DİVAN ALTI
Nasıl yabancılaşıyor
insanlar? / hiçbir şey olmamış gibi / unutmak değil, başka bir şey bu…
C.Süreya
Bir terlik geldi kafama, saklandığımı sanıyordum oysa ben.
Babaannem sinirli sinirli bağırdı terliğin ardından, çık dışarıya da
arkadaşlarınla oyna, burada kocakarıların laflarını dinleyeceğine.
Oysa tatlı tatlı konuşuyorlardı mahallenin kadınları, ben de
zevkle dinliyordum onları divanın altından. Dışarısı cehennem gibi sıcak,
divanın altı ise oh mis, püfür püfürdü. Hiç
de iç açıcı değildi gerçi konuştukları konular. Yaşlı olanların ölüme ait söyledikleri
korkutuyordu beni, Azrail kime benziyordu acaba, sırat köprüsü boğaz köprüsü
kadar sağlamdır inşallah gibi gibi sorulara da cevap bulamıyordum kendi
kendime. Çok günahım var mıydı acaba? Geçen gün Müşerref Teyzeme dil
çıkarmıştım, bir de anneme yalan söyledim yemeğimi bitirdim diye… Eyvah,
günahlarım da gittikçe artıyordu. Beni alırlar mıydı ki cennete?
Babaannem kulağımdan tutup attı beni sokak kapısından
dışarı, git de çocuk olduğunu hatırla biraz, dedi bana. Oysa daha Müşerref
Teyze’nin kocası ile ilgili konular açılmamıştı bile, ayıplı fıkralarından da
anlatmamıştı daha. Sokağa çıksam da oyun
oynamaktan zevk almıyordum ki, bütün çocuklarla aram bozulmuştu. Sokağa yeni
taşınan bir aile vardı, bir de oğulları. Adı İshak’tı, ne biçim isim bu
dediler, önce. Sonra evlerde dedikodu kazanı kaynamaya başlayınca da, bizden
değilmiş onlar, dediler, İshak’ı
oyunlarına almadılar. O oynamazsa ben de oynamam deyince, beni de oynatmadılar.
İshak, ne kadar da uysal bir çocuktu aslında, hiç küfür etmez, hemen boynunu bükerdi,
onu üzdüklerinde. Bir keresinde bana, ben alışkınım, sen üzülme, demişti. Gayri
Müslüm, ne demek diye sordum büyükanneme… Karışma her şeye, dedi büyükannem.
Sen arkadaşlarınla da oyna, İshak’la da oynarsın arada bir canım, deyiverdi. İshak
elinde paslı bir çivi atardı çamurlara büyük bir hırsla, kendisini oyuna
almayan mahalle çocuklarına baka baka.
Bütün mahalle uzaktan dikizliyordu resmen İshak ve ailesini.
O sıcacık mahalleli hemen maskelerini takmışlar ve gayet seviyeli ve mesafeli soğuk
insanlara dönüşmüşlerdi, bir hoş geldin’e bile gitmemişlerdi yeni komşulara. Bütün insanlara, dilencilere, eskicilere bile
iyi davranan, onları bahçeye davet edip, ağacın altına oturtup, dinlenin biraz,
diyen ve de limonata, kurabiye ikram
eden babaannem bile.
İshak ile arada onların bahçesinde buluşurduk, onunla sohbet
etmek çok hoşuma gidiyordu. Bizim dinimiz farklı olduğu için, bizi
sevmiyorlarmış galiba dedi bir gün bana. Çok ilginç geldi bana. Hayvanları
nasıl da seviyorduk, onların dinleri hangisiydi acaba? Ya onların da farklıysa,
sevmeyecek miydik artık kedileri, köpekleri? Babaannemin dediği gibi büyüyünce
anlayacaktık kimin kimi neden sevmediğini?
İshakların evi yanımızda, Müşerref Teyzenin ki karşımızda.
Müşerref Teyze’nin evinde ne yaşanıyor görebilirdiniz. Perdelerini hiç
çekmezdi. Görmeseniz bile anlatırdı
zaten her şeyini. Kocaman memeli, palamut etli, saçları hep topuz kafasının
tepesinde. Ayıplı fıkralar anlatırdı, ben çoğunu anlamazdım. Babaannem sus sus
çocuk var, anlatma, der, beni sokağa atıp, tiz kahkahalarla dinlerlerdi
Müşerref Teyze’nin fıkralarını.
İshak’ın annesi ile bir tek Müşerref Teyze konuşurdu. Ben O
kadını çok sevdim, o da benim gibi ezik biri, der İshak’ın annesine çaya
giderdi. Ona kimse kızamazdı ama mahallede. O mahallenin neşesiydi, mahallenin hayat
iksiriydi. Ben onun bu yeni komşularımızı diğerlerine rağmen sahiplenişini,
onun ayıplı fıkralarını, bir de mor göz farını çok severdim. Mor bu senenin
modası sanır, Müşerref Teyzem de modayı nasıl da takip ediyor, bravo, derdim. O
mor gözlerinin altına da kıpkırmızı ruj sürerdi, bir dudağı yerde, bir dudağı
gökte. Mor farlarına dokunayım dedim bir gün, ahh, dedi. Babaannem yine kızdı
bana, acıttın canını, dedi. Pencereden gördüklerimi hatırlayıverdim, kocasının
tokatları, yumruklarının izleriydi gözlerindeki. Ağlayarak, niye kızmıyorsunuz
Hamdi Amca’ya, dedim babaanneme. O da karı koca arasına girilmez, dedi.
Müşerref Teyzem ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi gelir,
şen şakrak havasına bürünürdü. Bir gün eteğini açıp, kasığındaki kocaman çıbanını
göstermişti bir kez, beni bu yüzden sevmiyor işte benim adam, demişti, hep bu
çıban yüzünden, iğreniyor bundan, demişti.
Öyle bir mahalleydik işte. Yanımızdaki evde İshak’ın, anne
beni oynatmıyorlar, neden ama neden, diye ağlamalarını duyar, karşı evde ise
Hamdi Amca’nın karısını dövmesini seyrederdik. Alışmıştı mahalleli sanki
olağandı yaşananlar.
Ta ki o sabaha kadar. O sabah daha horozlar ötmemişti, guguk
kuşu pencereme konmamıştı daha, Müşerref Teyzemin bağırışları ile uyandık.
Gitme Hamdi, bırakma beni, diye. Meğer Hamdi amca terk etmiş evi, seni
boşayacağım, başka bir kadınla evleneceğim, demiş. Bütün gün mahalleli onu
teskin etmeye çalıştı, sakinleştirmeye çalıştılar, geri döner bak üzülme diye diye…
Kalbi kırık, gözü yaşlı kalıvermişti bir başına. Hiç anlamadım, oysa
sevinmeliydi kurtuldu kendisini döven adamdan diye. Ne hareketli bir gündü,
herkes geceye yorgun girdi, evine çekildi insanlar, kapılar kapandı, perdeler
çekildi. İlk defa Müşerref Teyzem de perdelerini kapattı o gece, şaşırdım.
Ertesi sabah ne de güzeldi hava. Bunaltıcı sıcaklardan sonra yağmur gelmişti
sonunda. Biraz rahatlamaya ihtiyacı vardı mahalledekilerin, hem havalardan, hem
de yaşananlardan sonra… Öğlen oldu, dikkatim karşımdaki evdeydi, perdeler
açılmamıştı, bekledim bir süre daha. Yok, açılmıyordu bir türlü… Anneme
söyledim, git başımdan işim var, dedi. Babaannem koştum, perdeler açılmadı,
dedim. Anlamadı, ne perdesi, dedi. Müşerref Teyzemin, perdeleri hala kapalı,
dedim. Allah, Allah, deyip, çıktı benimle sokağa. Çaldık kapısını, açan olmadı.
Seslendik, ses veren olmadı. Komşulara seslendi babaannem, toplandılar kapının
önünde. Mahallenin delikanlılarından biri yüklendi kapıya, açılıverdi kapı.
Koşuşturdu kadınlar içeri. Ahh, kötü şeyler oluyordu belli ki, çocukları sokmayın
sokmayın, dediler. Birisi aldı bizleri uzaklaştırdı evin yanından.
Öğrendik Müşerref Teyzemi gömdükten sonra, okuma yapılır ya,
ben yine girdim bir divanın altına, dinledim mahalleli kadınları. Müşerref
Teyzem, kocası terk edince, o kasığındaki çıbanı jiletle kazımaya kalkmış,
senin yüzünden, senin yüzünden diye diye, kan kaybından ölmüş…
Çocukluğumun
mahallesindeki ötekiler. Müşerref Teyzem ve İshak arkadaşım… Onlar sessizce
çığlık atarlarmış gözümüzün önünde, kulağımızın dibinde, duymazmışız bir türlü...
Şimdi de farklı mı acaba? Herkes perdelerini çekiyor,
herkes öteki şimdi. Tek fark, ben artık divan altlarına saklanmıyorum, zira o
somyalı divanlar yok artık evlerde… Olsaydı kim bilir belki de…