BEKLE BENİ SEVGİLİM, DÖNECEĞİM
Bacağı fena acıyordu. Büyük bir ihtimalle kırık var gibi
duruyordu. Acıyla kıvranıyordu adam. Başucundaki kadın da ne yapacağını bilmez
haldeydi. Korkuyordu kadın. Hem çaresizdi,
hem de korkuyordu. Ormanın derinliklerinde, ağaçların hışırtısına, bu güne
kadar hiç duymadıkları acayip kuş sesleri, bazen de hayvan sesleri eşlik
ediyordu. Adam da korkuyordu ama acısı daha galip geliyordu.
Karısına bir umutla baktı, acaba yolu bulabilir miydi? Bu
cehennemden çıkış yolunu.
- - Başka
çaremiz yok ki. Beni bırakıp, çıkış yolunu bulmak zorundasın. Yoksa ikimizde
hayvanlara yem oluruz burada, dedi.
- - Seni bu durumda bırakamam, dedi kadın. Ya
bulamazsam yolu, korkuyorum, çok korkuyorum
- - Bulacaksın, bulursun, bulmak zorundasın, dedi
adam.
Kadın çaresizce, kocasının elini tuttu:
_ Bekle beni,
döneceğim sevgilim.
- - Dönersin
değil mi, hep sevdim seni ben, dedi adam
- - Döneceğim, ben de seni hep sevdim ve hep seveceğim,
dedi ve uzaklaştı kadın yerde yatan adamı
arkasında acılar içinde kıvranırken bırakarak.
Hem ağlıyor, hem hızlı hızlı yürüyordu ormanın derinliklerine doğru, hem de konuşuyordu.
-
Niye geldik bu vahşi ülkeye sanki ne işimiz var
buralarda, yağmur ormanlarıymış, ben sana demiştim, modern şehirleri görmek istiyorum ben diye, macera istemiyorum diye.
Ama kocası ısrarla güney Afrika' da bir tur ayarlamıştı.
Maceracı bir adamdı kocası, adrenaline ihtiyacı vardı her daim, heyecan yaşatıyordu onu.
Kadın seviyordu adamı,
ama onu, kocasının heyecanlandığı şeyler heyecanlandırmıyordu, kadın
seviyordu kocasını, ama adamın macera hevesi, adrenalin tutkusu ürkütüyordu onu.
Koşuyordu şimdi kadın, koşuyordu ağaçların dallarına, dikenli
çalılara takıla takıla koşuyordu.
Kafasındaki düşünceler de bir biri ardına koşturuyordu şimdi, neler
geliyordu aklına şu anda neler, geçmişte yaşadığı bütün olumsuzluklar,onun için
özenerek hazırladığı masalarda soğuyan yemekler, bitmek bilmeyen gece
yarılarına kadar süren iş toplantıları, onu beklediği uykusuz geceler , bir bir diziliyorlardı karşısına sanki ardı
ardına, hiç sırası mıydı, şimdi bu düşüncelerin.Hiç durmaksızın yağan yağmur
gibi, düşüncelerde yağıyordu zihnine hiç durmadan.
Ah, işte o heyecan aramalar, sadece ormandaki yürüyüşlerle, paraşüt ile
atlamalarla, rafting ile sınırlı kalmıyordu ki.
Gizli kapaklı, kaçamak ilişkiler, cep telefon mesajları, sonu gelmiyordu bir türlü, bitmiyordu bir
türlü. Her seferinde affettiriyordu adam kendisini. Ona duyduğu zaafı biliyordu
kocası çünkü. Terk edemiyordu bir türlü onu. Ama çok da kötü hissediyordu her maceranın
sonunda, her aldatılışında. Kadınlığına, aslında sadece kadınlığına değil, insanlığına
yapılmış bir tokat gibi yaşıyordu her seferinde. Omuzları düşüyor, kendini
küçücük, bir böcek gibi hissediyordu.Aynı Kafka'nın Gregor Samsa' sı gibi. Gregor Samsa'nın kendini bir hamam böceği sanması gibi . Ama sonra da bir ahtopot oluyor, bu
zararlı mahlûku kollarıyla doluyor, bir türlü bırakmıyordu.
Yağmur da gittikçe şiddetleniyordu, daha hızlı koşmalıyım, daha hızlı koşmalıyım diye diye hızlandı. Bir taraftan da hala ağlıyordu ve çok da yorulmuştu, yaşadıklarından nefret eder haldeydi şu an. Hem
şu an yaşadıklarından, hem geçmişte yaşadıklarından, hem de sanki, sanki
kocasından da nefret ediyordu şu anda.
Hele en son yaşadıkları,
çok acıtmıştı canını, çok. Bu gezi de zaten son yaşananların üzerini örtmek
için, yeni bir başlangıç için tasarlanmış bir geziydi. Söz vermişti kocası, bir
daha onu üzmeyecekti. Yeni bir başlangıç, bir balayı olacaktı bu gezi.
Günü birlik kaçamakları görmezden gelmişti her seferinde,
ama bu sefer ki yani son macerası kötüydü hem de çok kötüydü. Bir arkadaşıyla hem de en yakın
arkadaşlarından biri ile mesajlarını okumuştu kocasının, resmen flört ediyorlardı,
belki de daha ilerisi, belki de daha ciddi bir ilişki. Bu sefer bitecek dedi,
dedi ama yine bitiremedi. Ve kendini bu ormanın derinliklerinde buldu işte.
Gelmemeliydim
buraya, terk etmeliydim bu sefer onu, yeter artık, nefret ediyorum ondan,
nefret ediyorum ondan…
Ayağı takılıp düştüğünde hala bağırıyordu delicesine, yeter artık,
yeter artık, nefret ediyorum, nefret ediyorum.
Onu bu halde buldular, hala sayıklıyordu, nefret ediyorum
ondan, nefret, nefret…
- - Hanımefendi nereden geliyorsunuz bu halde, ne
oldu, nerede kalıyorsunuz, bu ormanın derinliklerinde ne arıyorsunuz, adınız
nedir? Soruların ardı arkası kesilmiyordu.
Gözlerini açtı yavaşça, bir adam vardı
başucunda sorular soran.
Gözlerini kapadı tekrar, bir an cevap
vermedi, düşündü bir an sanki, sonra yavaşça dedi ki:
-
-Ben yolumu kaybettim, yalnız başıma yürüyüşe
çıkmıştım da. Sesini kendisi bile zor duymuştu.
Ayağa kalktı, üstünü başını temizledi otlardan, çalılardan.
Ve hiç acele etmeden, koşmadan, ağlamadan, önündeki patikaya saptı ve otların arasında
kayboldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder