16 Nisan 2022 Cumartesi

 







BAŞKASI OLMA, KENDİN OL…

Bir türlü sevdiği kıza açılamıyordu Rıfkı.  Arkadaşlarıyla haftada bir gece Kaya’nın Yeri’nde toplanırlar, tek konuları, yürüdükçe saçlarının dalgası şekilden şekle giren, yıllanmış, platonik aşkı esmer güzeli Züleyha olurdu. Diğerleri evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı. Onun bu mecnun halleri masadaki haydari gibiydi.  Kalender bir insandı. Şakalara, takılmalara hiç bozulmaz, “ ya ne yapayım, bir türlü denk getirip açılmayı beceremiyorum ki,” derdi.  O gece de masayı donatmışlar, sohbet yavaş yavaş koyulaşmaya başlamıştı.  Meyhaneci Kaya da elinde bir tabak kirazla uğradı yanlarına, “ müesseseden bunlar, Rıfkı’da çok sever. Gençler size de afiyet olsun. Bir arzunuz olursa seslenin tamam mı?” deyip ayrıldı. Konular döndü dolaştı, laf lafı açtı,  sonunda yine geldi Rıfkı’nın aşkına. “ Yeter ama kızı kapacak başkaları, ona göre “ dedi birisi. Bir tanesi de, “gel şiir yazalım, ben bizim hanımı öyle tavlamıştım, ” deyince, Rıfkı’nın “ yahu yapmayın, etmeyin” demesine aldırmadan gülüş cümbüş içlerinden geldiği gibi döktürdüler dizeleri o gece, dumanlı kafalarıyla.

“Aşka verdim kendimi kıyasıya

Bütün evler, odalar şimdi bizi bekliyor

En güzeli sevişmek seninle doyasıya

Sevişmek ve sevmek dağlarca, denizlerce

Kâh yaşamaya benzer, kâh biraz ölmek gibi

Paylaşmak aşkı seninle sımsıcak bir ekmek gibi” *( Ümit Yaşar Oğuzcan)

Ertesi sabah mahallenin haşarı çocuğunun cebine bir onluk sıkıştırıp gönderdiler. Akşamüstü Züleyha dükkânın önünde dikilmişti;  öfkeyle “ Sen kafayı mı yedin geri zekâlı? Utanmıyor musun onları bana yazmaya, bizim aramızda ne var ki bir de paylaşacakmışız sıcak ekmek gibi. Bak bak bak. Aptal şey ne olacak, ”deyip cebinden çıkardığı zarfı yırtarak kapıdan içeri atınca şiirin içeriğinden bile haberi olmayan zavallı Rıfkı ne yapacağını bilemedi. Çay içtiği arkadaşı, “kızlar nazlanacaklar tabii ki oğlum, pes etme,  çık karşısına, ‘eninde sonunda benim olacaksın,’ de. Ben öyle yaptım. Kararlılığımı görünce mayıştı benimki, ”dedi.  O akşamüstü iki bira içip, kurstan dönerken köşe başında karşısına çıktı, “eninde sonunda benim olacaksın Züleyha,”  dedi. Suratına tokadı yedi.  Gece tek başına gitti kafasını dağıtmaya. Meyhaneci Kaya onu öyle dertli görünce masasına oturdu. “ Ben önce abisini tavlamıştım, sen de içeriden fethet kaleyi,” dedi ve sırtına bir iki dostça vurup bar tezgâhına geri döndü. Genç adam birkaç gün içinde abisinin çıktığı kahveye takılmaya başladı. Bir keresinde lafı Züleyha’ya getirince, “bana bak sen beni ne sanıyorsun” diyen abiden suratına yumruğu yedi.  Artık yamuk da bir burnu vardı;  o ışıl ışıl parlayan kömür karası gözleriyle Züleyha ona hiç bakmazdı.  Yolunu gözlemeyi bıraktı, yüreği sızım sızım sızlasa da aşkını kalbine, kendini de babasının tozlu zücaciye dükkânının içine gömdü. Aylar sonra bir arkadaşlarının düğününde tesadüfen aynı masaya düştüklerinde, içinden “ kötü talihim, tüm bunlardan sonra mı bir araya getirdin bizi,” diye söylenirken ne yapacağını şaşırmış haldeydi.  Eli ayağına dolaştı, beti benzi attı; kalkmak için hareketlendiğinde arkadaşları engel olunca oturup kaldı. Kızın da suratı iki karış, gözleri ise hep dans eden çiftlerdeydi. Rıfkı onun mutsuz yüz ifadesinin, herkes eğlenirken masada üzgün oturmasının suçunu kendinde bulunca gece boyunca vicdanen çok huzursuz oldu.  Yorgun piyanist akortsuz bir biçimde “ başkası olma, kendin ol. Böyle çok daha güzelsin…” diye sesini Tarkan’a benzetmeye çalışarak şarkısına başladığında masadakiler kendilerini piste atınca ikisi kaldılar.  Orta yaşlardaki şarkıcı gırtlağının son gücünü kullanarak bağırıyordu , “ ya gel bana sahici sahici, ya da anca gidersin.”  Adamın sesi ve şarkının sözleri kulaklarını tırmalıyordu. Elinde kalan bir parçacık cesaretini toplayarak kızın yanındaki sandalyeye oturdu ve gözlerinin içine bakıp,  “ Züleyha, senden yaptığım bütün saçmalıklar için özür diliyorum. Ama bir türlü cesaret edip, “ sana ilkokuldan beri aşığım” diyemedim. Korkak, beceriksiz, sünepe adamın tekiyim ben. Arkadaşlarım gibi cesur olmaya, onlara benzemeye çalıştım. Yoksa şiir yazmak kim, ben kim? O etkileyici sözler, o aşk dolu dizeler,  hepsi, hepsi onlarındı. Babamın zücaciye dükkânında senin sokaktan gelip gidişini gözlemekle geçti ömrüm. O tozlu avizelerin, fincanların arasından çıkıp gidemedim, bu küçük kasabamızı terk edemedim, seni bir daha göremezsem, diye. Bu yüzden de ne bir diplomam oldu, ne evim, ne arabam. Neyime güvenip gelecektim ki sana. Sen benim gözümde krallara layıksın, saraylara yakışırsın Züleyha. Affet beni ne olur?  “deyip kalktı sandalyesinden, boynu bükük bir halde masaların arasından kapıya doğru ilerledi. Oyun havalarına geçmişti pisttekiler. Züleyha şaşkın bakakaldı arkasından. Ayağa kalkıp “ Rıfkı” diye seslendi.  Ama salona yeni gelen davulcu tokmağını öyle bir indiriyordu ki, kalbinde gümlüyordu adeta. Koştu arkasından; koluna dokundu, “Rıfkı,  bak düğün pastası geldi, hem de kirazlı, sen seversin,  tadına baksaydın hiç olmazsa,” diyerek elindeki bir dilimi uzattı.

9 Nisan 2022 Cumartesi

 




ZEUS, ATHENA, HAVVA VE DİĞERLERİ…

Pencerenin buharını silip sokağa göz atıyorum,  önce mor gözümü sonra da diz boyu engelleri görüyorum. Çatımdan sarkan mızrak gibi buzlar cama değiyor.  Dışarısı çok soğuk ve ben evin içinde titriyorum. Toprak Ana beyaz bir örtü ile korumaya almış kendini. Valizim kapının hemen yanında.  Adını Zeus taktığım kocam içeride çığlıklar atıp çocuğunu kafasından doğurmaya çalışıyor.

Kehanete göre bilge Tanrıça Metis’in baş tanrı Zeus’tan bir kız çocuğu olacak ve bir daha hamile kalırsa dünyaya getireceği erkek çocuk ise Zeus’u tahttan indirecektir. Bunun üzerine Zeus tatlı sözlerle bilge tanrıça Metis’i baştan çıkardıktan sonra yanına yaklaşarak onu aniden yutar. Bir süre sonra Zeus, göl kenarında yürüyüş yaparken dayanılmaz bir baş ağrısına yakalanır ve kafasından tepeden tırnağa silahlı ve doğarken yeri göğü inleten bir nara atan Athena dünyaya gelir.  Zeus çok mutludur. Artık kadına özgü olan doğurganlığı onun elinden almış ve bir hayat yaratılmasında dişil özelliklerin hiç önemli olmadığını kanıtlamıştır.*

Athena’ya benzer şekilde erkek çocuk Dionysus da annesinden değil, Zeus’un vücudundan doğar. Rahim görevi gören bu kez Zeus’un bacağıdır. Ölümlü bir kadınla beraber olan Zeus, kadın hamileyken ünlü şimşekleri ile fetüsü kadının vücudundan ayırır ve kendi bacağına yerleştirir. Dionysus daha sonra buradan doğar. Kadının karnının yerini erkekte bacak ya da kafa alması, dişil özelliklerin yokken bile bir erkeğin “hayat” verebilme gücünü göstermiştir bütün dünyaya.

Afroditin köpüklerden doğması, Havva’nın günahkâr olması, nefsine hakim olamayıp Adem’i kandırması ve insanlığı cennetten kovdurması, Pandora’nın kendisine emanet edilen kutuyu arzularına sahip çıkamayarak açması ve kötülüklerin dünyaya yayılması, Hera adlı tanrıçanın aldatıldığında sinirlenmesi, Afrodit’in âşık olduğu erkeğin arkasından ağlayarak ona gitmemesi için yalvarması… Çünkü onlar Tanrıça dahi olsalar öncelikle birer kadındır ve kadın ‘zayıf’ olmak zorundadır.

Pencereden bakıyorum diz boyu kar. Hırsla yağıyor gökyüzü yeryüzüne. Toprak ana sarınmış beyaz bir kürke. Valizim kapının hemen yanında. İçeride bir adam hala savaş naraları atarak kafasından doğurmaya çalışıyor insanı. Aklımda binlerce yıl öncesinin tanrıçalarıyla; Havva’yla, Pandora’yla, Athena’yla açıyorum kapıyı; kar yığılıyor içeriye. Ayaz bir tokat gibi suratıma çarpıp, kuzey rüzgârı jilet gibi kesiyor. Direnip gömülüyorum karlara. Toprak Ana’ya ulaşmaya çalışıyorum. Rahmin sıcaklığına, ruhun kutsallığına, doğa ananın gücüne, karşılıksız sevgiye…

Doğurganlığı bile tekeline alıp tanrısal gücünü perçinleyen Zeus’un torunları tarımın da keşfinden sonra her mevsim ayrı ürün veren toprak anaya da ihanete başlayıp onu da köle haline getirmiş, bağrına betonları dikmiş, buğdayın özü makinenin acı çığlıkları arasında biçilmiş,  bembeyaz pamuklar kozalarından çıkmaya korkmuş, yaprakları lekeli gelincikler boyunlarını bükmüşler. Doğurganlığı ele geçiren ama bununla da yetinmeyen Zeus aynı zamanda can alıcı, yok edici bir tanrıya dönüşüp kadından intikam alma kodlarını nesilden nesile milyonlarca yıldır aktarmış.

Dışarısı öyle soğuk ki, ama oralı olmuyorum. Gözümün moru soğuktan parmak uçlarıma kaymış ve bu defa moru çok seviyorum. Şehrin küçük evlerinin damlarından, pencerelerinden sarkan buz kütleleri güneşle erimeye başlıyor. Issız ve sessiz sokakta kayıp düşüyorum. Kalkma hamleleri yaparken bir elimden Havva, bir elimden Pandora tutup yardım ediyor. Birlikte yürüyoruz, soluk soluğa, düşe kalka...

*İnternet,www.yenidüzen.com

2 Nisan 2022 Cumartesi

 





TRENİN PENCERESİNDEN BAKAN İKİ KADIN

Benzin zamlarından sonra çok talep görmeye başladı tren. Memleketimden bir avuç insan, sınırları demirden, pencerelerden oluşan hareketli bir vatandaydık şimdi.  Hepimiz farklı, hepimiz başka. Bavuluna yer bulamayan kadının ses tonunu duyduğumda  asla haksızlığa tahammülü yoktur, diye düşündüm. Ya da tren 2 dk. geç kalınca sinirlenip hiç suçu olmayan görevliye bağırıp çağıran adamı ya da yanına erkek oturdu diye olay çıkaran teyzeyi… Bu kavgaları veren halkın haksızlıklar karşısında  susmayacağını düşünüp içim rahatlar gibi oldu, ülke adına, dünya adına. Ama sonra büyük resim geldi aklıma. O adam ülkenin geleceği ipotek altına alınırken susar, o kadın çocuğuna pirzola alamazken sesini çıkarmaz, o genç iş bulamazken sorgulamaz. Yerdeki karıncaya gücü yetenlerle; ülke soyulurken sessiz kalanlarla aynı vagondaydık işte.  

Şerit gibi gözümün önünden geçiyor yaprakların arasına saklanmış minik evler. Demir yolunun iki yanı beyaz papatyalarla bezenmiş. Şehirlerse her zamanki gibi uzaktan gösteriyor kendini göğü delen binalarıyla. Protez ayaklar üzerinde devasa viyadükler ,-ama yollar yaptı-sözüyle karşımda. Doğayla insanın kültürleşme mücadelesi biter mi ki?  Kimi zaman yemyeşil cennet çayırları kimi zaman suya hasret kuru toprakları delip geçmekte demir yığını. Güneş tam üstümüzde; bazen de tavşana benzeyen bir bulutun arkasına saklanıyor, trenle oyun oynuyor neşeli neşeli. Bir sıcak terler döküyorum, bir üşüyorum. Beşiğimi sallıyor bir hoyrat el. Uyku iyice sızıyor bedenime, gözlerim ağırlaşıyor. Ada’ya verdiğim defter geliyor aklıma. “ Bunu mektup defteri yapalım Ada,” diyorum. “ mektup nedir?”  “Özleyince mektup yazılır,” diyorum. Anneannesine mektup yazıyoruz beraber. “Şimdi beni görecek mi ananem,” diyor. Cem yılmaz geliyor aklıma. Çok gülüyorum.

Yanına otururken, iyi yolculuklar, deyip cevap alamadığım genç kızın gözleri dışarıya sabitlenmiş.   Telefonla konuşuyor arada. “Ne diye doğuruyor bu berbat dünyaya o çocuğu,” diyor karşı tarafa. Hep saçlarının kırıklarıyla oynadı yol boyunca. Bir leylek sürüsü trene eşlik edince bağırdım farkında olmadan, “bak bak gördün mü?”  “Yoo,yoo, “ dedi saçlarını elinde bükmeye devam ederek. Pencere kadınları gibiydik ikimiz de.  Gözlerimiz dışarıda, aynı filmin karesinde ama kafalar başka yerlerde… Onun ki içine içine bakıyordu. “Keşke görseydim, ”dedi biraz sonra mırıldanıp, hiç okuyamadığı kitabın kapağını açtı, ilk sayfadaydı. Sonra kapattı, ayaklarının dibindeki ağzı açık çantaya atar gibi bıraktı.  “Bütün güzellikler kaçıyor benden,” derken gözleri buğulanmıştı. Uzun kumral dalgalı saçlarının uçlarını büküp ağzına soktu. Nefes almadan bekledim, devam eder mi, diye. Sustu yine. Kulaklıklarımı taktım. Biraz müzik iyi gelecek. Anlatsa dinlerdim. Yabancıya daha kolay anlatılır ya dertler. Ama gençler daha ketum. Ancak belli bir yaştan sonra tutulmuyor birikenler. Döküveriyorsun ortaya. Ama şimdi…”Boşver, üzülme. Daha ne güzellikler  çıkacak bak şimdi karşımıza.  Yeter ki geçtiğimiz yollara odaklanalım. Ooo ben neler kaçırdım kim bilir, bak bak, göremedik yine pembe tütülü ağaçları”  Bir sonraki istasyona yaklaşırken hareketlendi, eşyalarını toparlayıp kalktı, birkaç adım uzaklaşmıştı ki ani bir hareketle  geri döndü. “ iyi yolculuklar, kaçırmayın manzarayı,”  diye seslendi.  “Sen de kaçırmayacaksın ama söz ver,”  dedim. Şarkılar kulağımda, nihavent makamında…

Uzun bir yolculuktu. Bir ara derin bir aldatıcı sessizlik kapladı vagonu. Yeryüzü durağandı da, biz hızla hareket eden başka bir dünyadan bakıyorduk manzaraya… Acı acı bağıran, telaşlı düdüğün sesini her duyduğumda heyecanlandım, trenini kapısına koştum; iniverecek gibi. Bundan sonraki istasyon neresi acaba? Biraz mola vermek istiyor insan. Arada dinlenmek, sakince yaşamak.  Ne bu heyecan yahu. Varacağın nokta belli zaten. İçine sindir şu yolculuğu. Trenin yakıtı bitene kadar gitseydik… Tekrar baştan başlasa yolculuk aynı yolları bir daha gidip gelsem değişir miydi acaba gördüklerim. Leylekleri gördüğümdeki heyecanım, Ada’nın kurabiyelerini yerken aldığım tat. Kondüktör yeni binenlerin biletlerini kontrol ederken  “affedersiniz. Bir şey soracaktım da,” diye seslendim. Yanıma geldi.   “yolculuğa tekrar baştan başlamamız mümkün mü acaba? “ dedim.  Koşar adımlarla uzaklaşırken başını iki yana sallıyordu.