30 Kasım 2019 Cumartesi

ADI GÜLEDA










ADI GÜLEDA


Adı Güleda. Isparta’da Üniversite’de okuyor ve de bir apart yurtta kalıyordu. Son zamanlarda erkek arkadaşıyla anlaşamamaya başlamışlardı ve genç kız ayrılmak istediğini söylemişti. İşte olaylar tam da bundan sonra moda jargonla söylersek  level atladı.

Asla terkedilemez olanlar grubundan olan genç delikanlı önce 15 Kasım’da bir mesaj paylaştı sosyal Medya’da herkesin gözüne sokarak hem de.’’ Canınız istediği zaman ölemeyeceksiniz’’ (1) Ve de öfkeyle çıktı yola, kızgın bir boğa gibi burnundan soluya soluya. Muğla’dan Isparta’ya geldi bir otobüs koltuğunda. Otobüsün radyosunda’’ SENİ BENDEN ALAMAZLAR, YA BENİMSİN YA TOPRAĞIN, AŞKIMIZI YIKAMAZLAR, YA BENİMSİN, YA TOPRAĞIN’’ çalıyordu Ferdi Tayfur’dan. İnince hiç vakit kaybetmeden Güleda’nın apartına gitti. Genç kızın evinin perdeleri kapalı, hey yer karanlıktı. Zile bastı, umutsuzca cıvıldadı kuş sesi apartman boşluğunda. Daha çok öfkelendi boğa, pardon genç delikanlı. Bekleyecekti, ama nerede, bilemedi, kimseyi tanımazdı buralarda. Otogara döndü. Otogar ’da yüzlerce insan göçer kuş gibiydi. Arada kaynar giderdi. 2 gece kaldı orada.(2)

İki gün sonra tekrar aparta gidip zile bastığında kuşlar cik cik, sevgilin  geldi der gibilerinden cıvıldıyordu bu sefer. Ve kapıyı açtı Güleda. Delikanlıyı görünce göz bebekleri büyüdü korkudan. Ama içeri aldı erkeği yine de.(3) Konuşuruz, anlatırım, dedi içinden, anlar beni. Tam konuşmaya başlıyorlardı ki, kuşlar yine cıvıldamaya başladı. Biri daha gelmişti. Kapıyı açtılar ki, Güleda’nın yeni arkadaşı Osman kapıdaydı. İki erkek dişisine sahip çıkmak arzusunda kabartmışlardı sırtlarını. Zafer aldı kızın yeni erkek arkadaşı olan Osman’ı indirdi sokağa. ‘’ Bak bu benim 5 yıllık arkadaşım, nasıl bırakabilirim ki onu, git yoluna, dedi Osman’a. Osman uzaklaştı yeni arkadaş olmanın cezası olarak.(4
  Bu arada genç kız annesini aradı telefonla, korkuyorum, dedi.(5) Zafer tekrar eve gelince,  konuşamadılar bile. Çünkü kızgın boğa yapıştı kızın boynuna. Sıkıyor, sıkıyordu. Kız yalvardı, ne olur bırak, hava alayım biraz. Bıraktı boğa, dışarı çıktılar, markete gittiler. Bu arada Osman’ı aradı kız bir fırsat bulup, kurtar beni, diye.(6) Bunu  fark eden delikanlı alıp kırdı telefonu. Kız kaçmaya çalıştı,  ama başaramadı, tekrar gittiler eve. Evde yine halledemediler bir şeyleri, yine erkeğin elleri kızın boynundaydı, yine sıktı, sıktı. Kız ittirdi, hava alamıyorum, nefes alamıyorum, diye bağırdı, dışarı çıktılar. Yine kaçmaya çalıştı kız, ama kaçamadı. (7) Bu arada polise bildirdi komşuları ya da birileri. Polisler geldi, alıp karakola götürdüler. Ama Güleda şikâyetçi olmadı, serbest bırakıldı delikanlı.(8) Polisler Güleda’yı evine bıraktılar. (9)

Gider mi hiç, erkek adam, bırakır mı işini yarım? Güleda’nın kapısındaydı yine kızgın boğa. İçeri aldı kız eski sevgiliyi(10) Genç kız erkeğe diyordu ki’’ sen nasıl erkeksin, beni dövdün, seninle yapamam’’ Boynu gözlerinin önünde bir kuğununki gibiydi. İnce, uzun, beyaz. Yapıştı küt, kıllı elleri kızın boğazına yine. Sıktı, sıktı, gücü yetmedi. Bir kordon buldu etraftan, sıkmaya devam etti. Kız hareketsiz kalınca kalbini dinledi. Yaşıyordu hala. Gitti bir bıçak aldı mutfaktan, göğsüne sapladı bu kez. Tamamdı, artık erkekti. Sosyal medya hesabına ‘’ Bitti. 18.11.2019, 13.47’’ yazdı.

Sevgili okur, bunu bir romanda ya da öykü’de okusaydık, yazar amma da kurgulamış, der hayal gücünü överdik. Ama bizzat gazete cümlelerinden alınmış katil erkeğin ifadesi yukarıdakiler. 17 saat sürmüş, her ölüme doğru gidilen satıra bir sayı bıraktım,adım adım geliyorum demiş,herkes bilmiş de kimse bilememiş. 

GÜLEDA Kasım ayında öldürülen 31. ve bu yılın katledilen 391. Kadını oldu.

26 Kasım 2019 Salı

TAHMİS KAHVE





GAZİANTEP’ TE ZAMANDA YOLCULUK: TAHMİS KAHVE 

Antep deyince turistlerin uğrak yeri Tahmis kahve gelir akıllara. Tahmis, kahve çekirdeklerinin dövüldüğü yer, dibek anlamına geliyormuş. Ben de uğramazsam ayıp olur diye düşündüm ve de özellikle hafta sonu gittim ki Antep müzikleri eşliğinde kahvemi içeyim. Bu gün çok kalabalık yoktu. Hava puslu, güneş bulutların arasına saklanmış ara sıra bana göz kırpıyordu.



Bir Türk kahvesi söyledim. Ama burada menengiç( melengiç de kullanılıyor) kahvesi de meşhurdur aslında. Menengiç kahvesinin özelliği kahve çekirdeklerinden değil de ülkemizde menengiç olarak anılan bir ağacın meyvelerinden elde edilmesidir. Halk arasında çitlembik, çetene, çıtlık gibi isimlerle de bilinir. Özellikle Akdeniz, Güney Doğu Anadolu’da yetişir. Su ile hazırlandığı gibi asıl sütle yapılanı makbuldür deniyor. NEFES darlığı, ses telleri ve somum yollarında, içerdiği yağ asitleri içerdiğinden kalp damar hastalıklarına, mide ve sindirim sistemine iyi geldiği söylenir ve de afrodizyak etkisini de ekleyelim. 



Ayrıca burada Zahter çayı da denenmeden olmaz. Yabani olarak kendiliğinden yetişen bir bitki zahter. Öksürüğe, grip ve soğuk algınlığına, ağız içi yaralara, bağışıklık sistemini güçlendirmeye, cilt sağlığında birebir denir.

Ben sağlık ve ecza depolarına dalmış kahvemi beklerken arada göz kırpan güneş birden kara bulutların arasına girdi ve hortuma benzer bir rüzgâr çıktı ardından da. Her taraf toz toprak içinde, gözümü açamıyorken birden masamda derviş kılıklı bir yaşlı adam beliriverdi. Pantolon ağı geniş bir şalvar, yakası bir parmak eninde, sol taraftan iliklenmiş dar kollu belden aşağı inen bir gömlek, gömleğin üzerinde kolsuz, yakasız bir yelek hepsinin üzerinde de Mevlevilerce kutlu saylan 18 dikişi bulunan ve topuklara kadar uzanan bir hırka. Başında da bir destar( sarık yerine).  Gözlerimi ovuşturdum hayal mi görüyorum diye, o da ovuşturuyordu aynı benim gibi. Ben şaşkın, o şaşkın…



Löküslü kahveyi arıyordum ben, dedi ürkek bir sesle. Kayboldum galiba diye de ekledi, üzgünce ve korkulu bir ifadeyle. Yolunu şaşırmıştı anlaşılan ama bence sadece yolunu değil zamanı da şaşırmıştı. Fakat bunu anlatmak çok zor olurdu bence kendisine. Onu korkutmadan, nereden geliyordun amcacığım, dedim. Mevlevihane tekkesinden ( günümüzde tekke camii, ya da Mustafa bey camii olarak biliniyor)çıkmış, bir nefeslenmeye gelmiş, Löküslü kahveye. YIL 1600’LÜ yıllar. O zamanlar bu kahvenin adı Löküslü Kahve ya da Tömbekici kahve olarak anılırmış. Yakınlarda da Güneydoğu Anadolu’nun en büyük Mevlevihane’si varmış. İşte benim masama oturan derviş de bu Mevlevilerden biri imiş. Dedi ki, biz şeyh Mehmet efendinin soyundan geliyoruz. Bu tekkede sadece bu soydan gelenler post alabilmektedir.( Son postniş yani Son şeyh Mustafa Dede Efendi posta oturmadan önce 1910-1918 yılları arasında Antep belediye başkanlığı, Cumhuriyet’ten sonra da Cumhuriyet Halk Partisi il başkanlığı yapmıştır. Vay bilgiye bakar mısınız?)


Anlatmaya devam etti Mevlevi dedemiz, Türkmen ağası ve sancak beyi Mustafa ağa tarafından Mevlevihane’ye vakıf gibi yardımı olsun diye inşa edilmiş bu kahvehaneler. 1638’de. Ama zaman akarken 2 büyük yangın geçirmiş 1900’lü yılların başında VE o zamanki Mevlevi şeyhi Münip Efendi kendi cebinden 130 bin kuruş harcayarak 33 dükkânla beraber yaptırmış ve yine tekkeye vakfetmiş. (örtülü ödenek kullanmamış yani, ya da yap işlet devret de dememiş, ) 4. Murat bile Bağdat seferinden dönerken burada dinlenip kahve içmiş, yaa daha ne olsun?




Bana anlattı da anlattı Mevlevi dervişi, tane tane… Tam bir şeyler soracaktım ki yine bir rüzgâr, yine her şey birbirine karıştı, gözlerime tozlar kaçtı. Anladım ki zaman hatasını telafi edecekti, beni de götürse miydi ki o yıllara, ama herkes yerli yerinde olacaktı. Ve de Mevlevi dervişim bana dersimi verip zamanına geri dönmüştü. Kafası epeyce karışmıştır kesin.




Demek ki Tahmis kahve de içilen kahvelerin bir ayrıcalığı varmış, boşuna değilmiş insanların ille de buraya uğramaları.  Çünkü burada içilen kahvenin 40 yıl değil, 400 yıllık bir hatırı varmış.