30 Ocak 2021 Cumartesi

 



BİR ADAM

Yağmur kararsız, bir yağıyor, bir vazgeçiyor. Gün kararsız, bir açıyor, bir kapatıyor.  Dört duvar arasında yalnızlığa mahkûm olmuş insanoğlu bir umutla pencereden dışarı bakarsa gördüğü o koyu griden ruhu daha çok daralıyor. Adam ise mutlu. Zira o yeryüzündeki miskinlerin efendisi.   Eğer evdeyse gözü ekranda, dışarıdaysa bir bankta oturmuş, gözü çınar ağacındaki düşmemiş ama düşmek üzere olan yaprakta. Bir sahil kenarında çay bahçesindeyse önünde bir bardak çay saatlerce martılara bakmakta.  Şimdi pencerede adam.  Uzun uzun bakıyor karşıdaki çocuk parkına. Park bomboş. Salıncaklar rüzgârla oynaşıyor. Bir kara kedi tahterevalliye oturmuş, karşısına bir arkadaş bekliyor.  Bir temizlik görevlisi gelip oturuyor kedinin karşısına. Kedi korkup kaçıyor. Kaydırağa yağmur damlaları düşüyor. Adam başını kaldırıyor gökyüzüne.  Uzun uzun bakıyor. Hızlı hızlı, telaşlı hareket eden bulutlarda gözü.  Yoruluyor. Ağzını kocaman açmış şişman bir adama benzetiyor bulutu. Önüne geleni yutacak gibi. Bir tanesini uyuyan bir bebeğe. Saf, temiz. Bir tanesi koala. Ağaç dalına sarılmış öylece bekliyor. Kanı kaynıyor o koyu mavi koalaya. O arada bulutlar hep beraber su olup akıyorlar kıtalara, denizlere. Adam başını gökyüzünden kurtarıp yeryüzüne döndürüyor. Karşıdaki otobüs durağında şimdi gözü. Bu yasaklı günde bile çalışmak zorunda kalan insanlarda. Karın doyurmak değil mi bütün amaç? Bir lokma ekmek. Yetmez ki? Önce bir ev, sonra bir araba. Sonra daha büyük bir ev, daha büyük bir araba. Ey insanoğlu, sonunda hepiniz balık tutacaksınız, bir dere kenarında diyen bilge köylüyü hatırlatıyor onlara.  İnsan olmak zor zanaat. Bütün bunlar yoruyor onu. Televizyon koltuğu çekiyor mıknatıs gibi. Mindere çıkmış poposunun izi. Kumanda elinde, bir komutan edasıyla değiştiriyor kanalları.  Ekranlarda bir tartışma, bir çatışma. Altmış yıldır aynı terane. Sen, ben, o, bu, yalan, dolan, yüzsüz insan müsveddeleri. Elbiseler değişmiş ama içindeki suretler aynı ne çare. Artık onlara da acıyor. Karısı kahve yapmış ‘’bey, gel kahveni al’’  Gelip almayacak tabi ki, kadın biliyor. Ama kızamıyor ona. Onun yüreğinin içini biliyor. Az harfli, ama cüsseli, söylemesi kolay ama icraatı zor kelimeleri kalbinde taşıyıp umut etmekten yorulmuş bir adam kocası. Sevgi, barış, vicdan, hak, adalet demekten dili damağına yapışmış. Umudu kovalamaktan vazgeçip melankoliye sığınmış bir adam o. Hırpalandıkça kırılan, kırıldıkça miskinleşen adam. Kadın tanıyor kocasını. Artık kocasının yüzünde hiçbir şey yapmamanın huzuru var.  Ona kızamıyor. Kahvesini getirip bırakıyor sehpaya.

’Adimiz miskindir bizim düşmanımız kindir bizim

Biz kimseye kin tutmayız kamu âlem birdir bize

Kamu âlem birdir bize...’’ Yunus Emre

23 Ocak 2021 Cumartesi





TETİKLEYEN FOTOLAR

GÜNAYDIN PAZAR OKUYUCULARIM. Çok sevgili arkadaşlarım. Bu hafta aynı geçen hafta gibi geçti. Geçen haftada bir önceki gibiydi. Şikâyetçi olarak söylemiyorum kesinlikle, sağlıklıyız, aşı zamanımızı bekliyoruz evimizde.

Lakin evde sakince otururken bile sinir bozucu görüntüler servis ediliyor tabi ki, malum teknoloji çağındayız. Bir sürü gerekli gereksiz kişilikler evini dolduruveriyorlar bir anda.

Örneğin Mustafa Sarıgül’ü gördüm en son karşımda, son model bir arabanın içindeydi kendileri ( hem de hacizli bir araba imiş bu arada). Audi a8 long imiş markası, fiyatı ise 3 milyoncuk TL imiş.( Sevgili öğrencim  Hamdullah ne kadar Türk lirası oluyor bu yani, anlat bakalım öğretmenine J)) Yanında da acı çekiyormuş ifadesiyle bir adamcağız var. İkisi bir şarkıya eşlik etmeye çalışıyorlar belli ki.  Ben,  Mustafa Sandal’ın ‘’onun arabası var, güzel mi güzel’’ şarkısıdır diye düşünmüştüm. Ama videonun sesini açınca karşıma Bozkır’ın tezenesi Neşet Ertaş çıkmaz mı? ‘’Biz doğduğumuzdan beri yoksulduk. Varlığı görmedik ki yoksulluktan şikâyet edelim.’’ diyen Neşet Ertaş’ı düşündüm o arabada bir an. Atardı kendini herhalde o Audi’den.  Ama yüzü arı sokmuş gibi şişirilmiş, çiçeği burnunda politikacı Sarıgül Anadolu yollarına çıkmış Neşet Usta’yı kullanarak oy isteyecek halkımızdan.



O zaman şöyle düşündüm, en kısa zamanda bir anti politika aşısı bulunsa da (yerli ve milli bilim insanlarımız Cem Şahin ve Özlem Türeci’den rica etsek, hiç olmazsa ülkelerine böyle faydalı olsalar ) Sarıgül’e, Muharrem İnce’ye uzak dursunlar diye, Erdoğan’a, Kılıçdaroğlu'na ve Bahçeli büyüğüme de’’ kardeşim 20 yıldır yeter artık, bebeler büyüdü, kaç kuşak geldi geçti, virüsler çağ atladı’’ diye vurulsa…

Sadece bizimkiler ziyaret etmiyor tabi ki , dünyadan da politikacılar uğruyor ara sıra evlerimize.

Sarıgül’ün fotoğraflarına bakarken birden başlayan mide bulantıma ne iyi gelir diye düşünüyordum ki, ekranda bir fotoğraf ilaç gibi geldi bana. Birden bir ferahlama yüreğimde, reklamlardaki gibi bir nane esintisi doldu ağzımın içine.

Geçtiğimiz günlerde demokrasi satıyorum diye özellikle Ortadoğu’yu ve hatta dünyayı yıllardır birbirine kırdıran, eli silahlı Amerika’nın dokunulmazı sayılan Beyaz Sarayı işgal edilmişti bildiğiniz gibi. İsmi bilinmeyen kabile ülkeleri  bile olanları şaşkınlıkla izlemiş,  ‘’Amerika’ya demokrasi tavsiyesinde bulunmuşlardı. Beyaz Saray bizon kafalı insanlarla kuşatılmış, biz hayretle izlerken olanları,  dünya yerinden milim oynamış, güneş bile olanları seyretmek için bir güneş hızının binde biri dünyaya yaklaşmıştı.  Kimileri de  devran döner, ilahi adalet diye bıyık altından gülerek izlerken,  Trump ‘’bana ne hakkımı yediler, beni oynatmıyorlar’’  diye mızıklanıp ağlamıştı. İşte bu olayların akabinde sonunda yemin töreni gelip çatmıştı.

İşte o gün, yani 22 OCAK 2021 günü Biden’in yemin töreninde, sahnede Lady GAGA,  Jennefer Lopez şarkı söylerken, Biden bile bir an önce şu yemini etsem de odama gidip uzansam, derken, kısaca o hengameli ortamda …


BİR ADAM ,  eldivenleri, eski kahverengi bir ceketi ile bir rejisör sandalyesine oturmuş uyukluyordu. Bu poz beni benden alıverdi. Umurunda olmamak, dünya yansa, bana ne kardeşim, der gibi aklıma birçok kullanmak istediğim cümle kalıbı geldi. O anda hemen  eldivenlerimi takıp yanına gidip oturabilsem ben de keşke diye düşündüm. Sona da   kim bu ayrık otu,  sihirli,   renkli ve gürültülü dünyada,  dedim ve araştırdım hem kendim hem de sizler için.



Bu adam Bernie Sanders imiş. Kendini, demokratik Sosyalist, olarak niteleyen, sonra yeterli oy alamayınca Biden adına yarıştan çekilen, aynı zamanda Amerika’da tek Yahudi Başkan adayı olan adam. (belki ileride o da olur tabi ki özgürlükler ülkesi Amerika’da. Ama henüz halkın hazır olmadığı söyleniyormuş)

Bernie Sanders Polonya göçmeni Yahudi kökenli bir ailenin oğlu ve babasının ailesinin Naziler tarafından katledildiği biliniyor. Kendisi  Chicago üniversitesi mezunu olmasına rağmen mesleği marangozluk. Ve meslek hayatı boyunca sendikalar, sivil toplu örgütlerinde çalışarak politikaya adım atmış.

Zenginlere karşı yoksulları savunma çabası, ABD’nin Körfez Savaşı ve Irak işgallerine karşı çıkan, savaşa karşıt fikirleri ile hep eleştirilen Sanders bu nedenlerle oy kaybetse de Sosyalist kimliğinden ödün vermemiş.


Gelir eşitsizliğini azaltmak, asgari ücreti artırmak, göçmenlere uygulanan insanlık dışı uygulamaları değiştirmek, eski askeri müdahaleleri önlemek gibi söylemlerle ne yazık ki halkın oyunu kazanamamış, ama bütün dünyadaki sol camianın kalbini kazanmış.

İşte bu Bernie, yemin töreninde bu pozu ile dünyanın ilgisini bir daha çekti ve tabi ki sosyal medyanın da eğlencesi oldu.  Oldukça sıkılmış ve üşümüş şekilde görüntülenen Bernie ‘’ sıcak kalmak için elimden geleni yaptım’’ dedi.

Bernie’nin eldivenlerinin de hikâyesi varmış bu arada. Bu eldivenler ( ki şu ara Amerika'da yok satıyormuş)  iki yıl önce bir ilkokul öğretmeni tarafından kendisi için yapılıp hediye edilmiş. Bu ilkokul öğretmeninin de özelliği eskimiş kazakları söküp tekrar değerlendirerek bu eldivenleri örüp dağıtmakmış. Bernie iki yıldır bu eldivenleri ve üzerindeki kahverengi montu hiç değiştirmemiş.

Bernie eldivenleri gibi üzerine giydiği kimliği de hiç değiştirmeyenlerden. Bu görüşleri ile ‘’Amerikalılar sosyalizm ve komünizmden korktukları ve engelledikleri kadar terörizmden korkmuyorlar ‘’ denilen iliklerine kadar kapitalist bir ülkede Polonyalı Yahudi bir göçmen olarak o eldivenleriyle tek başına oturmaya devam ediyor. 

Bu hafta sonu işte bu fotoğraf tetikledi beni. Tanımazdım yoksa kendisini. Tabi ki yine sorular var aklımda? Acaba bu düşünceye sahip insanlar seçilebilse bile yine sistemin kucağında eriyip giderler mi? Bu cevabı biliyoruz aslında artık deneyimlerimizle. Mesela biz de de Erdal İnönü, o mütevazı, ama fizikçi beyniyle, bir an önce kaçıp kurtulayım diye kendini yerlere bile atmıştı. Çok derin bir konu bu. Satırlara sığmaz, tartışamaya kalksan sonuca ulaşmaz.

Nasıl bağlasam bu yazının sonunu diye düşünürken, Mustafa Sarıgül'ün hacizli lüks otosunda dinlediği ve sözlerini bilmeden gevelediği  Neşet Ertaş dizeleri uygun gider diye düşündüm. Ne dersiniz?

YOLCU

 Bir anadan dünyaya gelen yolcu /Görünce dünyaya gönül verdin mi

Kimi böyük kim böcek kimi kul/ marak edip heçbirini sordun mu

Bunlar neden nedenini sordun mu

 

İnsan ölür ama uruhu ölmez/Bunca mahlukat var heç biri gülmez

Cehennem azabı zordur çekilmez/Azap çeken hayvanları gördün mü

 

Insandan doganlar insan olurlar/Hayvandan doganlar hayvan olurlar

Hepiside bu dünyaya gelirler/Ana haktır sen bu sirra erdin mi

 

Vade tekmil olup ömrün dolmadan/Emanetçi emaneti almadan

Ömrüyün baginin gülü solmadan/Varip bir canana ikrar verdin mi

varip bir cananın kulu oldun mu

 

Garip bülbül gibi feryat ederiz/Cehalet(cahiller) elinde küskün kederiz

Hep yolcuyuz böyle geldik böyle gideriz/Dünya senin vatanin mi yurdun mu

                                                                             NEŞET ERTAŞ 




16 Ocak 2021 Cumartesi

 




AŞICI GELDİ HANIM…

Kendi kafeslerimizi, kendi ellerimizle özene bezene yaptık. Kimimiz demirden, kimimiz tahtadan. Kilitledik ve anahtarını da okyanusların en derinine attık.

Şimdi ise bu kafesten kurtulabilmek için bir umuda bel bağlamış durumdayız. Aşı ‘ya. Nasıl Covid 19 ile ilgili bütün bilgileri, efsaneleri öğrendiysek şimdi de aşılar hakkında gerekli gereksiz cümleleri ezberliyoruz. Türk insanının ortalama dört yüz ile sınırlı olan kelime dağarcığı- oysa yüz bin kelime yer alıyor Türkçemizde-  müthiş bir artış gösterdi bu dönemde. Bulaş, pandemi, antikor, asemptomatik, entübe, filyasyon, immün, karantina, pik yapmak, pnömoni, antikor gibi.

Sinovac, Moderna, Biontek aşıları. Denenme fazları. Saklanma koşulları. Etken maddeleri… Biliyoruz hepsini.

Önce Sayın Cumhurbaşkanını gördük ekranda. Gömleğini sıvamış, uzatmış kolunu doktoruna. Ama gerçekten tirajı komik her halimiz. Tam Aziz Nesinlik. Ah bir de Levent Kırca yaşasaydı diye düşünüyorum sık sık. Nereye gitti lafın istikameti? Cumhurbaşkanıma aşı yapan zavallı doktorumun önlüğü söküktü. Aklıma hemen atasözümüz geldi. ’terzi söküğünü kendi dikemezmiş’’ derler ya. (Sağlık sistemine atıf olarak)

Sonra da Fahrettin Koca ekranlardaydı. Bir buçuk yılda yaşlandı vallahi. Yüzü kırıştı, saçları kırlaştı adamcağızın. O da kolunu uzatıyordu.

 Onları seyrederken iki görüntü geldi gözümün önüne, yine eskilerden J))

Birincisi ÇERNOBİL radyasyon sızıntısından sonra ekranlara çıkıp ‘’bakın ben çay içiyorum’’ diyen Ticaret Bakanımız Sayın Cahit Aral’ı görür gibi oldum bir an. Sağlık Bakanımızın sonu benzemesin de kendileri sonra kanser olup hayata veda etmişlerdi.

İkincisi okullarda aşı olduğumuz günlerden.

Bazen  günler öncesinden ‘’ bu hafta aşıcılar gelecekmiş ‘’ diye söylentiler yayılırdı. Bazen de aniden gelirlerdi sağlık görevlileri. Sınıfın cesur yürekleri hemen en ön sıraya geçer, kollarını kahramanca uzatırlardı sağlık görevlisine. (  Bu arada hep aynı şırınga mı kullanılırdı, nasıl dezenfekte edilirdi, unutmuşum onları. )Ben onlardandım, gerçekten doğru söylüyorum… Zor zamanlarda bir cesaret yüklenmesi yaşarım genelde.  Bazıları ise ağlamaklı, sıraya geçer, kolunu uzatırken de kafasını baykuş gibi arkaya çevirirdi.  Kimini masanın altından çıkarırdı öğretmenler. Ama bazıları vardı ki, hiç aşı olmamış tipler. Fırsatını bulup sırra kadem basanlar. Benim kıymetli kocam da onlardanmış. Siz hangi gruba girerdiniz acaba?

Aynı şimdi ki gibi yine aşı kampanyaları yapılırdı o zamanlarda da. Unutulmaz, efsane ikili Zeki ve Metin, ekranda bağırırlardı. ‘’ aşıcı geldi hanım ‘’ Gülerek izlerdik onları.

Ve de hep vardı aşı karşıtları. Ya da aşıların ulaşamadığı ücra köşeler, geri kalmış – sanki kendi istemişte geri kalmış gibi- köyler vardı.  Kızamık aşısı olmadığı için hayatını kaybeden çocuklar duyardık. Ailesinin aşıya karşı olması nedeniyle çocuk felci geçiren ve tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren Ali vardı mesela. Babasına neden aşı yaptırmadıkları sorulunca ‘’ kadere karşı koyulmaz’’ dediğini duymuştu bu kulaklar.

Karşılaştırma yapmak amacıyla yazmadım bunları. Bu gün ve dünkü yaşananlar çok farklı tabi ki birbirinden. Sadece aşı deyince çağrışım yapan anıları yazmaya çalıştım çalakalem.

Ama şu bir gerçek ki. Hepimiz sağlıklı bir dünya istiyoruz. Okul çantası elinde çocuklar görmek istiyoruz.  Otobüsler, uçaklar, restoranlar, kafeler, parklar insanla güzel, bunu biliyoruz, acı bir şekilde de olsa öğrendik. Dokunmak istiyoruz. Dokunmak sevmektir, dokunmak söyleyemediklerini duyurmaktır. Mutlu insanlar görmek istiyoruz biz. İyi insanlar görmek çevremizde.   En çok da güvenmek istiyoruz. Siyasetçiye,  yöneticiye, iş adamına, akrabamıza, dostumuza, gazeteciye, da bilim adamlarına güvenmek istiyoruz.  İnsan denen varlığa güvenmek istiyoruz. Bir gün güvenebilir miyiz acaba?