KAZ DAĞLARI: ÖLÜLER ALTIN TAKMAZ
Bandırma’nın tertemiz havasından, altın kumlu Livatya
plajından yola çıktım, çocukmuşum, üzerimde Erhan Kıvanç Amca’nın çocuk
mağazasından alınmış turuncu mayom var. Islak mayomla koşuyorum, Erdek
körfezine doğru. Kıyılar bomboş henüz, Erdek denizinin içindeki kumları bile
tek tek sayabiliyorum, o kadar temiz, oradan atlıyorum karşı kıyıya, Kaz
dağlarına doğru koşuyorum. Annem arkamdan bağırıyor, üşüteceksin, hasta
olacaksın, diye.
Hava misss, o kadar koşuyorum ama bir tek ter damlası yok
çocuk bedenimde…
Ulaşıyorum hedefime. Dağlarda gökyüzünü göremiyorum,
metrelerce göğe doğru uzanan dallar kenetlenmiş birbirine, engelliyor güneşin girmesini…
Müthiş bir gölge, serin mi serin. Üşüyorum gerçekten de.
Buz gibi akıyor sular, kana kana içiyorum , kirli mi ki diye hiç düşünmeden. Bir arkadaş daha geliyor yanıma. Minicik bir karaca su içiyor benimle beraber,
korkmuyor benden, daha tanımamış insanoğlunu. Paylaşıyor benimle suyunu. Yüzlerce
değişik kuş melodisi kulağımda, değişik değişik besteler yapıyorlar, mutlular
belli ki… Oksijen fazlalığından bayılmışım oracıkta.
Uyandım. Ne yazık ki hepsi birer düşmüş, yastığım
sırılsıklam, terden. O kadar nemli ki hava nefes alamıyorum. Bu gün 5 Ağustos
Pazartesi, bir yolculuğumuz var. Türkiye’nin ciğerlerine ve Dünyanın ikinci
oksijen deposuna doğru.
Daha yola çıkar çıkmaz asit fabrikasının kırmızı dumanları ne
yazık ki ilk gördüğümüz. Bandırma’nın üzerini kırmızı bir bulut gibi kaplamış.
Arkadaşım başlıyor öksürmeye, nefes alamıyor. Yıllardır zehir solumamıza sebep bir
fabrika. Tarım bitti, deniz bitti, balık bitti, kanser vakaları en çok görülen
şehirlerin başında geliyor Bandırma. Biz Kaz Dağlarına doğru gidiyoruz. Kendi memleketimize hayrımız dokunmamış
insanlar olarak yoldayız. Burası elden gitti, hiç olmazsa orasını kurtaralım
mantığı ile.
Hiç beklemiyorduk bu kadar kalabalığı. 10 binler kelimesi az.
Ülkenin her tarafı kopmuş gelmiş, koşmuş gelmiş. Son çare gibi görmüşler sanki,
onlarda kurtaramamışlar kendi
bölgelerini. Trabzon da Uzun göl bitmiş,
Rize sel sularına kapılıyor ara ara, Hasankeyf
sular altında, Karadeniz Hess çöplüğüne dönüşmüş, fay hatları üzerinde nükleer santraller…
AHH hep şu Kanadalılar, Amerikalılar…
Köprüler, havalimanları,
gökdelenlere de bayılıyoruz bu arada. Küçücük şehirlerde caddelere sığmayan cipler. Elimizde
cep telefonları, bir de kızıyoruz baz istasyonlarına, Ahhh suçlu kim acaba?
Çadırlarda gençler nöbette. Evlatlarını koruyor gibi
sarmışlar ağaçların etraflarını. Siyasiler, köşe yazarları, sanatçılar
orada. Beraber olmanın, bir olmanın
verdiği mutluluk var hepimizin yüzünde. Nazımın şiirindeki gibi, yaşamak bir
ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…
Sahnede Ataol Behramoğlu, konuşuyor, ardından andımızı
okuyoruz hep bir ağızdan.
Ağaçların ayakları yok kaçmaya…
Elleri yok dövüşmeye…
Dilleri yok sövmeye…
O halde…
Kaz dağlarımızı biz savunacağız biz…
Bu dağlarda durursa kalbim bir gün…
Düştüğüm yere gömün…
Yüreğim dağ çiçeklerindedir.
Yürüyoruz çav Bella ile( Tunç Soyer’i anıyorum sık sık) bir
şey yapmalı diye zıplıyoruz eller havada, kaptırmışız kendimizi. Karşımıza kim
çıkarsa ezip geçeriz, o kadar kuvvetliyiz.
Yollar açılmış madene gidebilmek için, daha burada başlanmış
ağaçlar kesilmeye, kocaman araçlar girebilsin derinlerine diye. Atılmış sağa
sola çamlar, köknarlar… Acınası halde yatıyorlar yol kenarlarında… ( 2008’de
kürsüde Orman Genel Md. yard. Kemal Kara, Ormanları koruyalım diyeceğine, madencilere
diyor ki, şehirlerin kasabaların arka taraflarında, görünmeyen yerlerinde bu
işleri yapmak varken… Gelin bu işleri önlerde değil arka taraflarda yapalım.
Medya yol üstünü çeker, içerilere girmeye zahmet etmez… Bu zat, sonra emekli
olup, Büyük Anadolu Ormancılık Şirketini kurup, maden, enerji ve inşaat şirketlerine
ormanlık arazilerdeki faaliyetleri için hizmet sunmaya başladı)
Kestikleri ağaçları yol kenarına bırakıvermişler, saklamaya
bile gerek görmemişler, yukarıdaki sayın müdürün dediği gibi, gizlenmemişler
bile.
Bu arada konuşuyoruz Çanakkaleli yetkililer ile. Bu güne
kadar neden ses çıkmadı, diye. Bizim mücadelemiz çok uzun süredir sürüyor,
diyorlar.
(MHP ve CHP 2007’ den beri 5 kez üst üste projenin incelenmesi için
araştırma önergesi vermiş. Ama 3 tanesi iktidar tarafından hiç dikkate
alınmamış. Son önergeler ise TBMM’de görüşülüp AKP tarafından hep reddedilmiş.
2013’den beri Çanakkale belediyesi Bu konuyu belediye meclislerinde de
olmak üzere gündeme getirip tartışmaya açtı. ALAMOS GOLD şirketinin ilk sunduğu
ÇED raporu olumsuz bulunmasına rağmen sonraki günlerde hazırlanan rapor uygun
bulunmuş)
15 bin ağaç kesilebilecek bölgede şimdilik 195 bin araç
kesilerek arazide “rahat” bir çalışma ortamı yaratılmış, kullanmıyoruz siyanür
diyorlar ya, hep böyle dediler. Peki, nasıl çıkarıyorlar altını topraktan.
Eleyerek değil herhalde.
İçinde altın parçacıkları olan toprak siyanürle yıkanıyor, böylece
altın toprağın içinde sıvı hale geliyor. Ardından toprağa klor gazı verilerek
altının dibe çökmesi sağlanıyor. Dibe çöken altın kurutularak külçe haline
getiriliyor. Böylelikle toprağın içindeki altın parçacıkları toplanıp alınıyor.
Peki, siyanür ve klorla yıkanan toprak ne olacak?
Havasına, suyuna, taşına toprağına bin can feda sana …( Bahçeli’ye
göre
toprak olsun sadece, üzerinde 40 bin genç mi ölmüş, yüzbinlerce ağaç mı
katledilmiş, O TUTTURMUŞ BİR beka DA BEKA)
( Kanadalı madencilik şirketi Alamos Gold CEO’su McCluskey, madeni çıkarmak için kullanılacak siyanürün(
YANİ KULLANIYORLAR ) çevreye sızmasının mümkün olmadığını iddia etti ve
Ağaçları Alamos Gold şirketinin değil hükümet birimlerinin kestiğini (YANİ
KESİYORLAR) belirten McCluskey, “Bunun için parayı önceden ödedik. Anlayışla
karşılamanız gerekir ki, ormancılık izinleri kapsamında, bu izinler için 5
milyon dolar ödedik, dedi. Sözcü com.tr. 7 ağustos)
Madene geliyoruz. Bir kadın bağıra bağıra ağlıyor. Bazıları
ise için için. Kimileri oturmuşlar çorak tepelerin kıyısına. Yazıklar olsun, Altın’da
boğulun, diyorlar. ALTIN’DA KALIN DİYE diye… Bir tümör gibi o çorak vaha, yeşil
örtünün yanında. Geç kalınmış bir hasta… Deniz kıyısında bir ağacın gölgesi
için kavga eden insanları hatırlayınca 195 bin ağacın kesildiğini tahayyül
edemiyor insan. Hepsinin kökleri sanki birer birer dolanıyorlar boğazlarımıza?
Neredesiniz siz, nerede kaldınız, diye bağırıyorlar bize…
(CHP Çanakkale
Milletvekili Özgür Ceylan, konuyla ilgili Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı
konuşmada, “Vicdanlarınız kabul ediyorsa söyleyecek hiçbir sözüm yok. Alamos
Gold buradan 2 bin 400 ton altın çıkaracak, bunun sadece yüzde 4’ünü devlete
bırakacak, kalan altını alıp gidecek ve bir kentin tek içme suyu havzası ile
tarım alanlarını zehirleyecek, havasını kirletecek” ifadelerini kullandı. Doğu
Biga Madencilik şirketi yüzde 100 Alamos Gold şirketine ait. Tehlike tek bir
yerle de sınırlı değil. Kirazlı projesinin yanında Ağı Dağı ve Çamyurt
projeleriyle birlikte şirketin üç alanda altın ve gümüş madenciliği yapma
ruhsatı var.)
Tabiata zarar vermeyecek, siyanür gibi zararlı etken
kullanılmayacak, işimiz bitince yeşillendireceğiz... diyorlar ya… Anlamıyorlar.
Sayıdan ibaret değil ki bu katliam. Sen 15 bin yerine 195bin canı öldürmüşsün, ya
o kadar değil ki,
Hani üzerinde yaşayan
ibibikler, serçeler, alaca baykuş, hani ak karınlı ebabil, kukumav kuşu, sığırcıklar…
Nerede tavşanlar, sincaplar yavruları… Açılan yollarda arabalar çarpmış Geyik
yavrularına. Toprak yığınının altında kalmış bir keçi. Nereden su içecek
karacalar, tilkiler, keçiler, ayılar, domuzlar…
Peki ya, sadece Kaz dağlarında yetişebilen, dünyanın hiç bir yerinde görülemeyen endemik bitkiler nerede yetişecek bundan sonra?
Arkadaşım diyor ki: Bir film vardı. Hatırlar mısın ki,
Maymunlar Cehennemi… Hiç unutmadım ki, dedim. Özellikle son sahnesini.
Uzay aracıyla yeni bir gezegene indiğini düşünen astronot, gezegenin
sahibi maymunlar tarafından esir alınır. Ama kaçıp da kumsalda özgürlük anıtı
ile karşılaşınca anlar buranın dünya olduğunu‘’20. yy’den pişmanlık duymadan
ayrılıyorum. Evrenin bir yerlerinde insandan daha iyi bireyler var’’ der
astronot George Taylor der ve uzay aracıyla dünyayı terk eder.
Biz nereye gideceğiz ki, başlangıcımız burada, ama sonumuz
nerede ve nasıl olacak acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder