İKİ ÇERÇEVE YANYANA
Çok şey mi istedim acaba yaradanım? Herkes edinmişti bir ev.
Bir biz miydik yani bu şehrin, bu mahallenin şanssızları ya da beceriksizleri.
Herkesler, fakir, zengin, kimi kooperatif evine girdi taksit
taksit ödeyerek ev sahibi oldu.
Kimi açık gözler, korkusuzlar bir arsa kaptı, bir göz, bir
göz daha derken apartuman çıktılar arsaya. Sonra da seçim zamanı, oy verme vakti
gelsin tapular.
Ben de suç tabi ki, bilirim ey koca gönüllü yaradanım. Sen
verirsin, verirsin bilirim de, benim gibi şapşalına vermezsin tabii.
Ne vardı şu deli Rıza’ ya kaçacak sanki. Adı üstünde işte,
çocukluğundan beri Deli Rıza yani.
Deliydi ama bu delilikleri ne çok güldürürdü beni. Babam
anamı dövünce kaçardım evden. Sıra bana gelmeden sıvışırdım arka kapıdan. Ağlardım,
hem de çok korkardım, billahi de çok korkardım. Babamın kocaman kocaman elleri
vardı, bir vurdu mu, bir vurdu mu…
Sıvışır kaçardım anamı dayağı ile pardon kocası ile baş başa
bırakarak, çocuk aklı ile. İşte tam o sırada bir ağacın tepesinden atlardı
önüme Deli Rıza. Türlü türlü şaklabanlıklar yapmaya başlardı bana, ağlayan ben,
gülen ben’e dönerdim hemencecik. Unutuverirdim evdeki şiddeti, anamın gözünün
morluğunu, babamın tekmelerini, tokatlarını, kemerini… Gülerdim doyasıya, beraberce tırmanırdık ağaçlara.
Özellikle de dut ağacına. Deli Rıza dut ağacının en üst dallarına, taa en
tepedekilere kadar uzanır, bana en olmuş, en tatlı dutları toplardı. Çok
severdim dutları, hele kara kara olup da, olmuşlarını.
Rıza işte, Deli Rıza. Her zor anımda, her başım sıkıştığımda,
her dayaktan kaçtığımda…
Bir dolu dut kucağında…
Genç kızlığımda böyle geçiyordu işte. Güzel miydim, çirkin
miydim, inanın bilmiyorum. Fakirlik var ya fakirlik. Güzellik bile iğreti
dururdu üstünüzde. Saçlarım sarı sarı, kıvır kıvır ama çitileşmiş, gözlerim
mavidir benim, anam deniz gözlüm diye severdi bir zamanlar. Deniz gözlüm. Anamın sevdiği gencin adıymış Deniz. Okumaya gitmiş şehire, kominist oldu, demişler, bir daha görememiş anam onu, vermişler babama.Anamın deniz gözlüsü, sonradan oldu buz mavisi ...
Böyle bir hikayenin içinde, bir genç kızdım işte. Anama ev işlerinde yardımcı.
Okumak mı? Ah, bütün yaşıtlarım gitti, bir ben gidemedim. Anam kaç kez gizli
saklı okula götürdü de, sonu hüsran oldu hep. Babamın kocaman elleri o sarı
saçlarıma bir dolanırdı, kurtul, kurtulabilirsen, sürükleyip döndürürdü eve.
Babam anam gibi, beni de sevmiyordu. Biliyordum sevmiyordu.Belki de deniz gözlerimi sevmiyordu. Yoksa niye dövsündü? İnsan sevdiklerini hele hele de çocuğunu, hem de kız
çocuğunu döver miydi?
Dayak yemek normaldi bana, anama. Artık acımıyordu canım da.
Kaçmıyordum da korkaraktan sokaklara. Dayak faslı bittikten sonra, güğümleri
alıp çeşmeye gidiyordum. Deli Rıza çıksın karşıma diye. Çünkü ben de gülmek
istiyordum. Beni de güldürsünler istiyordum. Beni de güldüren, işte ileride
kocam olacak adam Deli Rıza oluyordu.
Ben ona kaçtım sonunda, hatta ben onu kaçırdım diyebiliriz.
Peşimize de kimse düşmedi bile. Kim düşecek ki? Babam bir boğaz eksildi diye sevinmiştir,
biraz da dövülecek insan sayısı azaldı diye üzülmüştür. Zavallı anam benim
payımı da almıştır muhakkak dayaktan.
Deli Rıza ile kasabaya geldik, yerleştik. İnşaatlarda çalışmaya
başladı hemen adamcağız. Her yer inşaat, her yer bina, her yer apartuman. Çok şaşırmıştım daha o zamanlarda. Bahçeli, kırmızı kiremitli o güzelim evleri yıkıp yıkıp, ilaç kutusuna benzer binalar dikiyorlardı.Ruhsuz,sevimsiz ve de ürkütücü.Ama işte o sevimsiz binaları yapmak için , inşaat işçisi gerekli idi, hem de çok gerekli. Deli Rıza gibisi nerede bulunacak?
Adı üzerinde, deli gibi çalışırdı da. Epeyce aranan bir inşaat ustası oluyordu
gittikçe.
Günler, haftalar, aylar, yıllar geçip gidiyordu anlayacağınız.
Erol Evgin’in şarkısındaki gibi ‘’ evlenmiş,
çocukları olmuş, biri kız, biri oğlan'' , aynen öyle, bizim de
bir kız, bir oğlan iki çocuğumuz oldu.
Oldu da, bir evimiz olamamıştı başımızı sokacak.
Evimiz de kavga, dövüş hiç olmadı. Hatta Deli Rıza evin
babası olunca, hiç ciddiyet olmadı ki…
Çocuklar sanırsın bir ailede değil de bir sirkte
büyüyorlardı, o yüzden galiba çok mutluydular, mutlu birer insan oldular.
Ben pek de mutlu değildim doğrusu. Benim yüzümü güldüren tek
insan diye kaçıp geldiğim adama artık, ‘’ ciddi ol be adam, ciddi ol biraz’’
demeye başlamıştım, eskiyi ardımda bırakmıştım. Herkes gibi, bütün insanlar
gibi, eski günleri unutmuştum.
Bir de arada sırada derken, her gece meyhanelere dadanmaya
başlamaz mı? Meyhanelerin, içki masalarının aranan adamı olmuştu. O kadar çok
anlatacak hikayesi, uyduracak masalları, güldürecek fıkraları vardı ki. Milleti
kırıp geçiriyordu, eğlendiriyordu. Çok anlatacak şeyi vardı, çok…
Ama bir evi yoktu…
Deli Rıza işte. Herkesi ev sahibi yaptı da, bir kendisinin
evi olamadı…
Çok başının etini yedim doğrusu, çok. Yemeseydim keşke, ama
yaşarken insanlar bilmiyor işte, bilmiyorlar sahip olduklarının kıymetini. Yok,
yok yok diye tutturuyorlar, aynı benim gibi.
Hele de bir gece yarısı, evde herkesler, yani hepimiz uyurken, bu Deli Rıza, hırsız gibi eve girip, yıllardır biriktirdiğim altınları,ev sahibi olurken satarım diye sakladığım bileziklerimi alıp,
kaçmaya kalkmaz mı?
Kafası dumanlı, yalpalaya, yalpalaya evden bir hırsız gibi
süzülüp kaçarken, takılırsın peşine. Kıstırırsın tenha bir köşede. Kafasına
indirirsin ayakkabının topuğunu. Neye uğradığını anlayamadı zavallı. Epeyce kan
da akmıştı yarılan kafasından.
Kendine gelince çok utandı yaptıklarından. Anlattı bir bir yediği
naneleri. Kumar oynamış, bir de kaybetmiş birkaç aylık maaşını. Benim altınlar
aklına gelmiş, sonra koyarım yerine diye.
Bu olay ders oldu Deli Rızama. Gitmedi bir daha meyhaneye,
kumara, kendini işine verdi zavallım. Kıyamadım ben ona. Güldürmüyordu artık
beni, gelip gidiyordu eve ciddi ciddi.
‘’Ev alacağım sana’’ dedi.
‘’Çok çektirdim sana değil mi’’, dedi.
Demedim ki ona ‘’ hayır, hayır, üzmedin sen beni, hep
güldürdün aksine yüzümü ‘’ demedim. Ah, mühürlü
ağzım, desene be kadın, desene, bari eski günlerin hatırına.
Yeni başlayan bir inşaat da usta başı olmuştu. Müteaahiti de
demiş ki buna:
‘’ Birinci kat senin ‘’
Çocuklar gibiydi, çocuklar gibi. Eski günlerine dönmüştü, ev
yine sirk’e benzemeye başlamıştı, kırıp geçiriyordu, çoluk çocuk hepimizi.
‘’ yeni evine, yeni eşyaları hazırla hanım’’, derdi bana…
''sonunda sonunda, bir ev , bir ev '' ...
Çok şey mi istedim herkese dünyaları veren yaradanım?
İstemeye miydim bir evcik bende? Herkesler aldı, gündeliğe
giden karşı komşum Ayşe bile aldı da, bir ben mi istemeseydim?
Son katı çıkıyorlardı inşaat da, bizim dairemizin de olduğu
apartuman da. Bizimki Deli Rıza ya, adı üstünde, herkesten çok çalışacak, hak
edecek ya, çıkmış çatılara…
Dediler ki:
‘’İskeleden, çatıya çıkmışmış. Ayağı kaymışmış.
Düşüvermişmiş aşağıya. Hiç canı acımamışmış. Ölüvermişmiş oracıkta’’
Evimizin tapusu geldi, onu yolcu ederken kara toprağa.
Şimdi yeni evimizin salonunun duvarında iki çerçeve yan yana.
Birinci çerçeve de Deli Rızamın fotoğrafı, diğerinde evimizin
tapusu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder