Sayfalar

9 Nisan 2022 Cumartesi

 




ZEUS, ATHENA, HAVVA VE DİĞERLERİ…

Pencerenin buharını silip sokağa göz atıyorum,  önce mor gözümü sonra da diz boyu engelleri görüyorum. Çatımdan sarkan mızrak gibi buzlar cama değiyor.  Dışarısı çok soğuk ve ben evin içinde titriyorum. Toprak Ana beyaz bir örtü ile korumaya almış kendini. Valizim kapının hemen yanında.  Adını Zeus taktığım kocam içeride çığlıklar atıp çocuğunu kafasından doğurmaya çalışıyor.

Kehanete göre bilge Tanrıça Metis’in baş tanrı Zeus’tan bir kız çocuğu olacak ve bir daha hamile kalırsa dünyaya getireceği erkek çocuk ise Zeus’u tahttan indirecektir. Bunun üzerine Zeus tatlı sözlerle bilge tanrıça Metis’i baştan çıkardıktan sonra yanına yaklaşarak onu aniden yutar. Bir süre sonra Zeus, göl kenarında yürüyüş yaparken dayanılmaz bir baş ağrısına yakalanır ve kafasından tepeden tırnağa silahlı ve doğarken yeri göğü inleten bir nara atan Athena dünyaya gelir.  Zeus çok mutludur. Artık kadına özgü olan doğurganlığı onun elinden almış ve bir hayat yaratılmasında dişil özelliklerin hiç önemli olmadığını kanıtlamıştır.*

Athena’ya benzer şekilde erkek çocuk Dionysus da annesinden değil, Zeus’un vücudundan doğar. Rahim görevi gören bu kez Zeus’un bacağıdır. Ölümlü bir kadınla beraber olan Zeus, kadın hamileyken ünlü şimşekleri ile fetüsü kadının vücudundan ayırır ve kendi bacağına yerleştirir. Dionysus daha sonra buradan doğar. Kadının karnının yerini erkekte bacak ya da kafa alması, dişil özelliklerin yokken bile bir erkeğin “hayat” verebilme gücünü göstermiştir bütün dünyaya.

Afroditin köpüklerden doğması, Havva’nın günahkâr olması, nefsine hakim olamayıp Adem’i kandırması ve insanlığı cennetten kovdurması, Pandora’nın kendisine emanet edilen kutuyu arzularına sahip çıkamayarak açması ve kötülüklerin dünyaya yayılması, Hera adlı tanrıçanın aldatıldığında sinirlenmesi, Afrodit’in âşık olduğu erkeğin arkasından ağlayarak ona gitmemesi için yalvarması… Çünkü onlar Tanrıça dahi olsalar öncelikle birer kadındır ve kadın ‘zayıf’ olmak zorundadır.

Pencereden bakıyorum diz boyu kar. Hırsla yağıyor gökyüzü yeryüzüne. Toprak ana sarınmış beyaz bir kürke. Valizim kapının hemen yanında. İçeride bir adam hala savaş naraları atarak kafasından doğurmaya çalışıyor insanı. Aklımda binlerce yıl öncesinin tanrıçalarıyla; Havva’yla, Pandora’yla, Athena’yla açıyorum kapıyı; kar yığılıyor içeriye. Ayaz bir tokat gibi suratıma çarpıp, kuzey rüzgârı jilet gibi kesiyor. Direnip gömülüyorum karlara. Toprak Ana’ya ulaşmaya çalışıyorum. Rahmin sıcaklığına, ruhun kutsallığına, doğa ananın gücüne, karşılıksız sevgiye…

Doğurganlığı bile tekeline alıp tanrısal gücünü perçinleyen Zeus’un torunları tarımın da keşfinden sonra her mevsim ayrı ürün veren toprak anaya da ihanete başlayıp onu da köle haline getirmiş, bağrına betonları dikmiş, buğdayın özü makinenin acı çığlıkları arasında biçilmiş,  bembeyaz pamuklar kozalarından çıkmaya korkmuş, yaprakları lekeli gelincikler boyunlarını bükmüşler. Doğurganlığı ele geçiren ama bununla da yetinmeyen Zeus aynı zamanda can alıcı, yok edici bir tanrıya dönüşüp kadından intikam alma kodlarını nesilden nesile milyonlarca yıldır aktarmış.

Dışarısı öyle soğuk ki, ama oralı olmuyorum. Gözümün moru soğuktan parmak uçlarıma kaymış ve bu defa moru çok seviyorum. Şehrin küçük evlerinin damlarından, pencerelerinden sarkan buz kütleleri güneşle erimeye başlıyor. Issız ve sessiz sokakta kayıp düşüyorum. Kalkma hamleleri yaparken bir elimden Havva, bir elimden Pandora tutup yardım ediyor. Birlikte yürüyoruz, soluk soluğa, düşe kalka...

*İnternet,www.yenidüzen.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder