16 Şubat 2020 Pazar

BİFTEK










BİFTEK

Kapının altından yayıldı. Anason ve tütün kolonyası karışımı. Babamın kokusu.

Annemin göz bebekleri büyümüş,  fırladı iskemlesinden. Açtı kapıyı. Bir kaşı havada asılı girdi içeri. Arap Hamdi’ydi lakabı.  Bilirdi beklediğimizi. Yüzümüze bakmadan banyoya gidip, ellerinin kirini akıtıp geldi.

Geçti her zamanki yerine. Kocaman kare bir masa, köşeli.  Ablam karşısında gamlı baykuş.  Annem ve ben karşılıklı iki suskun maymun. Uzandı benim saçlarımı karıştırdı. Ablam sandalyesinde irkildi. 

  Masada derin bir seramik kapta taptaze yapraklı marul salatası. Yanında bir yayvan kapta ise biraz turşu. Dünden kalma lahana dolma bir de. İki günde bir sarar annem. Hem konuşur, konuştuklarını da sarar lahana yapraklarına. Kimse görmez, duymaz.

Et var bir de sofrada, biftek. Babama ve bana en yumuşak ve incesi, ben küçük kontenjanından.
Anne, diyorum, annem beni duymuyor, başka âlemlerde. Tuzluğu kalkıp kendim alıyorum.
Ablam bıçağını sapladı ete. Kesemiyor bir türlü
Babam ise yumuşacık etini parçaladı, ağzına attı. Tadını çıkara çıkara çiğniyor.
Kalk kız, dedi ablama. Getir şu rakıyı.
Annemin, içmesen, sözü harf harf eridi sessizlikte.
Babamın öbür kaşı da kalktı havaya.
Ablam getirdi şişeyi. Alırken eline dokundu ablamın, ablam canı yanıyor gibi buruşturdu suratını.
Sessizlik çökmüş masaya. Kaldıramıyoruz bir türlü.

Hayat dışarıdaydı. Açık pencereden girmeye çalışıyordu eve. Akordeon sesi.  Kaşı kalkık adam gitti kapattı pencereyi. Do ile re cama çarpıp sokağa düştü.

Annem elinde bıçak eti keser gibi yapıyordu.  Ağzı kıpırdadı bir ara. Zor duydum dediklerini.
Kızı istemeye geleceklermiş,
Kaşları bir kalktı, bir indi kanatlanır gibi Arap Hamdi’nin.  Uçup gidiverseydi şu masadan, dedim içimden.
Ben de elaleme verecek kız yok, deyip etini bir kerede kesip ağzına attı.

Ablam bıçağı yine sapladı etine,  ağzında birikmiş et parçalarını yutamıyor, biriktiriyordu. Bir ara cebindeki güneş yüzü görmemiş genç çocuğun fotoğrafını okşadı, üzülme, der gibi.

Bu masada vakit nakitti sanki. Deyimleri işlemiştik Türkçe dersinde bugün. Bir türlü bitmiyordu.

Anason kokusu midemi bulandırmıştı. Sabah da ablamın midesi bulanıyordu. Banyodan öğürtüler geliyordu. Annem, ne oldu kızım, diyordu. Banyonun kapısında. Ablam kusuyor, annem endişeli gözleri hep yaşlı. Cebinde bir mendil, hep ıslak.
Sanki bilmiyorsun, dedi itti annemi geçti odasına.
Babamın gece ablamın odasına girdiğini görüyordum. Kıskanıyordum önceleri.  Onu öpüp, okşuyor, daha çok seviyor diye. Ama sonrasında ise ablam içeride, annem dışarıda ağlıyordu. Üzüyordu onları babam, artık anlıyordum.
Duydum telefonda konuşmasını bir kez ablamın. Gidemiyorum bu evden, sıra ona gelecek, diye korkuyorum, demişti.  Yanına girince de bana sıkıca sarılmıştı.

Annem, biraz daha et, ister misin, dedi babama.
Bir parça turşu aldı, yüzünü buruşturdu babam.
Sonra ablama döndü, getir bana bir parça et, dedi. Salataya daldırdı çatalını, taze marulları doldurdu ağzına.

 Bu kare yemek masası bize iyi gelmiyordu.
Annem bir kerecik babama sert biftek verse, babam yerken et boğazında kalsa, nefes alamasa.
Açık perdeden notalar uçsa evimize, do, re, mi…
Ruhlarımıza dokunsa, temizlese yüreklerimizi,
Annem ıslak mendilini assa güneşe.  Kurutsa.
O mendil bir daha hiç ıslanmasa,
Kapıda bir korna çalsa,
Ablam koşsa, sarılsa sarı benizli aşkına,
Masamız yuvarlacık olsa,
Atlıkarınca gibi.
                                       NAZAN ÇİNKO
                                         Yazı Atölye
                                                          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder