İNSAN MI, VİRÜS MÜ? HANGİSİ DAHA TEHLİKELİ?
İlk önce Çin’in Wuhan kentindeki görüntüleri görünce ürktüm.
Kibrit kutusu gibi prizmalara yerleşmiş,
Gri puslu kasvet dağıtan gökyüzünün altında, balkonda, pencerelerde
insanlar. Birbirlerine sesleniyorlar. Pes etme Wuhan, umudunu kaybetme, diye.
Bir film karesi gibi, çok da etkileyici. İyi gişe hasılatı yapardı gerçekten
bir film olsaydı. Arkasından da kaldırımda
yatan ölmüş Çinli dünyalılar, ağızları maskeli. Korku filmi, tek kelimeyle. İşte o ara penceredeki
Çinli genç kız hapşırıverdi, virüsler özgür kaldı, saçıldı havaya. Siz
istediğiniz kadar çizin sınırları, kırmızı çizgilerinizi çekin, zavallı
göçmenlere gücünüz yeter, , minik bebeklere kadar nefesiniz, der gibi. Zira nokta kadar virüs Öbür kıtadaki İtalyan
delikanlının boğazına yerleşiverdi. Batı hayranlığı var ya Uzak Doğulularda,
virüsleri de öyle.
7,7 MİLYAR akrabamız olmuş Dünya’da. Ne büyük ve de fertleri birbirine çok bağlı bir aile. Hepsi uçuyor, ayakları
basmıyor bir türlü yere. Günde 107 bin uçuş gerçekleşirken, 119 milyar insan da
hep havalarda. Kendini beğenmiş. Sanırsınız ki gökyüzünde bir sanal Ülke
oluşmuş. Atmosfer de de sınırlar çizilebilir mi ki?
2014 EBOLA ( ZAİRE) 2002 SARS ( ÇİN)) , 2019 DOMUZ GRİBİ…(
MEKSİKA) KUŞ GRİBİ( İTALYA, 1878)
Daha eskilere gidersek, 1918’lerde İSPANYOL GRİBİ, 19.-20. YY,
1850’ LERDE KOLERA SALGINI, 1956 ASYA GRİBİ, 14. YY KARA ÖLÜM, VEBA. …
Virüs, bakteri, hepsi sınırları aşmış. Kırmızı çizgiler vız gelmiş
onlara. Binlerce, milyonlarca insanı yok edivermişler yeryüzünden.
Aşırı nüfus artışı, göçler, çarpık kentleşme, doğayı tahrip
etme, tarım arazilerini yok etme, hayvancılığı fabrikalara hapsetme, tüketim,
tüketim, tüketim, daha çok para daha daha, hırs uğruna insanı insana düşman
etme. İnsanı insana kırdırma. Savaşlar, silahlar, bombalar. Harcanan trilyonlar,
kentilyonlar… Diğer tarafta açlıktan kemikleri sayılan kocaman gözlü yüzü
sinekli Afrikalı çocuklar, ya da Ege kıyılarında bir kumsalda rahat bir uyku
çektiğini sandığınız Aylan Bebekler. Ne güzel politika değil mi? Wonderful sistem. Tamamen hakkaniyet çerçevesinde bir ilişki.
İnsanın günümüzdeki nüfus oranı virüslerden, topraktaki solucanlarda daha az. Yeryüzündeki canlıların sadece yüzde 0,01 i insanoğlu. Ama tarihin başlangıcından beri gezegendeki vahşi hayvanların yüzde 83’ü, bitkilerin ise yarısı insan eliyle yok edilmiş durumda.
Aman boş verin. Araya bir Didem Madak cümlesi
sıkıştırıveresim geldi. Şöyle diyordu bir dizesinde.’’ Herkes çıkarsın kalbini. O çirkin mücevher sandığından ve herkes O’nu
birbirine fırlatsın’’
Hak, hukuk, saygı demişken aklıma geldi… Siz TAÇLARIN UTANGAÇLIĞI, deyimini duydunuz
mu sahi? Hadi size anlatayım.
Şöyle bir düşünün şimdi, siz ormanlık bir alanda yürürken başınızı
kaldırıp da gökyüzüne baktınız mı hiç?
CROWN SHYNESS
olarak da bilinen taç utangaçlığı, okaliptüs, sıtka ladini, japon karaçamı,
lodgepola çam, siyah mangrov, kara ağaç gibi bazı uzun bitki türlerinin en
tepesindeki dallarının birbirine değmekten kaçınmasına deniyor. En tepedeki
dalların neredeyse birbirine değmekten utanması.
Nerede ve hangi iklimde oldukları fark etmeyen ağaçlar;
kıvrımlar, zikzaklar, nehir boşlukları veya gökyüzü çatlakları gibi şekiller
oluşturur. Bu ağaçların hem kendi hem de komşu ağacın sağlığını gözeterek
hareket ettiğine bağlanan bir olgu.
İlk kez 1920 li yıllarda gözlemlendiği bilinen ve ağaçları
birbirinin kişisel alanına duyduğu saygı olarak da yorumlanabilecek bu doğa
olayı bilimsel acıdan 3 temele dayandırılıyor.
Bunlardan ilki, rüzgârlı havalarda en tepedeki dalların
birbirine çarpıp kırılmasının önüne geçmek.
İkincisi fotosentez için her bir ağacın güneşe erişimini
kolaylaştırmak.
Üçüncüsü de ağaçlar arasında böcek geçişini ve hastalıkların
yayılmasını önlemek
Bu ilginç fenomen ağaçların hem her daim birlikte hem de
müthiş bir uyum içinde yaşamasının bir örneği olarak yorumlanıyor, doğanın
bizlere günlük hayatlarımıza adapte edebileceğimiz bir mesaj verdiğini
düşünülüyor.
Ama bu mesajı anlar
mı ki insanoğlu?
Ağaç dallarının utangaçlığını anlayabilir mi ki? Ne dersiniz?
Hadi bir şiirle bitirelim bu darmadağınık yazıyı. İyi ki zarif insanlar da var, dedirten Zarifoğlu'nun dizeleriyle.
İnsan sevmeli,
Bazen bir insanı,
yahut bir ağacı,
ya da kanadı kırık
bir kuşu,
zaten sevmezse insan,
İnsan mı olur? C.ZARİFOĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder