14 Mart 2020 Cumartesi

İNSAN MI VİRÜS MÜ?










İNSAN MI, VİRÜS MÜ? HANGİSİ DAHA TEHLİKELİ? 

İlk önce Çin’in Wuhan kentindeki görüntüleri görünce ürktüm. Kibrit kutusu gibi prizmalara yerleşmiş,  Gri puslu kasvet dağıtan gökyüzünün altında, balkonda, pencerelerde insanlar. Birbirlerine sesleniyorlar. Pes etme Wuhan, umudunu kaybetme, diye. Bir film karesi gibi, çok da etkileyici. İyi gişe hasılatı yapardı gerçekten bir film olsaydı.  Arkasından da kaldırımda yatan ölmüş Çinli dünyalılar, ağızları maskeli.  Korku filmi, tek kelimeyle. İşte o ara penceredeki Çinli genç kız hapşırıverdi, virüsler özgür kaldı, saçıldı havaya. Siz istediğiniz kadar çizin sınırları, kırmızı çizgilerinizi çekin, zavallı göçmenlere gücünüz yeter, , minik bebeklere kadar nefesiniz, der gibi.  Zira nokta kadar virüs Öbür kıtadaki İtalyan delikanlının boğazına yerleşiverdi. Batı hayranlığı var ya Uzak Doğulularda, virüsleri de öyle.

7,7 MİLYAR akrabamız olmuş Dünya’da.  Ne büyük ve de fertleri  birbirine çok bağlı bir aile. Hepsi uçuyor, ayakları basmıyor bir türlü yere. Günde 107 bin uçuş gerçekleşirken, 119 milyar insan da hep havalarda. Kendini beğenmiş. Sanırsınız ki gökyüzünde bir sanal Ülke oluşmuş. Atmosfer de de sınırlar çizilebilir mi ki?

 2014 EBOLA ( ZAİRE)  2002 SARS ( ÇİN)) , 2019 DOMUZ GRİBİ…( MEKSİKA) KUŞ GRİBİ( İTALYA, 1878)
Daha eskilere gidersek, 1918’lerde İSPANYOL GRİBİ, 19.-20. YY, 1850’ LERDE KOLERA SALGINI, 1956 ASYA GRİBİ, 14. YY KARA ÖLÜM, VEBA. …
Virüs, bakteri, hepsi sınırları aşmış. Kırmızı çizgiler vız gelmiş onlara. Binlerce, milyonlarca insanı yok edivermişler yeryüzünden.

Aşırı nüfus artışı, göçler, çarpık kentleşme, doğayı tahrip etme, tarım arazilerini yok etme, hayvancılığı fabrikalara hapsetme, tüketim, tüketim, tüketim, daha çok para daha daha, hırs uğruna insanı insana düşman etme. İnsanı insana kırdırma. Savaşlar, silahlar, bombalar. Harcanan trilyonlar, kentilyonlar… Diğer tarafta açlıktan kemikleri sayılan kocaman gözlü yüzü sinekli Afrikalı çocuklar, ya da Ege kıyılarında bir kumsalda rahat bir uyku çektiğini sandığınız Aylan Bebekler. Ne güzel politika değil mi?  Wonderful sistem.  Tamamen hakkaniyet çerçevesinde bir ilişki.



İnsanın günümüzdeki nüfus oranı virüslerden, topraktaki solucanlarda daha az. Yeryüzündeki canlıların sadece yüzde 0,01 i insanoğlu. Ama tarihin başlangıcından beri gezegendeki vahşi hayvanların yüzde 83’ü, bitkilerin ise yarısı insan eliyle yok edilmiş durumda.

Aman boş verin. Araya bir Didem Madak cümlesi sıkıştırıveresim geldi. Şöyle diyordu bir dizesinde.’’ Herkes çıkarsın kalbini. O çirkin mücevher sandığından ve herkes O’nu birbirine fırlatsın’’

Hak, hukuk, saygı demişken aklıma geldi… Siz TAÇLARIN UTANGAÇLIĞI, deyimini duydunuz mu sahi? Hadi size anlatayım.
Şöyle bir düşünün şimdi,  siz ormanlık bir alanda yürürken başınızı kaldırıp da gökyüzüne baktınız mı hiç?

CROWN SHYNESS olarak da bilinen taç utangaçlığı, okaliptüs, sıtka ladini, japon karaçamı, lodgepola çam, siyah mangrov, kara ağaç gibi bazı uzun bitki türlerinin en tepesindeki dallarının birbirine değmekten kaçınmasına deniyor. En tepedeki dalların neredeyse birbirine değmekten utanması.


Nerede ve hangi iklimde oldukları fark etmeyen ağaçlar; kıvrımlar, zikzaklar, nehir boşlukları veya gökyüzü çatlakları gibi şekiller oluşturur. Bu ağaçların hem kendi hem de komşu ağacın sağlığını gözeterek hareket ettiğine bağlanan bir olgu.

İlk kez 1920 li yıllarda gözlemlendiği bilinen ve ağaçları birbirinin kişisel alanına duyduğu saygı olarak da yorumlanabilecek bu doğa olayı bilimsel acıdan 3 temele dayandırılıyor.

Bunlardan ilki, rüzgârlı havalarda en tepedeki dalların birbirine çarpıp kırılmasının önüne geçmek.
İkincisi fotosentez için her bir ağacın güneşe erişimini kolaylaştırmak.
Üçüncüsü de ağaçlar arasında böcek geçişini ve hastalıkların yayılmasını önlemek

Bu ilginç fenomen ağaçların hem her daim birlikte hem de müthiş bir uyum içinde yaşamasının bir örneği olarak yorumlanıyor, doğanın bizlere günlük hayatlarımıza adapte edebileceğimiz bir mesaj verdiğini düşünülüyor.


Ama bu mesajı anlar mı ki insanoğlu?

Ağaç dallarının utangaçlığını anlayabilir mi ki? Ne dersiniz?

Hadi bir şiirle bitirelim bu darmadağınık yazıyı. İyi ki zarif insanlar da var, dedirten Zarifoğlu'nun dizeleriyle. 

İnsan sevmeli,
Bazen bir insanı,
yahut bir ağacı,
ya da kanadı kırık bir kuşu,
zaten sevmezse insan,
İnsan mı olur? C.ZARİFOĞLU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder