YIKILMADIM, AYAKTAYIM: BERLİN
Berlin’e yolculuğumuza Bandırma’dan başlarsam sayfalar
gerekebilir. Zira aklı olanın yola çıkmayacağı, sisin yeryüzünü kapladığı, bir adım ilerisinin görülmediği ama
bizim çıkmak zorunda olduğumuz bir geceydi. Yan Koltukta aklımdan ne senaryolar
ürettim bir bilseniz. Walking Dead ya da
Fredy’nin Kâbusları yanında hiç kalır … Sabiha Gökçen'e ulaştığımızda ohhh çektim
derinlerden. Arabadan indiğimde boyun kaslarım tutulmuş, bütün sinirlerim gerilmişti.
Ne geceydi ama. Macera mı işte, daha ne istiyorsun yani…
Berlin Shcönefeld Hava Limanı, küçük bir alana sahip. Ama
Berlin’e çok uzak. Hiç sorun değil, zira öyle bir ulaşım ağı var ki ulaşamamak
diye bir şey olamaz. 1900’ler de ulaşım ağı kaplamış Berlin’i. Demir ağlarla
ördük, lafı, sanki onlar tarafından yazılmış gibi geldi bana. Sbahn, Ubanh,
tren… Bilet makinaları her yerde ve de Türkçe dil seçeneği de cabası. Ohh
ne rahat…
Örneğin bu köprü Spree nehrinin üzerinde çift katlı bir köprü ve üzeri yine demir ağlarla kaplı. Demiştim size. Müthiş bir ulaşım ağı, söz konusu. Ayrıca köprünün mimarisine değinmiyorum bile, zaten görüyorsunuz muhteşemliğini. OBERBAUMBRÜCKE
Ulaşım ağı süper ama biz şehri keşfedelim diye yürüdük tabi ki. Hem de ne yürümek. Günde 20
bin civarı adım ataraktan, Bülent Çinko bu, yürütüyor vallahi. (Ama hakkını yememem lazım,acayip harita okuyor. Ben boşuna harita müh. seçmedim evlenirken, işte bedava rehber. ) Trafik
lambalarında yaya ışığı yanınca AMPELLMAN çıkıyor karşınıza. Sokakları yayalar için
daha güvenli yapmaya dikkat çekme fikrinden doğmuş. YA BUNLARIN İŞİ Mİ YOKMUŞ,
NELERLE UĞRAŞMIŞLAR KARDEŞİM. Küçük figürlere sevimli simgelere anlamlar
yüklemişler bu şehirde. Ampelman adına bir sürü satış mağazası bile var.
Berlin’e kasvetli, gri demişler, sanki zavallı şehrin suçu. Güneş
çıktı mı şehir aydınlanıveriyor, parklar cıvıl cıvıldıyor. Baharda hayal ediyorum buraları. O kadar
devasa ağaçlarla kaplı ki yollar, bulvarlar. TEEGARDEN parkı, 210 hektarlık
alanı ile şehrin akciğeri olmuş.
1830’lu yıllarda yapılmış, II. Dünya savaşında
ağır hasar almış, ağaçlar yoksul kalan halk tarafından kesilmiş yakmak
amacıyla. Ama Almanya’nın dört bir yanından gelen bağışlarla 1949 yılında
kaybettiği dokusuna tekrar kavuşmuş.
Zafer Anıtı ( Victoria Coloumn, Danimarka, Fransa ve Avusturya Zaferlerini
simgeliyormuş) ve Hayvanat Bahçesi'ni( zoologischer garten) Barındırıyor içinde.
Yanında federal Parlemento Binası...
HOLOSCAUST ANITI… Atalarının işledikleri suçlar torunlara
miras kalır mı? Bunu en iyi Alman halkı bilir herhalde. Bütün insanlık yaşamış
kıyımı, bütün insanlık yapmış kıyımı. Yapmadım diyen yalan söyler. Savaş,
şartlar bunlar masal kısmı… Yüzleşmişler işte, yaptık demişler, her gün de yüzleşiyorlar…
Sözde Düzenli olan bir sistemin insanlık bağının kopuşunu simgeliyor bu yanyana dizilmiş kütleler. Burada gezerken Anne Frank'ı düşündüm. Kendimi onun yerine koydum. Bir odaya saklandığımı ve her an yakalanma ve toplama kamplarına götürülme korkusuyla yaşadığımı düşledim.
Karşısında BRANDENBURG KAPISI. (1788- 1791) Öyle ki kapının üzerindeki atlı heykeli, Napolyon şehri alınca Paris'e taşıtmış, ama şehir geri alınınca tekrar Berlin'e taşınıp kapının üzerine yerleştirilmiş.
Yapraklarını dökmüş bulvarda yürüyünce POSTDAMER PLATZ karşınıza çıkıyor. Sony Center
gibi yapılarla hareketlendirilmiş. Berlin duvarının küçücük bir bölümü kalmış
ve üzeri yapıştırılmış sakızlarla dolu.
Biraz ileride CHACK POİNT CHARLİE… Bölünmüş Berlin'de doğu, batı arasında geçiş noktası. Amerikan ordusu
tarafından geçişleri kontrol altında tutmak için yapılmış. Her yerde, her
dönemde Amerika, Amerika…
BEBELPLATZ , ismini ünlü sosyalist yazar August Bebel' den alan ve kitap yakılan meydan. Her dönem yakılmış kitaplar, ne ister insanlar şu kitaplardan, neden korkarlar cansız, kansız varlıklardan, bilemedim. Naziler 10 Mayır 1933'te kitap yakma ayini düzenlemişler bu meydanda. Daha 1821 yılında ünlü Alman Şair HEİNE '' Bu gün kitap yakanlar, yarın insan yakar'' demiş ya kehaneti tutmuş. Yıllar sonra hem kendi kitapları yanmış, hem de binlerce insan yakılmış. Meydanın tam ortasında, şöyle bir plaka var.'' 10 Mayıs 1933'te Nasyonal Sosyalist öğrenciler, yüzlerce özgür yazarın, yayıncının, filozofun ve bilimcinin eserlerini bu meydanın ortasında yaktılar.''
Plakanın yanında ise yakılan kitaplar için, üstüste dizilmiş amana meydan okuyan kitapları tasvir eden bir anıt yapılmış ve meydanın ortasında cam bir zemin bulunuyor. Aşağı doğru bakınca boş kütüphane rafları görülüyor. Ünlü İskenderiye Kütüphanesini hatırllıyorum, ünlü Bağdat Kütüphanesi. Yakılan, yıkılan kütüphaneler. Fahreneit 451 filmindeki gibi yakılan her kitabı unutmamak adına ezberleyen birileri olmuş mudur ki?
MÜZELER ADASI,
ayrılmak istemeyeceğiniz yerlerden. BERGAMA MÜZESİ ise içiniz yakar.
ALTES, NEUSES, BERGAMA müzeleri' de yanyana bir mücevher gibi dizilmiş.( BERGAMA ZEUS tapınağının kalıntıları
1870’lerde II. Abdülhamitin izniyle Prusya’ya götürülmüş. Şimdi başka ülkelere
götürülmeden satılıyor memleket gerçi J EEE geri alsak ya. Verirler mi hiç sana , her yıl binlerce turist ziyaret
ediyor bu müzeyi. Bizim turiste falan htiyacımız yok gerçi, biz en en en büyük
devlet miydik ki?)
BERLİNER DOM…15. yy'da yapımına başlanan 1905 de tamamlanan,
KÖLN katedralinden sonra en görkemli katedral yapısı.
KAİSER WİLHELM KİLİSESİ…1943’TE bombardıman sırasında büyük
bir kısmı yıkılmış. Sanki benim üstüme de bombalar yağıyor sandım bir an, insanlar kaçışıyor, yüzlerce yaralı, ölü, sokaklarda. Ne acayip bir dünya, dedim. Yak, yık, öldür, yok et. Sonra tamir etmeye çalış...Kalpler tamir edilir mi hiç. Neyse, bu kilisenin yanına 1961’de modern ibadet alanları inşa edilmiş. Petek
görünümlü, vitray camlı…Ben hiç anlam veremedim. Hatta önce ,aa bunlar da
şaşırmış bizim gibi, bu muhteşem tarihin yanına modern binaları kondurmuşlar ,dedim ki
meğerse bilinçli bir yaklaşımmış. Eski kiliseye OYUK DİŞ, yandaki yeni binalara
RUJ VE PUDRA KUTUSU, adını takmış Almanlar. Çok yaygınmış Berlin'de binalara isimler takmak.
EAST SİDE GALLERY' de 1961’den 1986’ya kadar Almanya’yı ikiye
bölen Duvar’ın kalıntıları sizi karşılıyor, hem de o soğuk, o gri, o
askerlerin, tel örgülerin ardından, renklerle bezenmiş, o acıların ardından
insanoğlunun dayanma gücünü anlatıyor. 20' den fazla ülkeden gelen 105
sanatçının çalışmaları yer alıyor. Tabi ki daha çok özgürlük ve barış temalı resimler…
ALEXANDER PLATZ, sosyal
açıdan hareketli, Berlin’in merkezlerinden ille de uğramak gerekiyormuş. 1989
yılında 1 milyon kişiden fazla kişinin doğu Alman Hükümetini protesto ettiği
meydan.365 metrelik en yüksek yapı simge yapılardan. Kuleye çıkıp tüm Berlin’i
seyretmek mümkün. Ben seyretmedim, doğrusu...
KRAUZBERG, küçük İstanbul. Türkler her yerde. İstanbul pazarı, Karadeniz Balıkçısı, Antep Baklava… Demleme
çay…Killa Hakan'da burada. Kruezberg’de
doğmuş büyümüş. Getto hayatı yaşamış, suça karışmış, sokaklarla erken tanışmış, cezaevlerinde geçirdiği zamanlarda derdini
şarkı sözlerine dökmüş. Türkçe rap yaparak ününü Avrupa’ya taşırmışsa da hala
kendisi Kruezberg’de yaşamaktadır. Biz tanımak istedik aslında da yeterince arayamadık galiba.
MUSTAFA's GEMÜSE' nin döneri internette bir numara. Nerede ne yenir yazdığınızda Mustafa çıkıyor karşınıza. Soğuk demedik, uzak demedik, gittik bulduk. Bu havada kuyruk mu olurmuş canım, dedik, yanıldık. Kuyruk vardı gerçekten. Bir de baktım tavuk dönermiş hem de. Sebzeli, ekşi soslu bir döner ekmek...
NOEL PAZARLARI, her meydanda, süslenmiş, rengârenk minik kulübeler,
lezzet kokuları yayıyor etrafa. En çok da meşhur currywurst. ( Ben tabi ki yemedim. Sokak lezzetleriyle aram pek yoktur, söylemesi ayıp) Bütün insanların elinde ya sandwich olarak ya da kaplarda sosisli atıştırmalık, yanında bu soğukta genelde glühwein denilen sıcak şarap.
Demli sıcak bir çay yok mu buralarda?
YARIN: POSTDAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder