TELEFONU İLE KONUŞTU.

İ.Ü Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr.Yavuz Örnek, Hz.Nuh’un büyük tufan sırasında cep tel kullandığını, gemisinin nükleer enerji ile hareket ettiğini ve insansız hava araçlarının kullanıldığını iddia etti.
Herkes de ayaklandı, ben şahsen hiç de ayaklanmadım.
Çok da takdir ettim kendisini. Şöyle düşündüm, yukarıdaki sözlerin edildiği bir dünyada yaşayacağına, hocam kendi yarattığı dünyasında yaşıyor. Hem bütün insanlık olarak, Tanrıların Arabalarını yazan ERİCH Von Daniken’ e inanıyoruz da sayın hocamı niye yerden yere vuruyoruz ki, değil mi ama?

Havamız mis, ağaçları kandırıyor bu mis hava, Türkiye’de hepimizin birilerine kandığı gibi, sonuçta bizim topraklarımızın ağaçları işte, kökler aynı kök, genler aynı gen, kandırılmaya kodlanmış.
Umudumuz da kanmak istiyor bu mis havaya, yeşermek istiyor, çiçek açmak, mis kokular yaymak istiyor.

Mis gibi bir kahve kokusu gibi, fırından çıkmış bir simit kokusu gibi, yağmurdan sonraki ıslak toprak kokusu gibi, yeni aldığınız bir kitabın sayfalarının kokusu gibi, yatağınıza serdiğiniz temiz bir çarşaf kokusu gibi, mis gibi…