27 Mart 2020 Cuma

SEVGİLİ GÜNLÜK







   



Sevgili Günlük
Corona karantina günlerinin bilmem kaçındayız. Saymıyorum, saymayacağım da kararlıyım. Doğa bana ne layık gördüyse veya kaderci olup ne yazıldıysa alnıma yaşayacağım hiç şikâyet etmeden. Susup oturacağım bir kenarda.Gerçi hep susmaktan oldu bilirim bunlar da ...
Bir kaç gündür yazmadım bu güzel sayfalarına sevgili günlük.zehirimi akıtıp, içimdekileri kusup seni de kirletmeyeyim, dedim. Hafif kırık vücut halim, şiddetli param parça ruh halimle kelimelerim sayfalarını yırtar, deler geçer diye korktum.
Öfkeliydim, nasıl bu hallere geldi insanoğlu diye. Okudukça daha çok delirdim. Bill Gates’in konuşmalarını okudum yıllar öncesi ‘’ önümüzdeki 10 yıl içinde herhangi bir şey 10 milyondan fazla insanı öldürürse bu muhtemelen bir savaştan çok, yüksek derecede bulaşıcı bir virüs olacak. Salgın hastalıkları durdurmak için çok az yatırım yaptık ve bir sonraki salgın için hazır değiliz ‘’
Sonra gazetede Almanya ‘da din adamlarının pardon bilim adamlarının uyarılarını gördüm.
‘’Almanya’da Robert Koch Enstitüsü Başkanlığı’nda hazırlanan “Risk Analizi ve Halkı Koruma” başlıklı raporda ‘SARS CoV’ virüsünün mutasyona uğrayıp ‘pandemi’ olacağı, tüm dünyayı etkileyeceği ve binlerce kişinin hayatını kaybetmesine neden olacağı belirtiliyor.
Alman Meclisi'ne sunulan, 10.12.2012 tarihli ve 17/12051 sayılı raporda dikkat çeken bulgular ve bilgiler içeriyor. Sekiz yıl önce yapılan salgın tahminine göre, yaşlıların yüzde 10'u bu virüsten etkilenecek ve virüs üç ayrı dalga halinde yayılacak.’’
İnsanoğlu biliyormuş işte, diyanete daha çok para ayıran, pardon yine pardon, bilime diyecektim,   kafası çalışan, ileriyi gören, gidişatı tahmin edenler söylemiş, daha ne olsun ki. SARS, EBOLA… Geliyorum demiş CORONA.
Artık ya Corona’dan ya da panik Atak’tan gidecektim ona karar verdim. Gittim kendime bir kutu hafif sakinleştirici bile aldım. Bülent’e mide ilacı dedim. Dalga geçer vallahi, anlamaz o beni. Adam materyalist, akılcı. Benim gibi bir diplerde,  bir tepelerde değil ki.’’ Normal, dengeyi koruyacak doğa,  senin gibi zayıflara yer yok bu dünyada hahaha,  deyip sinirimi bozuyor.
Bugün sanki daha bir umutluyum ama. Akşam rüyamda Hacı Sabancı’yı gördüm.Corona günleri bitmiş ‘’Sakin ol Champ ,  ben dersimi aldım,  gel biraz da bu yalıda sen spor yap’’ diyor bana.Trump, Merkel, Erdoğan, Xi Jinping ve dünyanın bütün meclisleri feshetmiş kendini ‘’ biz beceremedik, akıl adamları gelsin bu koltuklara, özür dileriz’’ diye tek tek terk ediyorlar sahneyi. Sonra da kocaman ciplerini bırakmış insanlar minimalist hayat diye bağırıyorlar.  İnsanlık Dolaplarındaki bütün eşyaları, hırslarını, küçülmüş, modası geçmiş ayakkabılarını,  boşaltmaya başlamışlar. Ne çok, ne çok bunlar diye. En çok söylenen hit şarkı’ ’paranın ne önemi var, mühim olan insanlık ’’olmuş.  Elele tutuşmuş sarı benizlisi, çekik gözlüsü, kara derilisi.
Bu gün iyi geçecek galiba günüm. Dün çiğbörek yapmıştım ilk defa, mutfak becerilerim artacak sanırım. EE moda şimdi ekmek yapmakta. Ona da sıra gelir belki. İşte sevgili günlük gördüğü rüya ile bile mutlu olabilen bir insanoğlu yaşıyor yeryüzünde. Ekmek, çiğbörek oyalanıp duruyor. Ama haklı. Bir şey yapmak lazım çünkü bir şey yapmak lazım…

14 Mart 2020 Cumartesi

İNSAN MI VİRÜS MÜ?










İNSAN MI, VİRÜS MÜ? HANGİSİ DAHA TEHLİKELİ? 

İlk önce Çin’in Wuhan kentindeki görüntüleri görünce ürktüm. Kibrit kutusu gibi prizmalara yerleşmiş,  Gri puslu kasvet dağıtan gökyüzünün altında, balkonda, pencerelerde insanlar. Birbirlerine sesleniyorlar. Pes etme Wuhan, umudunu kaybetme, diye. Bir film karesi gibi, çok da etkileyici. İyi gişe hasılatı yapardı gerçekten bir film olsaydı.  Arkasından da kaldırımda yatan ölmüş Çinli dünyalılar, ağızları maskeli.  Korku filmi, tek kelimeyle. İşte o ara penceredeki Çinli genç kız hapşırıverdi, virüsler özgür kaldı, saçıldı havaya. Siz istediğiniz kadar çizin sınırları, kırmızı çizgilerinizi çekin, zavallı göçmenlere gücünüz yeter, , minik bebeklere kadar nefesiniz, der gibi.  Zira nokta kadar virüs Öbür kıtadaki İtalyan delikanlının boğazına yerleşiverdi. Batı hayranlığı var ya Uzak Doğulularda, virüsleri de öyle.

7,7 MİLYAR akrabamız olmuş Dünya’da.  Ne büyük ve de fertleri  birbirine çok bağlı bir aile. Hepsi uçuyor, ayakları basmıyor bir türlü yere. Günde 107 bin uçuş gerçekleşirken, 119 milyar insan da hep havalarda. Kendini beğenmiş. Sanırsınız ki gökyüzünde bir sanal Ülke oluşmuş. Atmosfer de de sınırlar çizilebilir mi ki?

 2014 EBOLA ( ZAİRE)  2002 SARS ( ÇİN)) , 2019 DOMUZ GRİBİ…( MEKSİKA) KUŞ GRİBİ( İTALYA, 1878)
Daha eskilere gidersek, 1918’lerde İSPANYOL GRİBİ, 19.-20. YY, 1850’ LERDE KOLERA SALGINI, 1956 ASYA GRİBİ, 14. YY KARA ÖLÜM, VEBA. …
Virüs, bakteri, hepsi sınırları aşmış. Kırmızı çizgiler vız gelmiş onlara. Binlerce, milyonlarca insanı yok edivermişler yeryüzünden.

Aşırı nüfus artışı, göçler, çarpık kentleşme, doğayı tahrip etme, tarım arazilerini yok etme, hayvancılığı fabrikalara hapsetme, tüketim, tüketim, tüketim, daha çok para daha daha, hırs uğruna insanı insana düşman etme. İnsanı insana kırdırma. Savaşlar, silahlar, bombalar. Harcanan trilyonlar, kentilyonlar… Diğer tarafta açlıktan kemikleri sayılan kocaman gözlü yüzü sinekli Afrikalı çocuklar, ya da Ege kıyılarında bir kumsalda rahat bir uyku çektiğini sandığınız Aylan Bebekler. Ne güzel politika değil mi?  Wonderful sistem.  Tamamen hakkaniyet çerçevesinde bir ilişki.



İnsanın günümüzdeki nüfus oranı virüslerden, topraktaki solucanlarda daha az. Yeryüzündeki canlıların sadece yüzde 0,01 i insanoğlu. Ama tarihin başlangıcından beri gezegendeki vahşi hayvanların yüzde 83’ü, bitkilerin ise yarısı insan eliyle yok edilmiş durumda.

Aman boş verin. Araya bir Didem Madak cümlesi sıkıştırıveresim geldi. Şöyle diyordu bir dizesinde.’’ Herkes çıkarsın kalbini. O çirkin mücevher sandığından ve herkes O’nu birbirine fırlatsın’’

Hak, hukuk, saygı demişken aklıma geldi… Siz TAÇLARIN UTANGAÇLIĞI, deyimini duydunuz mu sahi? Hadi size anlatayım.
Şöyle bir düşünün şimdi,  siz ormanlık bir alanda yürürken başınızı kaldırıp da gökyüzüne baktınız mı hiç?

CROWN SHYNESS olarak da bilinen taç utangaçlığı, okaliptüs, sıtka ladini, japon karaçamı, lodgepola çam, siyah mangrov, kara ağaç gibi bazı uzun bitki türlerinin en tepesindeki dallarının birbirine değmekten kaçınmasına deniyor. En tepedeki dalların neredeyse birbirine değmekten utanması.


Nerede ve hangi iklimde oldukları fark etmeyen ağaçlar; kıvrımlar, zikzaklar, nehir boşlukları veya gökyüzü çatlakları gibi şekiller oluşturur. Bu ağaçların hem kendi hem de komşu ağacın sağlığını gözeterek hareket ettiğine bağlanan bir olgu.

İlk kez 1920 li yıllarda gözlemlendiği bilinen ve ağaçları birbirinin kişisel alanına duyduğu saygı olarak da yorumlanabilecek bu doğa olayı bilimsel acıdan 3 temele dayandırılıyor.

Bunlardan ilki, rüzgârlı havalarda en tepedeki dalların birbirine çarpıp kırılmasının önüne geçmek.
İkincisi fotosentez için her bir ağacın güneşe erişimini kolaylaştırmak.
Üçüncüsü de ağaçlar arasında böcek geçişini ve hastalıkların yayılmasını önlemek

Bu ilginç fenomen ağaçların hem her daim birlikte hem de müthiş bir uyum içinde yaşamasının bir örneği olarak yorumlanıyor, doğanın bizlere günlük hayatlarımıza adapte edebileceğimiz bir mesaj verdiğini düşünülüyor.


Ama bu mesajı anlar mı ki insanoğlu?

Ağaç dallarının utangaçlığını anlayabilir mi ki? Ne dersiniz?

Hadi bir şiirle bitirelim bu darmadağınık yazıyı. İyi ki zarif insanlar da var, dedirten Zarifoğlu'nun dizeleriyle. 

İnsan sevmeli,
Bazen bir insanı,
yahut bir ağacı,
ya da kanadı kırık bir kuşu,
zaten sevmezse insan,
İnsan mı olur? C.ZARİFOĞLU

7 Mart 2020 Cumartesi

KAPA ÇENENİ






KAPA ÇENENİ! 

KADIN, KADIN, adın kadar taş düşsün başına. Sen olmasaydın ne kadar güzel olacaktı bu kalçaların gibi yuvarlacık dünya. Ne kadar huzurlu olacaktı. Kavgasız, silahsız… Erkek nesli rahat bir oh diyecekti. Öfkelendiriyorsun onları varlığınla. Şeytan gibisin kötü kötü şeyler getiriyorsun koca koca sakallı hacı Hoca’nın bile aklına. Hele bir de o kırmızı rujun yok mu, o kırmızı. Boğayı çeken pelerin gibi. Bir de bir de daracık taytların, ah o mini eteklerin yok mu, edep hayâ sanki gardırobunda saklı kalmış? Diksin sana Cemil İpekçi uzun pazen eteğini.  Çiçekli, böcekli.

Bu dünyada erkek denen varlık olduğunu unutuveriyorsun. Onun hak ettiği yerlere hiç utanmadan göz dikiyorsun. Üstüne bir de kendi ayaklarım üzerinde duracağım diye tutturuyorsun. Yok, sosyo ekonomik durumumu belirleyeceğim, yok özgürce yaşayacağım. Hop, dur bakalım. O kadar da uzun boylu değil. Sen evinde otursana hanım hanımcık. Çocuklarını yetiştir, efendine yemek pişir, arkadan da tatlı,  hanımgöbeği mesela, koltuğa uzansın,  göbeğini kaşısın. Ama tuzlu yapma yemeği, yoksa sen yersin sonra dayağı.  Hatta hatta sıcak sular hazırla, yıka ayaklarını. Kokuyor mu ayakları,  o senin sorunun, gül suyu ile yıka, yap işte bir şeyler. Annen öğretmedi mi sana bunları? Evini bal dök yala yap.  Halıları çırp, kocanı dövüyor gibi değil ama? O seni döverse ise hiç üzülme, çok sevdiğindendir.



Korkuyor musun sokaklarda gezmeye, hem de gece mi? Şaşırdın galiba sen. Tabi ki taciz ederler, tabi ki tecavüz ederler.  Gece vakti kadın kısmısının ne işi var sokaklarda. Gezebilmen için sokaklarda daha vahşi olmalısın, incecik ellere değil kocaman kaba saba ellere sahip olmalısın. Var mı bunlar sende, var mı ki? Geceler erkeklere aittir, gündüzlerin olduğu gibi, gökyüzü de onlara aittir, yıldızlar da, güneş, gökkuşağı. Sana düşen ise kara bulutlar ya da meteorlar. Kadınlar da erkeklere aittir. İstediği kadar kadına sahip olabilir. Sorun yok bunda tabi ki. O hak edendir. Sense ait olduğun yerde, onun dizinin dibinde.

Sakın kız çocuk doğurma. O bilmez x, y genlerini,  yine de suçlar seni. Korkar kız çocuğundan, çünkü kendi gelir aklına, aklındaki kadına ait düşünceler gelir. Korkar kendi varlığından. O yüzden erkek olsun ister, erkek gerekli bu dünyaya der.

Sen de şimdi çıkmışsın ortaya, diyorsun ki,

SAÇLARIMI SAVURURUM, HAKLARIMI SAVUNURUM,

BENİM BEDENİM, BENİM KARARIM,

KADIN, ERKEK EŞİTLİĞİ,

ÖLDÜRÜLMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE HAYALİMİZ,

LÜTFEN SEVME BENİ,

Diye diye sokaklarda bağırıyorsun. İş mi bu senin yaptığın şimdi? Bak şimdi yine öfkelendiriyorsun, kızdırıyorsun, huzur kaçırıyorsun. Dayak geliyor, ona göre!

                                                                                                                           NAZAN ÇİNKO