BAŞKASI
OLMA, KENDİN OL…
Bir türlü sevdiği kıza açılamıyordu Rıfkı. Arkadaşlarıyla haftada bir gece Kaya’nın
Yeri’nde toplanırlar, tek konuları, yürüdükçe saçlarının dalgası şekilden şekle
giren, yıllanmış, platonik aşkı esmer güzeli Züleyha olurdu. Diğerleri
evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı. Onun bu mecnun halleri masadaki haydari
gibiydi. Kalender bir insandı. Şakalara,
takılmalara hiç bozulmaz, “ ya ne yapayım, bir türlü denk getirip açılmayı
beceremiyorum ki,” derdi. O gece de masayı
donatmışlar, sohbet yavaş yavaş koyulaşmaya başlamıştı. Meyhaneci Kaya da elinde bir tabak kirazla uğradı
yanlarına, “ müesseseden bunlar, Rıfkı’da çok sever. Gençler size de afiyet
olsun. Bir arzunuz olursa seslenin tamam mı?” deyip ayrıldı. Konular döndü
dolaştı, laf lafı açtı, sonunda yine geldi
Rıfkı’nın aşkına. “ Yeter ama kızı kapacak başkaları, ona göre “ dedi birisi. Bir
tanesi de, “gel şiir yazalım, ben bizim hanımı öyle tavlamıştım, ” deyince, Rıfkı’nın
“ yahu yapmayın, etmeyin” demesine aldırmadan gülüş cümbüş içlerinden geldiği
gibi döktürdüler dizeleri o gece, dumanlı kafalarıyla.
“Aşka verdim kendimi kıyasıya
Bütün evler, odalar şimdi bizi bekliyor
En güzeli sevişmek seninle doyasıya
Sevişmek ve sevmek dağlarca, denizlerce
Kâh yaşamaya benzer, kâh biraz ölmek gibi
Paylaşmak aşkı seninle sımsıcak bir ekmek gibi” *(
Ümit Yaşar Oğuzcan)
Ertesi sabah mahallenin haşarı çocuğunun cebine bir
onluk sıkıştırıp gönderdiler. Akşamüstü Züleyha dükkânın önünde dikilmişti; öfkeyle “ Sen kafayı mı yedin geri zekâlı?
Utanmıyor musun onları bana yazmaya, bizim aramızda ne var ki bir de
paylaşacakmışız sıcak ekmek gibi. Bak bak bak. Aptal şey ne olacak, ”deyip
cebinden çıkardığı zarfı yırtarak kapıdan içeri atınca şiirin içeriğinden bile
haberi olmayan zavallı Rıfkı ne yapacağını bilemedi. Çay içtiği arkadaşı, “kızlar
nazlanacaklar tabii ki oğlum, pes etme, çık karşısına, ‘eninde sonunda benim
olacaksın,’ de. Ben öyle yaptım. Kararlılığımı görünce mayıştı benimki, ”dedi. O akşamüstü iki bira içip, kurstan dönerken köşe
başında karşısına çıktı, “eninde sonunda benim olacaksın Züleyha,” dedi. Suratına tokadı yedi. Gece tek başına gitti kafasını dağıtmaya. Meyhaneci
Kaya onu öyle dertli görünce masasına oturdu. “ Ben önce abisini tavlamıştım,
sen de içeriden fethet kaleyi,” dedi ve sırtına bir iki dostça vurup bar tezgâhına
geri döndü. Genç adam birkaç gün içinde abisinin çıktığı kahveye takılmaya
başladı. Bir keresinde lafı Züleyha’ya getirince, “bana bak sen beni ne
sanıyorsun” diyen abiden suratına yumruğu yedi. Artık yamuk da bir burnu vardı; o ışıl ışıl parlayan kömür karası gözleriyle Züleyha
ona hiç bakmazdı. Yolunu gözlemeyi
bıraktı, yüreği sızım sızım sızlasa da aşkını kalbine, kendini de babasının
tozlu zücaciye dükkânının içine gömdü. Aylar sonra bir arkadaşlarının düğününde
tesadüfen aynı masaya düştüklerinde, içinden “ kötü talihim, tüm bunlardan
sonra mı bir araya getirdin bizi,” diye söylenirken ne yapacağını şaşırmış
haldeydi. Eli ayağına dolaştı, beti
benzi attı; kalkmak için hareketlendiğinde arkadaşları engel olunca oturup
kaldı. Kızın da suratı iki karış, gözleri ise hep dans eden çiftlerdeydi. Rıfkı
onun mutsuz yüz ifadesinin, herkes eğlenirken masada üzgün oturmasının suçunu
kendinde bulunca gece boyunca vicdanen çok huzursuz oldu. Yorgun piyanist akortsuz bir biçimde “ başkası
olma, kendin ol. Böyle çok daha güzelsin…” diye sesini Tarkan’a benzetmeye
çalışarak şarkısına başladığında masadakiler kendilerini piste atınca ikisi
kaldılar. Orta yaşlardaki şarkıcı
gırtlağının son gücünü kullanarak bağırıyordu , “ ya gel bana sahici sahici, ya
da anca gidersin.” Adamın sesi ve
şarkının sözleri kulaklarını tırmalıyordu. Elinde kalan bir parçacık cesaretini
toplayarak kızın yanındaki sandalyeye oturdu ve gözlerinin içine bakıp, “ Züleyha, senden yaptığım bütün saçmalıklar
için özür diliyorum. Ama bir türlü cesaret edip, “ sana ilkokuldan beri aşığım”
diyemedim. Korkak, beceriksiz, sünepe adamın tekiyim ben. Arkadaşlarım gibi
cesur olmaya, onlara benzemeye çalıştım. Yoksa şiir yazmak kim, ben kim? O etkileyici
sözler, o aşk dolu dizeler, hepsi, hepsi
onlarındı. Babamın zücaciye dükkânında senin sokaktan gelip gidişini gözlemekle
geçti ömrüm. O tozlu avizelerin, fincanların arasından çıkıp gidemedim, bu
küçük kasabamızı terk edemedim, seni bir daha göremezsem, diye. Bu yüzden de ne
bir diplomam oldu, ne evim, ne arabam. Neyime güvenip gelecektim ki sana. Sen
benim gözümde krallara layıksın, saraylara yakışırsın Züleyha. Affet beni ne
olur? “deyip kalktı sandalyesinden,
boynu bükük bir halde masaların arasından kapıya doğru ilerledi. Oyun
havalarına geçmişti pisttekiler. Züleyha şaşkın bakakaldı arkasından. Ayağa
kalkıp “ Rıfkı” diye seslendi. Ama salona
yeni gelen davulcu tokmağını öyle bir indiriyordu ki, kalbinde gümlüyordu adeta.
Koştu arkasından; koluna dokundu, “Rıfkı,
bak düğün pastası geldi, hem de kirazlı, sen seversin, tadına baksaydın hiç olmazsa,” diyerek
elindeki bir dilimi uzattı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder