HÜSNÜ LATİF EFENDİ
Daireye
tepeden inme atanan müdür bey biraz önce odasına çağırmış, önce öksürerek
boğazını temizlemiş, sonra da kibarca, ‘’Hizmetleriniz için teşekkür ederiz.
Ama artık genç arkadaşlara ihtiyacımız var,’’ demişti. İki büklüm çıktı odadan,
şaşırmış, ne yapacağını bilmez haldeydi. Otuz yılını geçirdiği, ne uzayıp, ne kısaldığı
masasına giderek dosyaların üzerinde gezdirdi parmaklarını. Daha bitiremediği
ödeme cetvelleri, yarım kalmış muhasebe işleri vardı. Kime teslim etsem ki bunları? Hiçbiri
dikkatle yapmaz ki. Sabah sekizde
geldiği, akşam beşte terk ettiği bu evrak, kâğıt, toz kokan büro, yaşamının en önemli parçası
ve amacıydı. Ayaklarını sürükleyerek masasından uzaklaştı; yıllardır
değiştirmediği emektar devetüyü ceketini giyerken yeni yetme genç çalışanlar
arkasından kıs kıs gülüyorlardı. Ufak tefek cüssesi, solmuş kahverengi fötrü
ile Hüsnü Latif Efendi kendini dışarı atıp, derin nefesler alıp yürümeye
başladı.
Yıllardır
evi ve dairesi arasında, yolunu değiştirmeden pinpon topu gibi gidip geldiği
yolda, yaşadığı hayal kırıklığı ve hüzünle
her zaman alışveriş yaptığı markete girince dükkân sahibi,‘’ Ooo, Latif Efendi,
hoş geldiniz. Erkencisiniz bu gün,’’ dedi. Latif Efendi, sabah evden çıkarken
karısının eline tutuşturduğu listeyi cebinden çıkardı: ‘’ Ayçiçek yağ, patates,
taze fasulye, salça…’’ Yüzünü
buruşturdu, midesi bulandı, sıkıntılı yüz ifadesiyle şöyle bir etrafına baktı. Bir
büyük, göz kırpıyordu vitrinden. Acaba
alsam mı? En son ne zaman rakı alıp gittim acaba eve? Karısının rakıyı
görünce,‘’ Nerden çıktı bu şimdi? Yıllar
sonra. Ne çok eksik var bu evde? Haberin
yok sanırım. Bunca yıldır masa başında çalıştın da bi’ hayrını göremedik. Millet
ev, araba sahibi oldu. Bizse…’’ sözleri ile uzayacak dır dırdırlarını hatırladı.
Onunla evlendiği ilk günlerdeki gül yüzünün zamanla sadece konuşan aslanağzına
dönüşmesi ne zaman olmuştu ki! Hele
ki işten çıkarıldığını duyunca söyleyeceklerini hayal bile edemedi. Abisi
köşeyi dönmüş. Bana hatırlatıp durur da nasıl döndüğünü söylemez. Ben
bilmiyorum sanki. Defterlerle birazcık oynarsan köşeyi de dönersin, virajıda. İri
yarı, kırlaşmış şakaklarını koyu siyah ile boyayan adam geldi gözünün önüne.
Lacivert Mercedes’ini evin önüne getirince kornayı basar, çocuklar ‘dayım
geldi,’ diye koşarlardı. Kart zampara ne
olacak? Sıcak basınca ceketinin düğmesini çözdü, bir solukta, ‘’ Bir büyük. Biraz kaşar, yüz elli gram
pastırma tartıver,’' deyince market sahibi göz kırpıp, ‘’ Hayrola! Âlem mi var
Latif Efendi? ‘’ dedi. Cevap vermedi, beyaz
peynir, tereyağı da ilave ettirip ellerinde
iki dolu poşet çıktı dışarı.
Her gün ezip
geçtiği, tabanlarına aşina olan Arnavut kaldırımında durup önünde yükselen dik
yokuşa baktı. Eski evler yorgun birbirine yaslanmış, asırlık ağaçlar dallarını
uzatmış bahçelerden dışarı. Aralarda birkaç tane çok katlı bina şehrin ruhuna Fatiha
der gibi dikilmişlerdi. Yokuşun ortasına geldiğinde torbalarını bırakıp elini
beline koydu, nefesi daralır gibi oldu.
Ceketini de çıkarıp koluna attı. Hava
serindi ama sıcak sıcak terliyordu. Sağındaki üç katlı mozaik taş cepheli
apartmanın merdivenine çöktü. Cebinden aldığı mendille alnını sildi. ‘’ Ne oldu
beyefendi, iyi misiniz?’’ sesleri gelince kulağına çevresine bakındı. İlk katın penceresinden önce simsiyah dalgalı
gür saçları, sonra da kor dudaklı, elma yanaklı genç kadını gördü. Ağzındaki
sakızı dolandırarak patlatırken yine sordu? ‘’Ne oldu beyefendi, hasta mısınız?’’
Uzandığı pencereden şarkılar sızıyordu sokağa.
Biraz önce belalısından zılgıtları
yemiş, o çekip gittikten sonra ise radyoyu açıp şarkılı türkülü bir kanal
bulmuş, odadaki ağır romanvari havayı dağıtmıştı. ‘’Size su getireyim,’’ deyip,
elinde bardak, üç kat fırfırlı allı basma eteği, kırmızı ojeli ayaklarına giydiği eflatun terlikleri,
pembe beyaz topuklarıyla yanında bitti. Suyu uzatırken adamın elindeki dolu
torbaları, içindeki bir büyüğü görünce gözleri ışıldadı. ‘’Hadi, hadi, gelin
içeride biraz dinlenin. Şimdi bu halde yürümeyin. Valla yolda düşer kalırsınız.’’
Adam, ‘’ Yok, yok, eve gideyim ben,’’
derken, ‘’ Aaa, haliniz mi var ki? Biraz nefeslenin, gidersiniz,’’ deyip koluna
girdi. İtiraz edecek hali yoktu, nefes nefese munis bir şekilde yeni pişmiş
taze fasulye kokan evde buldu kendini. Kadın adamı koltuğa oturtup yanındaki
sehpaya suyunu koyarak sektirmeye başladı. Kat yerleri belli, beyaz bir masa
örtüsünü şöyle bir silkeleyip serdi. Taze fasulye, yanına şakşuka... Bir de bol
naneli mevsim salata. İki ince uzun kadehi de doldurup kendisini sessizce
izleyen adama:‘’ Gel, gel hadi. Tansiyonun düşmüştür senin. Bunları yersen hiç
bi’şeyciğin kalmaz,’’ diyerek masaya çağırdı. Latif Efendi, ‘’ Ben gitsem
artık,’’ derken o, ‘’Hadi, nazlanmayın artık,’’ diyerek kadehini kaldırdı, ‘’ Şerefe
tanrı misafiri. Aaa, adınız neydi acaba? ’’ Adam, ‘’ Hüsnü Latif,’’ deyip gözlerini
kadınınkilerden kaçırarak, ‘’ Size de zahmet verdim,’’ deyince, genç kadın ağız
dolusu bir kahkaha attı: ‘’ Ne zahmeti Hüsnü Latif Bey. Yiyelim, içelim bu gece. Gevşetin canım şu kravatınızı.
Gevşeyin sizde,’’ deyip adamın tabağına bir parça beyaz peynir koydu, yanına
bir dilim pastırma. Bir taraftan da radyodaki Zeki Müren’e eşlik ediyordu. ‘’Yalan
dünya, her şey bomboş, hancı sarhoş, yolcu sarhoş,’’ ‘’Siz de söyleyin ama. Müzik tüm sıkıntıların
ilacıdır,’’ deyince Hüsnü Latif Efendi’de ‘Bey’ olmanın farkı ile sırtını dikleştirdi
sandalyede.
‘’ Ben nerelerde sahneye çıktım, biliyor
musunuz Latif Beyciğim,’’ ‘’ İstanbul’un en önemli pavyonlarında... Posterlerim
asılırdı boy boy. Ama şimdi izin vermiyor çalışmama benimkisi,‘’
Adam onun yüzüne
yerleşmiş gülüşünü zevkle seyrederken başka bir âlemde olduğunu düşündü.
Karısının yıllar önce beklediği hayattan umduğunu bulamayınca yüzüne temelini
attığı çatık kaşları geldi gözünün önüne.
Bir türlü veremedim istedikleri hayatı. Günyüzü göremediler benim yüzümden.
Çalıp çırpsaydım keşke. Ne olurdu ki? Yüzüme gülerler, arkamdan şerefsiz
derlerdi. Deselerdi. Karım mutlu olurdu hiç olmazsa. Kadehini tamamlıyordu
genç kadın o içtikçe. Ortamın büyüsü bozulacak diye korktuğundan sessizce
kadını dinliyor, o gülünce gülüyordu. O da mırıldanmaya başladı şarkıları. ‘’yalan
dünya, her şey bomboş,’’ Kravatını
çıkarıp sandalyeye asarken, ‘’ Yıllardır dinlemeye dinlemeye sözlerini unutmuşum.
Ahh yıllar. O zamanlar müdür olma hayallerim vardı. Geleceği parlak okumuş genç.
Ama… Bir kuru teşekkür edip gönderdiler. Çalmadım, çaldırmadım. Namusumla
çalıştım. Mükâfatı bu işte…’’ diye anlatmaya başladı. Adamın hüzünlendiğini görünce genç kadın, ‘’Boş
verin efendim. Şu hayatta kim kime yaranabilmiş ki? Namus vicdanındır. Yoksa en namuslu sözler en namussuzların
dilindedir bu hayatta. Hadi biz şarkıya devam edelim. Şu güzel
anımızı zehretmeye değer mi?’’ deyip havayı değiştirdi. ‘’ bir garip yolcuyum,
hayat yolunda,’’ Latif Efendi taze
fasulyeden bir çatal alıp : ‘’ Ömrümde yediğim
en güzel fasulye,’’ deyince, kadın cilveli, ‘’ Huzurla yenen acı bile bal eyler
efendim. Afiyet, şeker olsun,’’ dedi.
Şen şakrak
konuşmalar, Zeki Müren’in o muhteşem sesi, şarkıları ve hafif bir baş dönmesiyle koltuğa
geçtiklerinde genç kadın ayaklarını toplayarak oturduğunda eteklerinden taşan pürüzsüz
dizleri dizlerine değdi. Pembe beyaz topuklar
yanı başındaydı. Sevgilisini ilk kez öpecek olan bir delikanlı gibi kalbi
coşmuştu. Kadın, ‘’Ben size bir ferah kahvesi yapayım,’’ deyip yanından
kalkınca, kanepeye kıvrıldı. Zeki Müren’in o pürüzsüz sesi, düzgün Türkçesiyle
söylediği ‘’ yalan dünya, her şey
bomboş,’’ sözleri çok derinden kulağına gelirken, göğsüne kocaman bir kaya oturup
nefes almasını engelledi. Kadın elinde kahveler ile geldiğinde yüzünde
tatlı bir gülümseme ile kıvrılmış adamı görünce, ‘’Ancak rahatladı zavallıcık,’’
deyip üzerini örtmek için ceketi alınca, cüzdanı yere düştü, kadın el çabukluğuyla alıp koltuğun minderinin
arasına sıkıştırıverdi. Mutfağı
toplarken müzik değişmiş, ‘‘ ömrümüzün son demi, ‘’ demeye başlamıştı şimdi. ’
Müzeyyen Senar. İşi bitince adamı
uyandırmak için dürttü omuzundan hafif hafif. Tepki vermeyince, ‘’Latif Bey,
Latif Bey, uyanın geç oldu,’’ derken adamın
sol kolu kanepeden, kadının ağzından bir çığlık da pencereden sokağa düştü.
NAZAN ÇİNKO
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder